Ana Sayfa
Asala-Jcag Hocalı-Ermeni Terörü
Karabağ Savaşı ve Hocalı Katliamı

KARABAĞ SAVAŞI ve HOCALI KATLİAMI

1. Tarihte Karabağ 

Dünyanın, ırksal-mezhepsel çeşitlilikler, farklı dil ailelerine mensup grupların yoğunluğu ve çok sayıda etnik karışımın olduğu üç önemli bölgesi bulunmaktadır: Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya. Her üç bölge bugün adeta birer yangın yeridir. Bir politikacının söylediği gibi, “savaşın gölgesindeki bölgeler”. Evet, bu bölgelerden biri de Dağlık Karabağ’dır.

Günümüzde Ermenistan işgali altında bulunan Karabağ, Azerbaycan Cumhuriyetine ait, fiziki coğrafyası bakımından dağlık ve ovalardan oluşan bir bölgedir. Bölgenin doğal sınırlarını Kür (Kura) ve Aras nehirleri ile Gökçe gölü teşkil etmektedir. Azerbaycan’ın ve dünyanın siyasi gündemine Dağlık Karabağ Vilayeti olarak giren bölgenin toplam yüzölçümü 4.392 km²’dir. Kuzeyden güneye 120, doğudan batıya 35 ile 60 km arasında değişen ölçümleri ile Karabağ Azerbaycan topraklarının sadece %5’ni teşkil etmektedir. 

Karabağ, Ermenistan ile birlikte Küçük Kafkasya sahasının iki büyük bölgesinden biridir. Karabağ bölgesinin dışında kalan Karabağ yaylası bugün Kelbecer ile Lâçin arazisine girmektedir. Karabağ, doğudan Berde, Ağdam, Ağcabedi ve Fuzulî rayonları (ilçeleri); güneyde Cebrail, Gubadlı; batısında Lâçin, Kelbecer; kuzeyinden ise İsmayıllı rayonları ile çevrilidir. Bugün, Karabağ çevresini saran bu il ve ilçelerin bir kısmı Ermenilerin işgali altında bulunmaktadır. İşgal edilen Azerbaycan toprakları ise Karabağ’la birlikte ülke topraklarının %20’ni oluşturmaktadır. Anlaşıldığı üzere, Ermenistan üç Karabağ bölgesi genişliğinde bir araziyi işgali altında bulundurmaktadır. İşgal öncesinde Karabağ beş bölgeye ayrılmaktaydı. Bölgenin en önemli merkezleri ise Şuşa ve Hankenti şehirleridir.

 “Karabağ” adı, kısaca Türkçe “kara”, Farsça “bağ” sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kara, muhtemelen burada “büyük” anlamında geçtiğinde, Karabağ’ın anlamı “büyük bağ” manasındadır. İlk kez XIV. yüzyıl Fars, Gürcü ve Ermeni yıllıklarında bu ada rastlanmaktadır. Bu döneme kadar ise bölge çeşitli adlar altında alınmıştır. Bunlar arasında en çok kullanılanı ise “Arsak/Varsak” ismidir. 

Tarihi bakımdan miladi başlarından itibaren Türk göçlerinin bölgeye gelmesiyle Türklerin Kafkasya’daki en önemli yerleşim alanlarından biri olan Azerbaycan’ın göçebeler için en verimli bölgesi Karabağ olmuştur. Karabağ’da yerleşen ilk kavimlerin etnik bakımdan karma bir topluluk olan İskit veya Sakalar olduğu bilinmektedir. Saka boylarından biri olan Varsaklar veya Arsaklar Karabağ bölgesinin tamamına hâkim olarak uzun yıllar burada iskân tutmuşlardır. Bölge daha sonra Hazarlar, ardından da Müslümanlar tarafından tutulmuş, Arran eyaletinin bir bölgesi olarak kaynaklarda gösterilmiştir.

Bizzat Ermeni kaynaklarının verdiği bilgiye göre, eskiden beri Albanya ülkesinin bir eyaleti olarak gösterilen Karabağ Arsak adıyla anılmış ve kendi içinde 12 küçük toprak birimine ayrılmıştır. Yine Ermeni kaynakları Arsak’ta eskiden beri sırasıyla şu halkların oturduğunu belirtirler: Saklar, Gargarlar/Gargalar, Utiler, Hunlar, Hazarlar ve Basiller. Adları geçen son üç topluluğun Türk olduğu kesindir. XI. yüzyılın ortalarında bölgeye Oğuzlar gelmişlerdir. Otlak sahalarının zenginliğinden Oğuz grupları özellikle bu bölgede yerleşmeye başladılar. Daha sonra Karabağ Azerbaycan’la birlikte Selçuklular’ın, ardından da Azerbaycan Atabeyleri’nin hâkimiyetine geçmiştir. Moğol istilası sırasında Karabağ önce Moğol emirlerinin, daha sonra İlhanlı hanlarının en önemli karargâh merkezi olmuş, Türkmen devletleri döneminde Karabağ önce Karakoyunlu, ardından da Akkoyunlu devletlerinin idaresine geçmiştir. Safevîler döneminde Gence Beylerbeyliğinin bir vilayeti olarak yine Türklerin kontrolünde bulunmuştur.

Ruslar 1800’lü yılların başında Azerbaycan’ı işgal ettikten sonra Karabağ'a yönlerini çevirdiler. Karabağ’daki han ailesine saldırarak katlettiler ve 1826’da da hanlık rejimine son verdiler. Böylece, Karabağ Rus idaresi altına girdi. Ancak Rus idaresi döneminde de Karabağ Azerbaycan’ın bir parçası kabul edilmekte ve Ermenistan’da hüküm süren Revan Hanlığıyla birlikte nüfusunun tamamı Azerilerden oluşmaktaydı. 1830’lu yıllardan itibaren Karabağ ve Erivan bölgesine İran ve Anadolu’dan çok sayıda Ermeni göçü yaşanmıştır. 1890’da toplam olarak bölgeye 1 milyon civarında Ermeni göç ettirilmiştir.

Bu olay Karabağ ihtilafının ilk aşamasını oluşturmaktadır. Azerbaycan’da Hıristiyanları kullanarak nüfus üstünlüğünü sağlamağa çalışan Rusya’nın, özellikle Osmanlı ve İran tebaası Ermenileri buraya göçe teşvik ettiğini, hatta bazen zorladığını görmekteyiz. Ermeniler, başlıca olarak Azerbaycan’ın Erivan, Nahçıvan ve kısmen de Karabağ hanlıklarının topraklarına yerleştirilmeye başladılar. Buradaki yerli Müslüman nüfus ise, zorla diğer bölgelere göç ettirildi.

Rus araştırmacı Glinka’nın da belirttiği gibi, “bu aslında nüfusu Müslümanlardan ibaret olan arazilerde Hıristiyan nüfusun sayısını mümkün olduğu kadar artırmak politikasının bir parçasıydı”. Sadece, 1828 yılının üç buçuk ayı içinde İran’dan Güney Kafkasya'ya 8.249 Ermeni ailesi, yani 41.524 Ermeni nüfusu göç ettirildi. 1829-1830 yılları arasında Rus yönetimi İran’dan 40.000, Osmanlı Devleti’nden de 84.000 Ermeni tebaasını Güney Kafkasya'ya, özellikle de Azerbaycan’da iskân ettirdi. İzlenen bu politikalarla kısa sürede gerek Karabağ’ın, gerekse de Türkiye sınırındaki Nahçıvan ve Revan hanlıklarının nüfus yapısı alt üst edilmişti. Ayrıca Çar yönetimi Nahçıvan ve Revan hanlıklarını ortadan kaldırarak, Erivan merkez olmak üzere bir Ermeni yönetimi tahsis etmişti. Kurulan bu yeni yönetim, o zamanlar Osmanlı ile Kafkasya sınırlarına paralel uzanan bir tampon bölge oluşturmaktaydı.

Çar yönetimi Ermeni göçlerine paralel olarak bölgeye Rus nüfusunu da taşımaya başladı. Bunlar ordudan ayrılmış Rus subay ve erleriyle, tarikatçılık yüzünden Rusya’da “itibarsız unsur” olarak adlandırılan Rus köylüleriydi. Böylece bu yolla Rus yönetimi buk öylülerden kurtulmuş olmakta ve aynı zamanda aşırı dindar olan bu insanlar aracıyla bölgenin dini ve milli çehresini değiştirmeyi amaç edinmekteydi.

2. Azerî-Ermeni Anlaşmazlığı ve Karabağ Savaş (1988-1992)

Dağlık Karabağ, tarihen ve hukuken bir Azerbaycan toprağıdır. Hal böyle iken Ermeniler, Rusya'nın, 18. yüzyıldan itibaren Kafkasya'da takip etmiş olduğu politikalar sonucunda bu bölgede çoğunluğu ele geçirmelerinin avantajıyla Dağlık Karabağ'ın Ermenistan'a bağlanmasını istemektedirler. Gorbaçov'un milliyetler konusundaki yumuşak tavrı Dağlık Karabağ'daki Ermenileri, Sovyet Ermenistanı'na bağlanması konusunda cesaretlendirmiştir. Nitekim, Dağlık Karabağ Ermeni yönetimi, Ağustos 1987'de nüfus çoğunluğuna dayanarak bu konuda Moskova'ya başvurmuştur. Daha sonra ise Ermeniler, söz konusu başvuruyu desteklemek amacıyla Ermenistan ve Karabağ'da gösterilere başlamışlardır.

Şubat 1988'de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Partisi genel kurulunda Gorbaçov bu konuşma yaparak milliyetler meselesinin de görüşülmesini istemesi, Karabağ Ermenilerini harekete geçirmiş ve 20 Şubat'ta Karabağ Sovyet'i Karabağ'ın Ermenistan'a katılmasına karar vermiştir. Ancak Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi, Karabağ Sovyeti'nin aldığı Ermenistan'a katılma kararını her iki Cumhuriyetin halkının çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesiyle reddetmiştir.

Bu red kararının alınması, Şubat 1988 itibariyle Karabağ'da Ermenilerle Azeriler arasında çatışmaların çıkmasına sebep olmuştu. Ermeniler, 13 Haziran'da Erivan'da büyük gösteriler yaptılar. Bu gelişmeler, Sovyetler Birliği Komünist Partisi 19. Parti Kongresi'ni etkilemek için yapılmıştı. Fakat Gorbaçov, yaptığı konuşmada, Ermenistan'ın isteklerim kabul etmenin mümkün olmadığını açıkladı. Bunun üzerine Karabağ Sovyet'i 12 Temmuz 1988'de "Özerk Bölge” olarak kendisini Ermenistan'a kattığını ilan etti. Fakat, Karabağ'da olaylar dinmeyince 28 Eylül’de Karabağ'da olağanüstü hal ilan edildi.

Ermenilerin faaliyetlerinden rahatsız olan Azeriler Kasım 1988'den itibaren Azerbaycan'da gösterilere başladılar. Bakü, Kirovabad ve Nahçivan'da Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar meydana geldi. 23 Kasım'da Karabağ'ın Azerbaycan'a katılması için, Bakü’de 800 bin kişinin katıldığı dev miting ve gösteriler yapıldı. Sonuçta, Kasım 1988’deki bu çatışmaların ardından 158 bin Ermeni Azerbaycan’ı, 141 bin Azeri de, Ermenistan'ı terk etmek zorunda kaldı.

Moskova, olayların önüne geçmek için 12 Ocak 1989'da Karabağ'ın yönetimini Ermenilerden alarak özel bir yönetime verdi. Ermeniler Haziran-Temmuz 1989 aylarında yeniden harekete geçtiler. Özellikle Karabağ ve Nahçivan Ermenileri Azerileri oturdukları mahalleleri abluka altına aldılar. Bunun üzerine, Bakü'de 29 Temmuz ile 5-6 Ağustos günlerinde yüz binlerin katıldığı büyük mitingler, 12 Ağustos’ta 200 bin kişinin 14 Ağustosta da 500 bin kişinin katılımıyla tekrarlandı. 

Azerbaycan Yüksek Sovyeti (Parlamentosu) 23 Eylül 1989'da Azerbaycan'ın hâkimiyetini bir kanunla ilân etti. Bu kanuna göre ayrıca Azerbaycan'ın Sovyetler Birliği'nden ayrılması kabul ediliyordu. Sovyetler bunu kabul etmedi fakat Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti, 28 Kasım 1989'da Karabağ'ın Azerbaycan'a iadesini kabul etti. 

Yüksek Sovyet'in bu kararını tanımayan Ermenistan Yüksek Sovyeti 1 Aralık'ta Karabağ'ı Ermenistan'a kattığını ilan etti. Fakat bu kararı, Azerbaycan Yüksek Sovyeti 2 Aralık 1989’da reddetti. Ermenistan Yüksek Sovyeti, 9 Ocak 1990’da aldığı bir kararla Karabağ'ı 1990 ekonomik planına dâhil etti. Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti ise bu kararı geçersiz saydığını açıkladı. 

13 Ocak'ta Bakü'deki Azerilerle Ermeniler arasında çatışmalar meydana geldi ve 56 kişi bu gösterilerde öldü. Bakü'de bu çatışmalardan sonra hem Azeriler ve hem de Ermeniler kendi milis örgütlerini kurarak Karabağ ile Azerbaycan-Ermenistan sınırında silahlı çatışmalara giriştiler. SSCB olaya müdahale etti ve 17 Ocak'tan itibaren Azerbaycan'a Sovyet askeri gelmeye başladı. 19 Ocak'ta gelen Sovyet askeri sayısı 24.000'i buldu. 20 Ocak 1990'da tanklar ve zırhlı araçlar eşliğinde Bakü'ye girmek için harekete geçtiler. Çok çetin çatışmalar oldu. 

20 Ocak 1990'da Bakü'de cereyan eden kanlı olaylardan sonra genel olarak Ermeniler hem siyasi ve hem de askeri açıdan harekete geçtiler. Ermeni Milli Ordusunun Fedaileri, 24 Mart 1990'da Ermenistan sınırı yakınındaki Azeri Kazak kasabasının köylerine saldırarak 9 kişiyi öldürdüler. En feci eylemlerinden bir Azeri ailesinin evlerini ateşe verip diri diri yakmalarıydı.

23 Ağustos 1990'da Ermenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ve bununla birlikte Karabağ'ı Ermenistan toprağı sayması, Karabağ sorununu önemli bir aşamaya getirdi. Sonunda Ermeniler Eylül 1990'da Laçin, Ağdam ve Askeran şehirleriyle Şuşa-Bakü karayoluna saldırılara başladılar. Tabii olarak, bu olaylarda Ermenistan hükümetinin rolü büyüktü. 

1991 Mart ayı ortalarında Gorbaçov Azeri halkına TASS Ajansı aracılığıyla "... Yukarı Karabağ, Azerbaycan'ın ayrılmaz bir parçasıdır. Bölgede, SSCB Anayasası ile birlikte Azerbaycan Anayasası yürürlüktedir. Karabağ'da Azeriler ile Ermenilerin birlikte yaşayıp birlikte üretmeleri tarihin yarattığı bir gerçektir ve bu gerçekten kaçınılmaz." şeklinde barışçı ve Karabağ'ın mevcut statüsünü doğrulayan önemli bir mesaj gönderdi. Buna rağmen Ermeniler, Karabağ'da askeri eylemlerden vazgeçmediler. Haziran-Temmuz 1991'de Ermeniler, Karabağ'ın bazı Azeri köylerine saldırmak suretiyle birçok Azeri'yi öldürdüler.

Ağustos 1991 tarihinde Gorbaçov'a karşı Moskova'da girişilen başarısız hükümet darbesi, Karabağ sorununa taraf olan Azerbaycan ve Ermenistan'da tarihi önemli kararların alınmasına sebep oldu. Azerbaycan 30 Ağustos 1991'de, Ermenistan da 21 Eylül 1991'de bağımsızlıklarını ilan ettiler. O günlerde Dağlık Karabağ Ermenileri de bağımsızlık yönünde karar vererek, devletlerinin adını "Arsaklı Ermenistan Halk Cumhuriyeti" olarak değiştirdiler. Fakat bu kararı Azerbaycan Parlamentosu, anayasasına aykırı olduğu için protesto etti.

Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki çatışmalar devam etmekteydi. Eylülün ortalarında, Ermeniler, sınırda bulunan Şaumyan bölgesine saldırarak birçok insanı öldürdüler. Bu olayların artması sonucunda Rusya'nın yeni lideri Boris Yeltsin'in müdahalesi ile Azeri ve Ermeniler anlaştılar. Fakat bu antlaşma Ermenileri durdurmadı. Ekim 1991 başlarında Ermeniler, Karabağ'da yine insanları öldürdüler. Bunun yanında Ermenilerle görüşmeye giden Azeri delegeleri taşıyan helikopterlerin Ermeniler tarafından düşürülerek 20 kişinin ölümüne yol açması bir dönüm noktası oldu. Azerbaycan Parlamentosu, aldığı bir kararla Dağlık Karabağ'ın özerklik statüsünü feshederek kendisine bağladı. Ermenistan ise bu kararı savaş ilanı saydığını açıkladı. Ayrıca, Moskova’da SSCB Devlet Konseyi 27 Kasım 1991'de bir bildiri yayınlayarak “SSCB Anayasası"na göre statüsü saptanan Dağlık Karabağ'da anayasal düzenin yeniden oluşturulmasının kararlaştırıldığını açıkladı.

Ermeniler Karabağ'ın başkenti Hankendi çevresindeki 19 Azeri köyünü zorla boşalttırdılar Aynı günlerde Dağlık Karabağ Yüksek Sovyeti de, Aralık ayında halk oylaması yapılmasını kararlaştırdı. Bunun üzerine Aralık'ta Dağlık Karabağ'da yaşayan Ermeniler, referandum yaparak "Karabağ'ın SSCB içinde bağımsız bir cumhuriyete dönüşmesi" lehinde oy kullandılar. Buna rağmen, Aralık ayının son günlerinde Karabağ'da yine kanlı olaylar oldu ve Ermeniler Hankendi'ni topçu ateşine tuttular .

29 Aralık 1991'de yapılan halk oylamasıyla Azerbaycan'ın bağımsız bir cumhuriyet olmas onaylandı. Muhtemeldir ki, Avrupa Parlamentosunun Ermeni saldırganlığını kınama kararının etkisiyle Rusya, Dağlık Karabağ meselesini görüşmek üzere Ermenistan ve Azerbaycan Dışişleri Bakanlarını 20 Şubat 1992'de Moskova'da toplantıya çağırdı. Toplantı sonunda, taraflar, "Karabağ'da derhal ateşkes sağlanması ve yerleşim bölgeleri üzerindeki ablukanın kaldırılmasını kararlaştırdıklarını” kamuoyuna açıkladılar. Ayrıca her iki ülke, Karabağ konusunda AGİK ilkelerine bağlı kalacaklarına ve Birleşmiş Milletler ile diğer milletlerarası kuruluşların ban; çabalarını destekleyeceklerine söz verdiler.

Ancak, bu barışçı sözlere rağmen Ermenistan Dışişleri Bakanı Raffı K. Hovannisian, görüşmeler sonunda farklı bir açıklama yaparak "Dağlık Karabağ sorununun Ermenistan'ın değil Azerbaycan ile Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin iç işleri" olduğunu bildirdi. Hovannisian, bundan sonraki görüşmelere mutlaka Dağlık Karabağ temsilcisinin katılması gerektiğini, aksi halde başarı sağlanamayacağını savundu.

Ermeniler, Ocak 1992 sonundan itibaren Karabağ'da saldırılarını yoğunlaştırmışlar ve bir Azeri helikopterini roketlerle düşürmüşlerdi. Ateşkes görüşmeleri sırasında ise çatışmalar eski tarihi kent Şuşa'nın civar köyleri ile Ermenistan-Azerbaycan sınır şehirlerine kadar yayılmıştı. 

Karabağ Savaşı'nda Ermenilerin Türklere karşı gerçekleştirdikleri en zalimce katliam Hocalı'da yaşandı. 

3. Karabağ Savaşında Hocalı Katliamı 

Katliam Nasıl Gerçekleşti 

Hocalı, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Bölgesinde en önemli bir yerleşim merkezidir. Ağdam, Şuşa, Hankendi, Askeran yolları üzerinde yer alan ve Karabağ için önemli stratejik konuma sahip bir yerdir. Hocalı sadece bir kasaba değil, asırlarca Türk Tarihinin ve Türk Kültürünün hayat bulduğu bir yerdir. Katliamdan önceki nüfusu 7 binden fazla idi. Bazı kaynaklarda bu rakam 10 bin olarak bilinmektedir. Bu bölgede Azeri Türklerinin yanı sıra, Ahıska Türkleri de yaşamakta idi. Dağlık Karabağ Bölgesinin en önemli noktalarından birisinde olan Hocalı İlçesi, Ermeni güçleri için önemli bir askeri hedef niteliğinde idi. İlçe, Hankendi ile Ağdam’ı bağlayan yolun üzerinde bulunup bölgenin tek havalimanı için üs konumundaydı. Human RightsWatch'ın raporuna göre Hocalı İlçesi Hankendi’ni top ateşine tutan Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri tarafından üs olarak kullanıldığı için Ermeni kuvvetler tarafından top ateşine tutulmaktaydı. Aralık 1991’de Hankendi çevresinde yerleşen ve Azerilerin yaşadığı Kerkicahan Kasabasının alınmasından sonra, Hocalı İlçesi tamamen Ermeni ablukasında kaldı. 30 Ekim’den itibaren kara yoluyla ulaşım kapanmış ve tek ulaşım aracı olarak helikopter kullanılmaktaydı. 20 Kasım 1991’de Hocavend semalarında Mi–8 helikopterin Ermeni kuvvetler tarafından vurulması ve sonuçta bir kaç Azerbaycan devlet resmileri, Rus ve Kazak gözlemciler dâhil 20 kişinin ölümünden sonra,h ava ulaşımı da kesilmiştir. İşgalden önce 1991–1992 kış aylarında Hocalı sürekli olarak bombalanmıştır. Hocalıdan çıkmış mültecilerin İnsan Hakları İzleme Örgütüne söylediklerine göre, bazı durumlarda saldırılar açıkça sivil hedeflere karşı yönlendirilmiştir. Öte yandan saldırı öncesi, birkaçaydır kasaba elektrik ve gazdan yoksun idi.

25 Şubat 1992 senesinde Ermeniler, 366’ncı Rus alayı ile birlikte Dağlık Karabağ’daki Hocalı Kasabasına saldırarak, tarihin acımasız katliamlarından birini yapmıştır. Hocalı kasabasını tamamen yakan Ermenilerin katlettiği Azerbaycan Türklerinin sayısı, resmi bilgilere göre, 613. Bunlardan 106’sı kadın, 63’ü çocuk 70’i de yaşlı. Cesetlerin çoğu da yakılmıştır. 76’sı çocuk 487 kişi de ağır yaralandı. Olmadık işkenceler uygulanan 1.275 kişi de esir alındı. Bunlardan 800’ü daha sonra serbest bırakıldı. Ancak, 500’e yakın Azerbaycan Türkü halen kayıp. 

Hocalı’daki vahşet ve katliam, Ermenilerin “Büyük Ermenistan” hayali çerçevesinde, 1987 yılından itibaren, Ermeni lobisi ile birlikte yeni hedef olarak seçilen Dağlık Karabağ Bölgesinin Azerbaycan Türklerinden boşaltılması amacına yönelik olarak gerçekleştirildi. Ermenilerin ‘toprak genişletmek’ arzusuna, tarihi Türk düşmanlığı ve nefreti de eklenerek işlenen bu katliamla, çağın en büyük zulmü Hocalı’da yaşanmış oldu. Hocalı katliamı sadece Azerbaycan Türklerine karşı değil, tüm insanlığa karşı işlenmiş ve tarifi imkânsız bir insanlık suçudur. 

Peki, 26 Şubat 1992 günü yaşanan bu katliamın emrini kim vermişti? Bu kişi bir zamanlar Ermenistan Devlet Başkanlığı'nı da yapan Robert Koçaryan’dan (Köçeryan-Aslen Karabağ doğumlu olup, Azerbaycan vatandaşıdır) başkası değildi. 

Katliamın Şahitleri Vahşeti Anlatıyor 

Entige İsfandiyar Kızı Şükürova

1934 senesinde Şuşa’da dünyaya gözünü açan Entige Hanım 26 Şubat 1992’de 58 yaşında katledilmiştir. 4 erkek bir de kız çocuğu vardı. Gelini Saadet yaşanan o korkulu geceyi şöyle anlattı: Bugüne kadar ayaklarımın acısı geçmemiştir, özellikle havalar soğuduğu zaman şiddetli acı bana çok rahatsız ediyor. Biz ormana kaçtık. Entige kendi şalı ile beni sardı. Kendisi de hasta olduğu için yürüyemiyordu. Eniştemin de durumu ağır idi. Kocam kime nasıl yardım edeceğini bilemiyordu. Tanklardan ateş açıldı. Sonra ise Hocalı'daki Azerilerin Komutanı Alef Hacıyev askerlerden kadın ve çocuklara, yaşlılara yardım etmesi talimatını verdi. İşte, orada yollarımız ayrıldı. Ayaklarım donmuştu. Erkek kardeşim ve kocam Ağdam yerine Malıbeyli'ye ulaştık. Beş gün karın, boranın içinde Agdama’a ulaşa bildik. Kocam orada vefat etti. Entige Hanım ve eniştemden bugüne kadar hiçbir haber yoktur. 

Hezel Oldu Hocalı’nın Hazangül’ü

Hocalı Eğitim Şubesi’nin müdürü Murat Şükürov Hocalı’nın sekiz yaşlı sakini Hazangül’ün yaşadıkları içler parçalayıcı bir durumdur. 

Sekiz yaşındaydı Hazangül olayları yaşadığı zaman... Ermeniler Hazangül’ü de esir alarak askeri araca doğru götürmüşler. Bayanlar, gelinler, ihtiyarlar herkes biri birbirlerine sığınarak ağlamaktaydılar. Ağıtlardan, bağırtıdan kulak tutuluyordu. Kimsenin yaşama ümitleri kalmamıştı. Açıkçası, sağ kalmak değil, Ermeni vahşetinden, akıl almaz işkencelerden, hakaretlerden kurtulmak istiyorlardı. Bazıları Ermeni kurşununa hedef olmak için kaçmak yolunu seçiyorlardı. Sırtlarından vurulacaklarını bildikleri için, işkenceyi yaşamak yerine bu tür ölümü tercih ediyorlardı. 

Ermenilerin ise kahkahaları etrafı sarmıştı. Kısa bir sure sonra bir gelinin cesedini sürükleye sürükleye getirerek arabaya altılar. İhtiyar kadınlardan birisi cesede yaklaşarak: ‘Adil’in geliniydi!!! Bu ki hamileydi!!!’ diyerek yüksek sesle bağırdı ve elini kadının karnına doğru uzattı.

Bu sesi duyan Ermeni hemen:

-Arkadi, ceylan kebabı istiyor musun? Hemen gel!

Bağıran Ermeni silâhının süngünün ucuna geçirdiği henüz kafası tüylenmemiş yavruyu havada salladı.Yaptığı vahşilikten zevk alırcasına ‘dığa’ sol elinin şahadet parmağını yavruya doğru uzatarak yüksek sesle:

-Ara, çok güzel dişi ceylan var, yavrusundan. Ağzı süte bile değmemiş!!!

....Araba ışıklarda durduğu zaman Hazangül yolun kenarından giden hamile kadını gördüğü zaman Ermenilerin genç kadının başına getirdikleri gözlerinin önünde canlanmıştı.

Genç bir bayan hamile kadın gördüğü zaman anne olmak dileği ile ona bakarlar. Anneler ise hamile kadının o dönemler neler yaşadıklarını bildikleri için ona acırlar. Hazangül ise hamile kadın gördüğü zaman ıstıraplı anlar yaşardı. Ermenilerin hemen onu alacağını, karnındaki çocuğu çıkararak süngüye geçireceklerini düşünüyordu.Cengiz Mustafayev (Az Tv Muhabiri):

Grup grup insanlar kurşuna dizilmişlerdir. 12-15 yaşlar arası çocuklar, yaşlı bayanlar ve erkekler barbarcasına öldürülmüştü. Cesetlerin çoğu çeşitli yerlerinden özellikle kafalarından kurşunlaşmalardı. Çıplak cesetler, boğazlanmış çocuk cesetleri her yerde görünmekteydi.”

Sürayya Talibova (Hocalı Sakini):

Bizi Ermeni mezarlığına götürdüler. O günleri hatırlamak bile istemiyorum. O gün dört Azerbaycanlı erkeği, Ermeni mezarı üstünde kurşuna dizip kafalarını kestiler, sonra da orada bulunan bir gurup Azerbaycanlının üzerine saldırıp çocukları aileleri önünde öldürdüler ve işkenceye tabi tuttular. Ölen Azerbaycanlıların cesetlerini bir kamyonete yüklediler. İki Azerbaycanlı askerin gözlerini yerinden çıkardılar.

Leonid Krovets (Rus ordusu üst rütbelisi):

“26 Şubat’ta Hankendi’nden Askeran bölgesine gitmekteydim. Aşağıda ışıklar görünmeye başladı; pilota oraya İnmeye emir verdim. Orada bir sürü kadın ve çocuk cesedi görünmeye başladı. En az ikiyüz ceset bölgeye yayılmıştı. Silâhlı askerler aralarında gezip duruyorlardı. Kafası yarılan ve beyini dışarıya fırlayan dört yaşında bir çocuk cesedi ve başka bir cesedi yanımıza aldık. Bölgede, çoğu kadın, çocuk ve yaşlılarının kesilmiş cesetleri bulunmaktaydı,” 

Cemil Memedov

Şehre giren tanklar ve zırhlı taşıyıcılar evleri yıkıyor ve insanları eziyordu. Rus askerlerinin arkasından Ermeni silâhlıları geliyordu. Beş yaşındaki torunumu ve 14.000 manat paramı alıp ormana doğru kaçtım. Çocuk gece donmasın diye elbisemi ona sardım. Ama bu fayda etmedi. Karı kazıp çocukla içine girmeyi denedim. Sabahleyin buna çocuğun dayanamayacağını anladım. Nahçivanik’e Ermeni köyüne gittim. Bizi orada silâhlı Ermeniler karşıladı. Onlara paraları alıp beni ve torunumu Agdam’a bırakmaları için yalvardım. Cevaben beni dövdüler, soydular ve köy komutanının yanma götürdüler. O da bizi ahıra kapatmalarım emretti. Ahırda çok sayıda çocuk ve kadın vardı. Burada dört gün aç-susuz kaldık. Dört gün sonra beni torunumla Askeran bölgesine getirince, başımıza öyle işler açtılar ki Nahçivanik’teki ahırı bile cennet saydım.

Ermeni haydutları (Ermenice’yi biliyorum, yerli Ermeni ite dışarıdan geleni ayırabiliyorum), ayak parmaklarımızın tırnaklarını söktüler. Ermenilerin arasında olan zenciler havaya sıçrayıp yüzüme tekme atıyorlardı. Birkaç saatlik işkenceden sonra beni hapsedilmiş bir Ermeni ile değiştirdiler. Torunumu elimden aldılar. Karım ve kızlarım-dan haberim yoktur. 

Talibov Samed

25 Şubat 26’sma geçen gece 120-130 kadar adamla ormana kaçtık. Bu sürede Ketik Ormanı’nda kaldık. Bir müddet ormanda kaldıktan sonra Hray köyü’ne doğru gittik. Büyükler açlığa ve soğuğa dayanabiliyorlardı. Ama çocuklar çok zorlanıyorlardı. Üç gün aç-susuz kaldık. Ormanda. Üçüncü gün Nahçivanik istikametinden gelen Ermeniler bizi yakalayıp ahıra kapattılar. Bizden başka 50-60 kişi vardı. Biraz sonra Ermeniler içeri girip içerdekileri dipçiklerle dövmeye, ezmeye başladılar. Vurunca, dövünce sesini çıkaranı hemen öldürüyorlardı. Esir kaldığım günlerde yaşayıp, gördüğüm dehşeti hiç unutamayacağım.

Salman Kasımov

Ermeniler Hocalı’ya saldırıca Dehraz tarafına kaçtık. Dehraz’da yakalandık. Yaşlı bir kadını ve genç oğlunu orada kurşunladılar. Sonra bizi Nahcivanik’e getirip ahıra kapattılar. Az sonra gelip aramızdan onüç kişiyi alarak kurşuna dizdiler. Ateş seslerini duyduk. Bir müddet sonra bir kamyonla bizi Hankenti’ne götürdüler. Sonra bizi hapse attılar. Hapishanede hangi işkenceleri çekmedik ki. On gün kadar ağzımıza hiçbir şey değmedi. Kapıyı açıp içeri girenler bize ne su ne de ekmek getiriyorlardı başlıyorlardı tekmelemeye, dövmeye, kolumuzu, kaburgalarımızı kırmaya. Öyle dövüyorlardı ki, yerden kalkıp kımıldayamıyorduk. Tam on gün sonra getirip her birimize 70 gram ekmek, her üç kişiye bir bardak su veriyorlardı. Bir bakıyordunuz gece saat ikide, üçte sarhoş Ermeniler gelip sövüp sayıp istedikleri işkenceyi yapıyorlardı. Kaldığımız yer epeyce soğuktu. Hepimiz titriyorduk. Yere sermek için bir şey de vermemişlerdi. Bütün gece ve gündüz uyanık kalıyorduk. Yanımızda Karadağlı’dan zavallı biri vardı. Bizden çok önce buraya atmışlardı. Zavallının susuzluktan ciğeri yanıyordu. Zavallı adam su su diye diye can verdi. Tam 48 gün Ermenilerin elinde azap çektim. 48 gün sonra beni bir Ermeni ile değiştirdiler.

Mirza Allahverdiyev

Biz o gün Horagül istikametinde cephedeydik. Ama evler yanınca geri çekildik. 26 Şubat’ta onların çoğunluğu Beşbertebe denen yere toplanmıştı. 100 kadar adam vardı orada. Sonra çıkıp Bozdağ istikametinde ilerledik. 28 Şubatta Ermeniler bizi yakaladı. Hemen el ve ayaklarımızı bağlayıp, başladılar dövmeye, işkence yapmaya. Sonra Askeran’a götürdüler. Orada milis idaresinin nezaretinde bizi hapsettiler. Birkaç altın dişim vardı. Yere yıkıp el ve ayaklama bağladılar. Kerpetenle dişlerimi sökmeye başladılar. Kerpetenle çekip, çekiçte vuruyorlardı. İnliyor haykırıyordum, acıdan yalvarıyor yakarıyor, işkenceyi bırakmaları istiyordum. Kaç saat şuursuz kaldım bilmiyorum. Ama gözümü açtığımda altın diştenim söküp götürdüklerini anladım. Yaptıkları işkence bununla kalmadı. Küfür, tahkir, tekme dövmek her gün oluyordu. Esaretle kaldığım 18 günün işkence yapmadıktan bir an bile olmadı. Çok vahşiydiler, gözlerini kan bürümüştü. Yüreklerinde hiçbir insaf adalet yoktu. Bizi dövmekten zevk alıyorlardı. Bir defa beni çırılçıplak soyup, copla dövdüler, daha sonra beni sürükleyerek ikinci kattan aşağı attılar. Bütün bedenim ezilmişti. Nasıl bir kindi, gazaptı bu Ermenilerin bize karşı duyduğu? Edik adında bir Ermeni vardı. Her gün içeri girip bana kendisine has işkencesini yapıyordu. Ağır postalları ile ellerimin üzerine çıkıp, zıplayıp, eziyordu ve bundan zevk alıyordu. Benim iniltim, bağırmam ona tesir etmiyordu, aksine keyiflendiriyordu. Ermeniler sık sık bize “sizi öldüreceğiz, buralardan tamamen kovacağız. Domuzlarımızı getirip Kür Nehri’nde savuracağız,” diyorlardı. Her gün bize bir küçük ekmek ve küçük bir kap su veriyorlardı. O ekmek ve suyu verdikten sonra gelip çok kötü dövüyorlardı. 18 gün esaretten sonra beni değiştirip Ağdam’a getirdiler. Öğrendim ki, annemi de birkaç gün esir etmiş, altın yüzüğünü alıp bırakmışlar. Kardeşim Elşeni de benim gibi etmişler. Esirken işkence ile altın dişlerini sökmüşler. Vahşi Ermeniler iki kardeşimi de öldürmüşler.

Gülalı Mehraliyev:

Altı gün kadar ormanda kaldık. Aç-susuz ormanda kızımla ne meşakkatler çektik. Gece ormanın ürkütücülüğü, soğuğu, ayazı devamlı beklenen Ermeni korkusu zavallı kızımın ödünü kopardı.

Zavallı yavrum dayanamadı. Kurumuş bir halde kızımın cesedinin yanında oturdum. Bedbaht kızıma göz yaşı dokuyordum. Yavrum yirmi yaşındaydı. Sekiz ay önce düğünü olmuştu. Dişimden tırnağımdan artırıp kızıma çeyiz almıştım, düğün yapmıştım. Şimdi zavallı yavrum toprağa uzanmıştı. Halsiz, hareketsiz uzanmıştı. Zavallı kızımdan güçlükle de olsa ayrıldım, Ormanda yürüyordum. Şelli istikametine yönelmiştim. Ermenileri gördüm. Bir kütüğün içerisine saklandım. Ermeniler şans eseri beni görmedi. Bir müddet kütüğün içerisinde kaldım. Korkudan çıkamıyordum. Sonra bin bir güçlükle Agdam’a gelip çıktım. Ancak kızımın cesedinden nigârânım. Bir tek onu getirip, onu gömebilseydim huzura kavuşurdum. Cesedin yeri çok iyi aklımda ama oraya gitmek mümkün olacak mı?

Mehmedov Cemil Cümşüt Oğlu

1992 Şubat ayının 25'nde Ermeniler Hocalılara karşı kitlevi soykırıma başladıkları zaman biz Hocalıdan çıkarak karlı ve buzlu ormana doğru yürümeye başladık.

Kucağımda torunum, yanımda oğlum, eşim, kızım ve akrabalarım vardı.

Kar-kar nehri’ni geçtikten sonra ayağım kaydı ve suya düştüm. O durumda yolumuza devam ettik. Ermeniler geride kalanları öldürdü. Gecenin karanlığında saatlerce karlı ormanda, sert dağlan aşarak Agdam’a ulaşmaya çalışıyorduk.

Ermeniler ormanı dolaşmışlardı. İnsanların geçtiği yerleri kurşun yağmuruna tutuyorlardı.

Ayakkabılarım ayağımdan çıkmıştı. Dinlenmek imkansızdı. Her taraf insan cesedi ile dolup taşıyordu.

Bir anda ateşe tutulduk. Herkes bir tarafa koştu ve birbirimizi kaybettik Altı yaşındaki torunumu kardeşim Mehmed’i Askeran’a götürdüler. Esirlikte gördüğüm vahşet, gözümün önüne geldiği zaman tüylerim diken diken oluyor.

Vahşi Ermeni cellatları Hocalı esirlerine gaddarcasına cezalar veriyor, gençlerin kol ve kaburgalarını kırıyor, inşaat demirleri ile dövüp öldürüyorlardı. Diri diri başlarını kesiyor, altın dişlerini çivi ile delip çıkarıyor ve diğer akıl almaz vahşilikler yapıyorlardı. Beni ve kardeşimi o kadar dövmüşlerdi ki, görenler bizi tanıyamıyordu.

Yeğenlerim Namık ile Faik’e öyle bir işkence yapmışlardı anlatmakta zorluk çekiyorum. Faik'i Karabağ bizimdir, Azerbaycanın’dır dediği için öldürüldü. Namık’ı ise nereye götürdülerse bir daha geri dönmedi.

Benim ayaklarım donduğundan parmaklarımı Ermeniler otomatik silâhların dipçiği ile vurarak ezik ezik ettiler.

Parmaklarım paralandı bizi dövenler arasında Ruslar ve zenciler de vardı. Onlar bütün güçleriyle bizi tekme tokat dövüyor öldürmeye çalışıyorlardı.

On gün boyunca bu korkunç olay tekrarlandı, sonunda bizleri Ermenilerle değiştirdiler ve biz esirlikten kurtulduk.

Hocalı soykırımı öyle bir faciadır ki, onu unutmak hiç de kolay değildir. Yüzlerce adamın ölümü, çocukların, kadınların, ihtiyarların işkencelerle katledilmesi, insanların canlı canlı yakılması, toprağa gömülmesi kulaklarının, başlarının kesilmesi, arabaların arkasına bağlanak sürüklenmesi, kaynar suların içine sokulması, insanlara hayvan pisliklerinin yedirilmesi, küçük çocukların fıçılara doldurularak kapaklara kaynak yapılması, kadınlara tecavüz edilmesi, insanlığa yakışmayan vahşiliklerle esirlere muamele yapılması Ermeni milletinin nasıl bir gaddar ve kan için bir millet olduğunun gerçek bir ispatıdır. Böyle bir vahşi milletle bir ülkede yaşamak nasıl zordur bilemezsiniz.

Bu kadar zaman geçmesine rağmen yaşadığım olaylar halen gözlerimin önünden gitmemiştir.

Esirlikte kalan oğul ve kızlarımızın tabi bugüne kadar belli değil. Topraklarımızın yüzde yirmisi düşmanların ayağı altındadır. Biz Azerbaycanlılar mutlaka o topraklan kurtarmalı, kendi baba ocaklarına dönmelidirler. 

Orucava Hadice Haşan Kızı

1968 Aralık ayının 2’sinde Hocalı’da doğdum. Hocalı şehrini 23 yaşında terkettim.

Hocalı’yı 1992 Şubat ayının 25’nden 26’sına geçen gece saat 11.00’de Ermeni çapulcuları her taraftan ablukaya aldılar. Şehirde ışıklar yoktu. Ermeni çapulcuları 7-8 aydır kentin ışıklarını kesmişlerdi. Onlar her taraftan tanklar, ve silâhlarla kenti ateşe verdiler. Herkes bir tarafa kaçıyordu. Kadın, çocuk, ihtiyar şaşkınlıklar içindeydiler.

Çocuklarını kurtarmak için saklanmaya yer arıyorlardı. Ama, bütün bunlar imkansızdı. Her taraftan ateşler yağıyordu. Ben de ailemle beraber evden ayrılarak, koşmaya başladım. Komşumuzda millî ordunun askeri olan bir genç vardı. O bize “Şurada durmayın, zaman kaybetmeden ormana koşun, çünkü Ermeniler kente girmişler,” dedi. O gencin adı Vügar Hüseynov idi. Sonradan o da Ermeniler’e esir düştü. Ben ailemle beraber ormana doğru koşmaya başladım. Şehirle orman arasında koca bir nehir vardı.

Gar-gar nehri, o nehri geçerek ormana çıktık. Bizden sonra Ermeniler orman yolunu da ablukaya aldılar. Şehirden çıkamayanlar esir alınarak öldürüldüler.

İlk defa bizi aldıkları zaman annemin kalbi olaylara dayanamadan hemen durdu.

Daha sonra Ermeniler bizi komgide bilirse gelsin, gidemeyenler kalsınlar dediler.

Ermeniler 2 kişi idiler. Üzerimizde ne vardı ise alarak gittiler. Annemin öldüğünden dolayı gidemedik. Bir gece orada kaldık annemin üzerine ağaç dalları ile örterek oradan uzaklaştık. Eğer sağ kalırsak geri dönerek annemin cesedini oradan alalım.

Ertesi gün oradan uzaklaştık.

Babam, ablam iki çocuğu ile benden başka iki kız kardeşim ve yeğenim için yola çıktık. Herşey imkansızdı.

Ertesi gün küçük kardeşim Letafet ateşlenerek öldü. Daha sonra babamın anında kalbi durdu.

O annemle kız kardeşimin ölümüne tahammül edemedi.

3 kardeş, 3 çocukla ormanda yalnız kaldık. Herkes canını kurtarmak için bir tarafa koşuyordu.

Orman çok soğuktu. Açlık ve susuzluk bizleri mağlup etmişti. Uykusuzluk ve kaybettiğimiz 3 azizimiz. Şaşkınlıktan nereye gideceğimizi bilemiyorduk. Çocukların donmaması için gerekeni yapmaya hazırdık, ama maalesef şu ana kadar çıkmamız imkansızdı.

Sonunda zorlukla da olsa köyün bir köşesine ulaştık.

Dinlenmek için oturduk ama, nasıl uyuduğumuzu unuttuk. Sabah gözümüzü açtığımız zaman kendimizi Ermeni mezarlığının yakınında gördük.

Ablam çabuk zaman kaybetmeden kalkarak oradan uzaklaşmamızı istedi.

Bir anda 3-4 Ermeni çapulcularının bize taraf geldiklerini gördük. Oradan uzaklaşmak istedik ama yapamadık. 

Rus Gazetecilerin Gözü ile Hocalı

Başları kesilmiş insan cesetleri... Bu manzarayı çalıştığı Izvestiya gazetesinde V. Bellax şöyle kaleme alıyor: “Zaman zaman Agdam’a cesetler getiriliyordu. Tarih boyunca böyle bir şey görülmemişti. Cesetlerin gözleri çıkarılmış, kulakları ve başlar kesilmişti. Bir çok ceset tanklarla sürüklenmişti, işkencelerin haddi hesabı yoktu.”

Haydad, ASALA Ermeni terör örgütlerinin mali desteği ile “artsak işi”ne destek vermek, kanla kurmak istedikleri “Büyük Ermenistan”a hizmet için Hocalı’ya gelen Avrupalı Ermeni gazetecileri faciayı Azerbaycanlıların yaptıkları yolunda bilgilerle dünya kamuoyunu aldatmaya çalışıyorlardı. Ermeni askerlerinin, büyük askerî birliklerinin soykırım yapmadıkları, askerî operasyon sırasında on dört kişinin öldürüldüğü hakkında uluslararası kamuoyuna verilen bilgilerle olaylara, hakikate dayalı olmadığı için bu çabalar boşa çıkmıştır. Vahşeti, kan gölünü ilk kez gören Avrupa Ermenisi olan gazetecilerden biri işlenen fâciayı olduğu gibi aktarmaya çalışmıştı: “Hocalı’da katlettikleri yüz kişiyi yan yana dizerek köprü yaptılar. Ben bu köprüdeki cesetlerin üzerinden geçerken, ayağımı körpe bir çocuğun göğsüne basınca öyle bir titredim ki, fotoğraf makinem, bloknotum, kalemim yere düşerek kana boyandı. Kendimi tamamen kaybettim. Bedenim tir tir titredi.

Belki de bu Avrupalı Ermeni’nin soykırım olayını tasdiklemesi, kaleminin bu günahsız çocuğun kanma bulanması yüzündendir.

Hocalı soykırımını Karabağ ’da hayata geçiren, “Haydad” terör grubu’nun başkanı Suren Paşayan’dır. Paşayan, “canavar” lakabıyla tanınmaktadır. Türklere karşı gaddarlığı ve amansızlığı ile övünüyordu. İlginçtir ki bahsedilen gaddarlık ve akıllan durduracak katliam manzaraları 1915’te Ermeni çetecilerinin Anadolu’da sergilediği vahşete oluş şekilleri itibarıyla inanılmaz derecede benzemektedir. Türk’ün tarihinde asla yeri olmayan masum insanların katliamları, ırza tecavüz, yaşlı ve hamilelere işkence şekilleri korku filmlerinde bile göremeyeceğiniz bir yaratıcılıkta gerçekleştirilmiştir. 

Yabancı Gazetecilerin Gözü İle Hocalı

Soykırımın ilk günlerinde, 2 Martta Hocalı’nın adını ilk kez duyan, bu şehrin masum ahalisinin başına getirilen felaketleri kaleme alıp, yayınlamak isteyen yabancı gazeteciler olay yerine geldikleri zaman onlara cesur gazeteci, Hocalı felâketini ilk kez dünyaya yayınlayan Cengiz Mustafayev eşlik ediyordu. Cengiz ikinci kez Ketik Ormanı’nda, Nahçivanik yolundan üst üste yığılmış cesetleri, başının yarısı soyulmuş bebekleri, gözleri çıkarılmış çocukların resimlerini çekiyordu.

Hocalı’yı ölüm sessizliği sarmıştı. Kar üstünde yatan cesetler vahim bir durum arz ediyordu. Her yerden kan kokusu geliyordu.

Vahşiliğe, gaddarlığa bakıldığında Ermeni-Rus askerî birliklerinin uyguladıkları katliam yabancı gazetecilerin dehşete kapılmasına yol açmıştı, bazıları ise elleriyle gözlerini kapamış, helikoptere doğru kaçmışlardı. Kendini kaybedenler gözyaşlarını tutamayanlar da vardı.

Kanlı olayları gözleri ile görüp kameraya alan Fransız Jean Ive Janet “Biz Hocalı faciasına şahit olduk. Yüzlerce ceset gördük. Bunların içinde kadınlar, yaşlılar, çocuklar ve kenti savunanlar vardı. Emrimize helikopter verildi. Gökyüzünden gördüklerimizi kameraya kaydediyorduk. O zaman Ermeniler helikoptere ateş açtılar ve biz çekimi yarım bırakarak geri çekilmek zorunda kaldık. Savaş hakkında çok şey duymuştum. Alman Nazileri’nin gaddarlığını okudum ancak Ermeniler’in masum halkı ve 5-6 yaşındaki çocukları öldürmekle vahşilikte onları bile geride bırakmışlardı. Biz hastanede, vagonlarda, hatta çocuk bahçelerinde ve sınıflarda çok sayıda yaralı gördük.

Gaddarlık, arkadan vurmak, kanlı olayların merkezinde olmak Ermeniler’in değişmez genetik hafızasıdır. Dünyanın neresinde hangi meskeninde olursa olsun, Ermeni hasleti er veya geç kendini gösterir ve gösterecektir de. Bu Ermeni’ye kendi ırkından, kanından olanların ne yaptığım bilmiyoruz. Çünkü haydut Ermeni terör örgütü “milletin cellâdı olmak istemeyenleri” terörden uzak duran Ermeniler’i katletmekle, vahamet, korku yaratıyorlardı.

Soykırımla alâkalı yabancı ülke basınında diğer gazetecilerin kaleme aldıkları yazılarda bazı bölümleri dikkatinize sunuyoruz.

Washington Post; “Dağlık Karabağ kurbanları Azerbaycan’da toprağa verildiler. Kaçkınlar, Ermeni saldırısında yüzlerce kişinin öldürüldüğünü söylüyorlar. Yedi kişinin cesedi bugün gösterildi, bunların ikisi çocuk, üçü kadındır. 120 kaçkın Ağdam hastanesindedir, vücutlarında çok sayıda derin yaralar bulunmaktadır.”

The Times: “Ermeniler yüzlerce kaçkın ailesini katlettiler. Sağ kalabilenler Ermeniler’in 450’den fazla Türk’ü katlettiğini, öldürülenlerin çoğunun kadın ve çocuk olduğunu bildiriyorlar. Yüzlerce, hatta binlerce insan kaybolmuştur. “Onlar ateş ediyorlardı, ateş ediyorlardı, ateş ediyorlardı,” diyen Raziye Aslanova Hocalı’da Agdam’a kaçabilenlerden birisi, kocasının ve oğlunun öldürüldüğünü kızının ise kaybolduğunu söylüyor.”

The Times: “Katliam açığa çıktı. Anatoli Levin “Dağlık Karabağ’ın yamaçlarında aralarında kadın ve çocuklar olan altmıştan çok ceset ortaya çıkmıştır, bu ise Ermeniler'in Azerbaycanlı mültecileri katlettiği yolundaki haberleri doğrulamaktadır. Hâlâ bulunamayan yüzlerce kayıp vardır.”

The Times: “Onların çoğu tanınmaz hale gelmiştir, küçük bir çocuk yapayalnız kalmıştır.”

Krua J’Eveneman Dergisi (Paris), 25 Şubat 1992 tarihi: Ermeniler Hocalı’ya saldırmıştır. Bütün dünya vahşice Öldürülmüş insan cesetlerini gördüm. Azeriler binlerin öldüğünden bahsediliyor.

Sunday Times Gazetesi (Londra) 1 Mart 1992 tarihi: Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir.

Financial Times Gazetesi (Londra) 9 Mart 1992 tarihi: Ermeniler Ağdama doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azeriler bin iki yüz kadar ceset saymış, Lübnanlı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağa silâh ve asker gönderdiğini onaylamıştır.

Times Gazetesi (Londra) 4 Mart 1992 tarihi: Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmıştır.

İzvestiya (Moskova) 4 Mart 1992 tarihi: Kamera kulak-tan kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yansı kesilmişti. Arasında kafa derisi soyulmuştu.

Le Mond Gazetesi (Paris) 14 Mart 1992 tarihi: Agdam’da bulunan basın mensupları, Hocalı’da öldürülmüş kadın ve Çocuklar arasında kafa derisi yüzülmüş, tırnaklan çıkarılmış üç kişi görmüşler. Bu, Azerilerin propagandası değil bir gerçektir.

İzvestiya Gazetesi (Moskova) 13 Mart 1992 tarihi: Binbaby Leonid Kravets: “Ben kendim tepede yüze yakın ceset gördüm. Bir erkek çocuğunun kafası yoktu. Her tarafta işkenceyle öldürülmüş kadın, çocuk ve yaşlılar vardı.” 

Valer Actuel Dergisi (Paris) 14 Mart 1992 tarihi: Bu özerk bölgede Ermeni silâhlı birlikleri yakın doğuda üretilmiş teknolojiye, ayrıca helikoptere sahiptiler. ASALA’nın Suriye Lübnan’da askeri kamp ve silâh depoları vardır. Ermeniler yüzden fazla Müslüman köylerine saldın düzenlemiş ve Karabağ'daki Azerbaycanlıları öldürmüşler.

R. Patrik İngiliz Muhabir (olay yerinde bulunmuş): Hocalı’daki çokça maske, kanlı gözyaşları, ölüm, bedbahtlık, yıkımlar. Hocalılar’ı ne için katlettiler? Ya anneleri? Allah insanı cezalandırmak isteyince onun aklını alıyor.

Nie Gazetesi (Bulgaristan) Violetta Parvanova; Hocalı insanlığın faciasıdır.

3 Mart 1992’de BBC1 Morning News saat 07.37 yayınında durumu böyle aksettirmiş; canlı yayın muhabirimiz yüzden fazla Azeri erkek, kadın ve bebek dahil olmak üzere çocuk cesetleri gördüğünü ve bunların başlarına yakın mesafeden ateş edildiğini rapor ediyor.

16 Mart 1992 tarihli Newsweek’te Pascal Privat ve Steve Le Vine tarafından hazırlanan haberde katliam bu şekilde yansıtılmış. Geçtiğimiz hafta Azerbaycan yine bir morgun mahzeni gibiydi; bir caminin arkasına geçici olar kurulmuş morga sürüklenerek getirilmiş düzinelerce ceset ve yas tutan mülteciler... Bunlar 25 ve 26 Şubat tarihinde Ermeni kuvveleri tarafından istila edilen Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocalı köyünün Azeri sakinleriydi. Cesetlerin çoğu kaçmaya çalışırken yakın mesafeden vurulmuş bazılarının ytizkn paramparça idi, bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.

Human Rights Watch Hocalı katliamını Karabağ’ın işgalinden bu yana cereyan eden en kapsamlı sivil katliamı olarak nitelendirilmiştir.

Amerika gazeteci Thomas Goltz Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki fotoğraf çekebilmesi için kendisini objelerin üzerine gitmem gerektiriyordu. Ama olanları anlatmak, dünyaya duyurmak gerekliydi. Hayatta kalanları bularak hemen orada neler dediklerini kaydettik. Bazı cesetleri tanımaya çalıştım ama yüzleri tanınmayacak halde olanlar vardı. Bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.

Hocalı katliamına tanık olan ve daha sonra Beyrut’a yerleşen Ermeni gazeteci Daut Kheyriyan, “For the Sake of Cross” (Haç’ın Hatırı için) isimli kitabında sayfa 62-63 vahşeti böyle anlatıyor: “Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni Hocalı’nın bir kilometre Batısında bir yere 2 Mart günü yüz Azeri cesedini getirip gömdü. Son kamyonda on yaşında bir kız çocuğu başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyor, bedenim ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktı. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben geri döndüm, onlar ise Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.

Jean ive YUNET (Fransız gazetecisi): “Hocalı’da çocuk, yaşlı, kadın bir yerde hunharca öldürüldü. Helikopterle misli görülmeyen ölüm sahnelere tanık oldum. Bu kadar vahşicesine katliamı, Nazi Almanları’nın yaptığını dahi duymamıştım.”

V BELYKH (îzvestiya Muhabiri):  “... Kaçanlar ölüleri Agdam’a getiriyorlardı. Uykuda bile böyle görüntüler tüyler ürpertiyordu. Kesilmiş kulaklar, Çıkarılmış gözler, derileri soyulmuş kafalar, kesilmiş kafalar vs.”.

Korkunç Bir İddia: Ermeniler Cesetler Üzerinde Tıbbî Deneyler Yaptılar

Hocalı’da soykırıma maruz kalan insanların bağımsız doktorlar tarafından tıbbi kontrolleri yapılmıştır.. Bu tarafsız Tıbbi araştırmaların neticesinde bir gerçek daha ortaya çıkıyor ki, bu sadece insanlığa karşı değil dünyaya yönelik vandalizm olayıdır.. Çünkü söz konusu tıbbi komisyonun muayene ettiği cesetlerin çoğunun üzerinde Ermenilerin deneyler yaptıkları kesin delillerle sabittir. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun, insanların cesetleri üstünde yapılan deneyleri dehşete kapılmadan izlemek mümkün mü?.

Dolayısı ile Kafkaslarda bir insan nesli sırf inancından ve millî kimliğinden dolayı emperyalist zalimlerce katledilirken, katliamcılara alkış tutan ve parlamentolarında sözde soykırım yasalarını alkışlayarak kabul eden devletlerin de zalimleri uluslararası siyaset arenasında destekleyerek zulme ortak oldukları unutulmamalı, unutturulmamalıdır.

Kaldı ki tarih boyunca Türk milleti hiç bir halka zulmetmemiş, bütün halkların dinî, millî, ırkî haklarını korumuştur. Savaşırken bile merhamet, savaş kurallarına riayet, savunmasız masum sivillerin zarar görmemesi, hayvanlara, bitkilere, su kaynaklarına ve tarihi eserlere zarar verilmemesi fikrinin hep ön plânda olmasına önem vermiştir.

Bugün elimizde bu kadar canlı kanıtlar olmasına rağmen hâlâ medeni dünyanın gözünün içine baka baka, geçmişimizi karalamaya kalkıp, üstelik hem suçlu hem güçlü mantığı ile sözde bir “Ermeni soykırımı” iddiası yapanlar size sesleniyorum:

Asil ve yüce Türle milleti tarihi boyunca “emaneti sıdıka” olarak bildiği ve hep koruduğu bu insanların her dönemde vahşetine maruz kalmıştır.

Çünkü Hocalı katliamı da diğerleri gibi soykırımın cüzi bir örneği gibi görünse de asırlar boyu tekrarlanan o bildik vahşetin göstergesidir.

4. Hocalı Katliamından Sonra Karabağ Savaşı 

Hocalı'nın ele geçirilmesinden sonra Ermenistan'ın hedefi Karabağ'daki son direniş noktası olan Şuşa şehriydi. Ermeniler Şuşa'nın kuşatmasını daha sıkılaştırmışlardı. Ermeniler, bu kez 6 Mayıs gecesi Nahçıvan'ın Günnük köyüne saldırdılar. İlerleyen günlerde Ermenilerin Nahcıvan'a saldırıları devam etmiştir.

Ermeni saldırılarının Nahçıvan'da yoğunlaşması üzerine Nahçıvan Parlamento Başkanı Haydar Aliyev, Türkiye'den yardım istedi. Türkiye'de Nahcıvan'a müdahale tartışılırken Ermeniler, Karabaşın Fuzuli, Geremboy ve Şuşa şehirlerine karı topyekün saldırıya geçtiler. Azerbaycan Savunma Bakanlığı'nın açıklamasına göre özellikle Şuşa, yoğun top ve roket ateşine tutulmuştu. Sonunda Şuşa, 8 Mayıs'ta Ermenilerin eline geçti. Artık Ermenilerin yeni hedefi Dağlık Karabağ'ı Ermenistan'a bağlayan Laçin idi. 

Ermenilerin 16 Mayıs'ta Laçin'in düşmesinin ardından yeniden Nahçıvan'a saldırması Parlamento Başkanı H.Aliyev'in Türkiye'den askeri müdahale şeklinde bir yardım istemesine sebep oldu. Bu da Ankara'da ciddi olarak Nahçıvan'a askeri müdahale tartışmasını başlattı

Haziran 1992'den itibaren Azerbaycan, özellikle Ebulfeyz Elçibey'in Cumhurbaşkanı olmasından sonra yeni bir düzenli ordu kurarak Karabağ'ı Ermenilerden geri alma mücadelesine girişti. 15 Haziran'da 15 köyü geri alan Azerbaycan Ordusu, 16 Haziran’da stratejik bir bölge olan Şaumyan'ı ele geçirdi. Bunun üzerine Ermeniler, 16 Haziran'dan beri ateşkes talebinde bulunmaya başladılar. 

1993 yılına gelindiğinde Dağlık Karabağ Ermenileri, Azerilere karşı saldırılara geçtiler. Azerbaycan Savunma Bakanlığı'na göre, Ermeni kuvvetleri, 6 Şubat 1993 gecesi Karabağ'ın Akdere bölgesine son iki ayın en büyük saldırısını yaparak Sirhavend ve Çaldıran kasabalarım ele geçirdiler. 

Ermenistan 31 Mart 1993 sabahından itibaren Azerbaycan topraklarına doğru saldırıya geçti. Kelbecer bölgesine yönelik bu Ermeni saldırısı sonucunda ilk aşamada sınırdaki 130 Azeri köyü işgal edildi ve bölgedeki 60.000 Azeri iç bölgelere doğru kaçmaya başladı. Nihayet, 4 Nisan'da Kelbecer’in Ermenilerin eline geçmesiyle Dağlık Karabağ fiilen Ermenistan'a bağlanmış oldu. Azerbaycan Savunma Bakanlığı'na göre, Ermenistan’a ait askeri birliklerin desteğiyle Kelbecer'in düşmesinin ardından Karabağ ile birlikte 7500 km2 Azerbaycan toprağı Ermenistan'a ilhak edilmişti.

Ermeniler Kelbecer'den sonra son olarak da bölgenin İran ile bağlantısı olan Fuzuli ve Gubatlı'ya saldırdılar. bunun dışında Ermeniler, 9 Nisan'dan itibaren Azerbaycan'ın güneybatısındaki Fuzulî bölgesine saldırdılar. Saldırıyla beraber Ermeni topçusu, Kubatlı, Zengelan ve Laçin'i yoğun topçu ateşine tuttu. Anlaşılan o ki; Ermenilerin anacı, Fuzuli'yi ele geçirerek Karabağ'ı Azerbaycan'dan tamamen koparmak ve Ermenistan'a bağlamaktı.

1993 Ağustos ortalarında Ermeniler, yeniden stratejik Fuzuli bölgesine yönelik saldırılarına başladılar ve 22 Ağustos tarihlerinde bu kenti ele geçirdiler. Bununla yetinmeyen Ermeniler, Dağlık Karabağ'a hiçbir sınırı olmayan Zengilan'a havadan ve karadan geniş çaplı bir saldırıya giriştiler. 

Bu sırada, Azerbaycan'da iktidar değişikliği olmuş ve Ebulfeyz Elçibey'in yerine Meclis Başkanı Haydar Aliyev gelmişti. Bunun anlamı bir bakıma, Azerbaycan'ın Rusya'ya yaklaşması demekti. Nitekim, Azerbaycan'ın yeni lideri Haydar Aliyev, ilk ziyaretini Moskova'ya yaptı ve Rusya'dan Karabağ'a asker göndermesini istedi. Rusya ise bu teklifi derhal kabul etti. Azerbaycan daha sonra BDT’ye girdi ve 8 Ekim 1993’de Rusya, Ermenistan ve Gürcistan ile birlikte Kafkasya'nın güvenliğinin ortaklaşa sağlanması yönündeki bir anlaşmaya imza koydu.

Aynı şekilde, Nisan 1994'de Moskova'da yapılan BDT Zirvesi'nde Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin de BDT'nin Kafkasya sınırlarının ortak savunulmasından söz ederek amacın "dıştan gelecek tehditlere karşı sınırları güçlendirmek" olduğunu açıklamıştı. Ancak, zirvede Karabağ meselesi ele alınmamış ise de Azerbaycan ile Ermenistan, bölgede tarafların arasına Rus ayırıcı güçlerinin yerleştirilmesini öngören Rus planına karşı olmadıklarını açıklamak zorunda kaldılar.

Azerbaycan Milli Meclisi'nin 22 Nisan 1994'de açıkladığı bu Rus planı, Azerbaycan için adeta bir ölüm fermanıydı ve barıştan daha fazla Ermeni işgalini meşrulaştıran bir niteliğe sahip idi. Bu taslak halindeki Rus planı Azerbaycan'da tartışılırken, BDT Parlamentolar arası Meclisi'nin girişimiyle 4-5 Mayıs 1994 tarihleri arasında Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'de Azerbaycan-Ermenistan savaşını sona erdirmek amacıyla bir toplantı yapıldı. Toplantı sonunda bir barış protokolü hazırlandı. Ancak Azerbaycan, milli çıkarlarına aykırı bulduğu için bu protokolü imzalamadı. Daha sonra Rusya'nın baskıları sonunda 8 Mayıs 1994'de Bişkek protokolü nü imzalamak zorunda kaldı. Üç aşamada uygulanacak olan bu protokolün ilk aşamasında altı günde ateşkes sağlanacak; ikinci aşamada, işgal edilmiş topraklar karşılıklı boşaltılacak (Dağlık Karabağ sınırlarının dışında kalan 6 işgal edilmiş bölge 34 gün içinde boşaltılacak); son aşamada ise, Dağlık Karabağ'ın statüsü hakkında görüşmeler başlayacaktı. Azerbaycan bu planı kabul etmekle Ağdam, Fuzuli, Cebrail, Zengilan, Kubatlı ve Kelbecer bölgelerini kurtarmış; Şuşa ve Laçin'in kaderini en azından müzakere etmek imkanına kavuşmuş olacaktı. Oysa, Rusya'nın bu planı uluslararası hukuk kurallarına, BM ve AGİK'in güvencesi altında olan Azerbaycan'ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne ters düşmekteydi.

Sonunda, Rusya ve AGİK’in girişimiyle 12 Mayıs 1994'de Azerbaycan, Ermenistan ve Karabağ Ermeni temsilcileri arasında karşılıklı faks mesajlarıyla bir ateşkes anlaşması imzalandı. Ardından, ilgili tarafların Savunma Bakanları, 16 Mayıs’ta Moskova'da bir araya gelerek çatışma bölgesinde askerden arındırılmış bir bölgeye Rus askerlerinin yerleştirilmesini öngören bir planı kabul ettiler. Böylece yaklaşık 6 yıl devam eden Azerî-Rus savaşı sona erdi. Fakat bugün bile ihtilaf devam etmektedir.

5. Ermenilerin Son Vahşeti 

Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecine girmesiyle birlikte Azerbaycan'a bağlı Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermenilerin Ermenistan'a bağlanmak istemeleri sonucunda patlak veren Dağlık Karabağ sorunu, özellikle 1988-1993 döneminde, bu bölge dışında kalan Azerbaycan topraklarının da (1/15) Ermenistan tarafından işgal edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu süreçte Ermeniler, açıktan olmasa bile Rusya ve Batı Dünyasının desteğini kazanmışlardır. Azeriler topraklarının yanı sıra binlerce insanını kaybetmiş ve binlerce Azeri de Ermenilerin işgal ettiği topraklardan göç etmek zorunda kalmışlardır.

Ermenilerin Azerbaycan’da mezalim uygulaması, soykırım yapması ve topraklarını işgal etmesi hakkında en iyi örnek yine kendi itirafları, bazı Rus ve Gürcü bilim adamlarıdır. Bu konuda Kaçaznuni, Lalayan, Veliçko, Glinka, Çavçavadze, Karinyan, Karibi vb. Ermenilerin mezalimlerinden yazdıkları eserlerinde bilgi vermişleridir. Hatta Rus araştırmacısı Veliçko, Ermenilerin gelecekte başkenti Tiflis olan ‘Büyük Ermenistan’ planı üzerinde işlediklerini bile yazmıştır. 

Ermeni güçleri 1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecede bölgedeki 366. Alayın da desteği ile önce giriş ve çıkışını kapadığı Hocalı İlçesinde, hem Azeri resmî rakamlarına göre, 83 çocuk, 106 kadın ve 70’denfazla yaşlı dâhil olmak üzere toplam 613 sakin öldürülmüş, toplam 487 kişi ağır yaralanmıştır. 1275 kişi ise rehin alınmış ve 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, başları kesildiği görülmüştür. İnsan Hakları İzleme Örgütü olayı Dağlık Karabağ Savaşı içerisinde yapılan en büyük katliam olarak nitelemiştir. Azerbaycan Parlamentosu 1994’te Hocalı'da yaşanan katliamı soykırım olduğunu ilan etmiştir.

Ermeni mezaliminde masum Türk insanına, hasta, bebek, çocuk, yaşlı, kadın ve silahsız demeden katletmesi sonucu suçlular yargılanmamış ve cezasız kalmışlardır. Hatta tüm bunlar göz ardı edilerek bugün Ermenistan ve birçok ülkede devlet protokolünde yer almaktadır.

Tüm bunlar azmış gibi Türkiye ve Azerbaycan topraklarına göz dikmesi, Azerbaycan Topraklarının % 20’ni işgal etmesi, 1 milyon Azeri’nin öz vatanında göçmen-kaçkın statüsünde yaşaması ve onlarca insanının halen esir olduğu gerçeği hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Durum böyle iken Erivan yönetimi ile koordineli bir şekilde çalışan Ermeni lobisi, ezilmiş toplum kimliğine bürünmüşlerdir. Böylece gerek Azerbaycan, gerekse Osmanlı döneminde yaptıkları isyan ve katliamları kamufle etmeye ve günümüzde işgal altında tutulan Karabağ Bölgesini dünya kamuoyuna unutturmaya çalışmaktadırlar.

Ermeniler tarafından başlatılan bu savaş tam anlamıyla işgal, etnik temizlik (soykırım)ve sürgüne dönüşmüştür. Azerbaycan topraklarının % 20’ninişgal edildiği söz konusu süreçte, 18 bin Azeri katledilirken, 20 binden fazla yaralanmış, 50 bin kişi sakat kalmış ve 66’sı çocuk olmak üzere 5 bin 101 Azeri ise kayıp veya esir düşmüştür. Ermeni işgalleri neticesinde yerlerinden yurtlarından sürülen 1 milyon Azeri’den 135 bini sağlıksız koşullar altında vagonlarda, çadır kentlerde ve mülteci kamplarında yaşam mücadelesi verirken yüz binlercesi de akrabalarının ve devletin diğer kurumlarına sığınmışlardır.Göçmenlerin % 26’sı yetersiz beslenmeden ve sağlıksız yaşam koşullarından dolayı adeta işkence çekmektedirler. Öte taraftan yaklaşık 143.000 göçmene BM Mülteciler Komiserliği ve diğer bir takım uluslar arası yardım kuruluşları tarafından sağlanan desteğin 2005 yılında kesilmesi ayrı bir problem oluşturmuştur. Ermenistan’ın bu ve diğer sorunlar nedeniyle Azerbaycan ekonomisine 60 milyon dolar zarar, olayın ciddiyeti bakımından ayrı bir önem arz etmektedir.

 

KAYNAKÇA

Süreli Yayınlar: 

Cumhuriyet

Hürriyet

Milliyet

Tercüman

The Times

 

Kitap ve Makaleler: 

Abdülali Emircan, Mehmet Emin Gerger, Ermeni Vahşeti: Büyük Ermenistan Hayali ve Kars'tan Karabağ'a, Cemre Yayınları, İstanbul, 1992. 

Ahmet-Bey Cavanşir, Karabağ Hanlığının Tarihi, çevi. E. B. Şükürzade, Türkmenistan Türkleriyle Dayanışma Derneği (Azerbaycan Dayanışma Gurubu) (TTDD), İstanbul, 1993. 

Aygün Attar, Haşimzade, Karabağ Sorunu Kapsamında Ermeniler Ve Ermeni Siyaseti, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2005. 

Boran Aziz, Mart Faciasından Hocalı’ya Azerbaycan’da Ermenilerin Türk Soykrımı, haz. Sebahattin Şimşir, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2013.  

Cemaleddin Taşkıran, Geçmişten Günümüze Karabağ Meselesi, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara, 1995. 

Dağlık Karabağ Sorunu Dar Alanda Büyük Oyun,  Edit. M. Turgut Demirtepe, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK), Ankara, 2011. 

Dursun Yıldırım, Karabağ Dosyası, 2. bs.Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1991. 

Dursun Yıldırım, M. Cihat Özönder, Karabağ Dosyası, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 1990. 

Elxan Süleymanov, Hocalı Soykırımı Senetlerde, Faktlarda Ve Matbuatda 1992 = Khojaly genocide in documents, facts and foreign press) = Hoghalunskuu genoçug, Azerbaycan’da Vatandaş Cemiyyetinin İnkişafına Yardım Assosiyası, Bakü, 2006. 

İç ve Dış Basında Karabağ Olayları –Bibliyografya,Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Dokümantasyon Daire Başkanlığı, Ankara, 1992-1992. 

Mehmet Emin Gerger, Belge ve Fotoğraflarla Kars’tan Karabağ’a Ermeni Vahşeti, Gerger Yayınları, İstanbul,  2012. 

Mirza Cevanşir Karabağlı, Karabağ Tarihi, çev. Tahir Sünbül, Kök Yayınları, Ankara,1990. 

Nazile Abbaslı, Yüzyılın Soykırımı: Hocalı, Bilge Karınca, İstanbul, 2011. 

Nesrin Sarıahmetoğlu, Azeri - Ermeni münasebetleri ve Dağlık Karabağ Olayları, Tez (Yüksek lisans).--Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, 1989

Nesrin Sarıahmetoğlu, Karabağ, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2011. 

Ömer Göksel İşyar, Sovyet- Rus Dış Politikaları ve Karabağ Sorunu : Bölgesel Ve Global Güvenlik Çıkarları Bağlamında, Alfa Basım Yayım, İstanbul, 2004. 

Sabir Rüstemhanlı, Karabağ, haz. Sabahattin Çağış, Ayşe İlker, Akademi Kitabevi, İzmir, 1993.