1913 DOĞU ANADOLU ISLAHATI PROJESİ
“Doğu Sorunu” veya diğer bir ifadeyle “Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması, Anadolu’nun taksimi planı” XIX. Yüzyıldan başlayarak XX. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar Avrupa ve dünya diplomasisinin en önemli konularından bir olmuştur. XIX. Asrın sonlarına doğru hızlı bir çözülme dönemine giren Osmanlı Devleti, siyasî, iktisadî, askerî, sosyal vs. alanlarda olmak üzere çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldı. Bu durumda devlet adamları kapsamlı reform programları uygulamaya çalıştılar. Fakat bütün bunların uygulanabilmesi ekonomik külfetleri gerektiriyordu. Çeşitli nedenlerle uygulanamayan ıslahat programları yüzünden, devlet otoritesi taşrada giderek zayıfladı.
XIX. Yüzyılın sonlarında ülkenin siyasî, iktisadî, askerî, malî, adlî vs. alanlardaki sorunlarının çözüme kavuşturulabilmesi amacıyla modern anlamda ıslahat yapmak üzere müfettişlik uygulamasına geçildi. Bu sırada ortaya çıkan Bulgaristan, Makedonya, Rumeli, Ermeni Sorunu, vb. gibi devletin başını ağrıtan problemler karşısında Osmanlı hükûmetinin, müfettişlik uygulamasını gündeme getirdiği bilinmektedir. XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarındaki uygulamalara bakılırsa müfettişliklerin mülkî-idarî yönlerinin ağır bastığı anlaşılır. Diğer yandan Mahmut Şevket Paşa'nın 31 Mart Olayından sonra Hareket Ordusu ile İstanbul'a girmesi ve ardından başkentte otoriteyi sağlamasından sonra, ordunun gelişme ve ilerlemesi için askerî müfettişlik uygulamasını da başlattığı bilinmektedir.
Şekil 1: 31 Mart Ayaklanması sırasında İstanbul
Islahat Fermanını takip eden dönemden itibaren yabancı müdahalesinin her alanda giderek artmaya başlamasından sonra Ermeni toplumu da harekete geçmiştir. Bu arada belirtmek gerekirse, II. Meşrutiyet ortamının sağladığı aşırı özgürlük, ortamında devlete en çok güçlük çıkarabilecek iki toplum ortaya çıkmıştır: Bunlardan biri Ermeniler, diğeri Araplardır. Özellikle Ermeniler büyük devletlerin himayesine kavuşmuş bir topluluk idiler. Nitekim Berlin Antlaşmasından Balkan savaşlarına gelene kadar geçen devrede büyük devletlerin Osmanlı Devleti ile ilişkilerini, büyük ölçüde Osmanlı hükûmetlerinin Ermenilerle olan ilişkilerine göre düzenledikleri de bir gerçekti.
Ermenilerin Osmanlı İdaresine Karşı Propaganda ve Faaliyetleri
Tanzimat Fermanından sonra Islahat Fermanı ile çok geniş haklara kavuşan azınlıklar, büyük ölçüde hareket serbestisine kavuştukları gibi, ayni zamanda bir Avrupa devletinin himayesini kabul ederek çeşitli nedenlerle yönetime, uygulamalara ve kanunlara karşı zaman zaman isyan ettiler. Osmanlı Devleti bundan böyle komşularıyla olsun, Avrupa devletleriyle olsun anlaşmalar imzalarken mutlaka azınlıklar konusunun masa başında yer aldığını gördü. Böylece azınlıklar yoluyla büyük devletlerin Osmanlı politikası ve yönetimine müdahaleleri dönemi başlamış oldu. Özellikle XX. Yüzyılın başlarından itibaren Avrupa’nın büyük devletlerinin Ortadoğu bölgesinde hedef aldıkları tek ülke Osmanlı İmparatorluğu idi. Batılı devletler, Ortadoğu’daki emellerine ulaşmak için Ermeni, Süryani, Nasturi, Rum ve Maruni gibi etnik topluluklar üzerinde daha çok ilgilenerek, onlar aracılığıyla politikalarını gerçekleştirmek istiyorlardı. Halbuki bu azınlık toplulukların hemen hemen tamamı kendi dinî cemaatlerine tanınmış olan haklar çerçevesinde kültürlerini serbestçe yaşama hakkını ellerinde bulunduruyorlardı.
1877–1878 Osmanlı Rus Savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması, Avrupa devletleri tarafından tanınmadı ve 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Rusların Osmanlı Devletinden elde etmiş oldukları birtakım imtiyazlar ellerinden alındı; azınlıkların durumu büyük devletlerin garanti kapsamına alınmış oldu. Bu tarihten itibaren de Ermeni Sorunu, uluslar arası bir mesele haline geldi. Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi Ermeni önde gelenlerinin yaptıkları yorumlara göre, ileride kurulması muhtemel Ermeni devleti binasının temellerini atmıştır. Öte yandan, Osmanlı hükûmetinin Ermenilerin yaşadığı bölgelerde gereken reformları yapmayı kabul etmesi ise, idarî özerkliğe doğru atılan bir adım olarak değerlendiriliyordu. Ermeniler ise, gereken reformların yapılıp yapılmadığının denetlenmesini büyük devletlerden bekliyorlar, eğer büyük devletler gözetlemeyi yapmazlar veya yetersiz kalırlarsa harekete geçmek gerektiğini belirtiyorlardı. Osmanlı Devleti, Berlin antlaşmasında taahhüt ettiği ıslahatı uygulamaya koymak istemedi. Çünkü ıslahat programını tatbik ettiği vilayetler birer birer imparatorluktan koparılmıştı. İmparatorluğun hakim unsurunun yurdu olan Anadolu’da bu ıslahatın uygulanması durumunda, önceki örneklerde olduğu gibi olumsuzluklarla karşılaşabileceği endişesi, bu ıslahat programının Anadolu’da uygulanmasını geciktirmiştir.
Berlin Antlaşmasından sonra Ermeni Sorununun takipçisi olan İngilizler ve Ruslar her fırsatta konuyu gündemde tutmaya büyük önem verdiler. Gerçi Ruslar 1828–29 Osmanlı-Rus savaşından itibaren Ermenilerle yakınlık kurmaya başlamışlardı. İngilizlerin de bu konuda geri kalmadıkları bir gerçekti. Hatta İngilizler, Osmanlı Devletinin hizmetinde bulunan Baker Paşa’nın 1879 yılında Doğu Anadolu’da genel vali olarak görevlendirilmesi dahi teklif etmişlerdi. Osmanlı ülkesinde Ermeni terör olaylarının artması üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya devletlerinin İstanbul’daki elçileri, 11 Mayıs 1895 tarihinde Osmanlı hükûmetine bir memorandum ile müracaat ederek, Doğu Anadolu vilayetlerinde yapılmasını istedikleri ıslahata dair 40 maddelik bir proje verdiler.
11 Mayıs 1895 tarihli olan bu ıslahat projesinde başlıca şu konulara yer verilmişti:
1. “Valilerin tayini ile ilgili olarak güvence verilmesi,
2. Siyasî suçlardan hüküm giymiş olan Ermenilerin affedilmesi,
3. Göç eden ve sürgün edilen Ermenilerin yerlerine geri döndürülmesi,
4. Hapishane ve mahkemelerin durumlarının yeniden kontrol edilmesi,
5. Vilayetlerde yapılacak ıslahat için olağanüstü yetkilerle donatılmış komiserlerin atanması,
6. Zarar gören Ermenilerin her türlü zararının ödetilmesi,
7. İstanbul’da daimi bir kontrol komisyonunun kurulması,
8. Din değiştirme meselesinin bir kanuna bağlanması,
9. Ermenilere verilen hukukî imtiyazların bütünüyle korunması ve uygulanması,
10. Anadolu’nun başka bölgelerindeki Ermenilerin durumlarının da dikkate alınması.”
Doğu illerinim muhtariyete doğru götürecek olan bu projenin içyüzü kısa sürede anlaşıldığından, II. Abdülhamit tarafından reddedildi. Bu sırada İngiliz, Fransız ve Rus büyükelçileri Anadolu’da ıslahat yapılacak vilayetlere bir Avrupalı komiser tayinini teklif ettiler; fakat bu teklif Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine Osmanlı hükûmeti konuyu detaylı bir şekilde araştırmaya koyuldu ve bu amaçla bir komisyon oluşturuldu.
Bu kritik dönemde Anadolu Islahat Müfettişliğinin teşkili bir anlamda genel valilikten başka bir şey değildi. İlk defa 1879 yılında müfettişlik konusunu siyasî gündeme getiren İngiltere’nin amacı, bu yolla ileride Doğu Anadolu’da oluşturulacak özerk veya bağımsız Ermenistan’ı elde tutmaktı. İngiltere’nin bu gizli maksadını ise Osmanlı devlet ricali biliyordu. Nihayet Osmanlı hükûmeti 27 Haziran 1895 tarihinde Müşir Ahmet Şakir Paşa’yı Anadolu Vilayetleri Genel Müfettişliğine tayin ederek İngiltere’nin tekliflerine bir ölçüde cevap vermiş oldu. Müşir Şakir Paşa oldukça geniş yetkilerle bölgeye gitti ve ıslahata başladı. Gerçi Şakir Paşa’nın görevlendirilmesini İngilizler pek hoş karşılamadıkları gibi, Ermeni ileri gelenleri de buna tepki gösterdi. Bütün bu tepkilere rağmen, Şakir Paşa 24 Ağustos 1895-20 Ekim 1899 tarihleri arasında Doğu Anadolu vilayetlerinde müfettişlik görevini geniş çaplı olarak icra etti.
Bununla birlikte, II. Abdülhamit döneminde Aşiret Mektepleri ve Hamidiye Hafif Süvari Alayları teşkiliyle Doğu Anadolu’da asayiş nispeten sağlanmıştı.
Şekil 2: Hamidiye Süvari Alayları, Kaynak: Lynch, Armenia: Travels and Studies, Vol. 1, London 1901.
1909 yılından sonra iktidarı büyük ölçüde eline geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, Hamidiye Süvari Alaylarını tasfiye yoluna gidince, aşiret reisleri de küstürülmüş oldu.
Şekil 3: Bâb-ı Âli Baskını'ndan bir gün sonra Albay Tyrrell ile Enver Bey
Bu sırada bölgede kol gezen İngiliz, Fransız ve Rus ajanlar aşiret reislerini Osmanlı devlet otoritesine karşı isyana teşvik ettiler. Ayrıca aşiretlerle-azınlık Ermeniler arasındaki problemler yeniden körüklendi ve düşmanlık tohumları atıldı. Ermeni köylerinin baskınlara maruz kalması, Ermenilerin koruyuculuğunu üstlenen İngiliz ve Rusları harekete geçirdi. Doğu vilayetlerinde görev yapan İngiliz konsolosları, aşiretlerin Ermenilere karşı sert tutumlarını Osmanlı yöneticileri nezdinde şiddetle protesto ediyorlardı. Hatta Hristiyan halka karşı yöneltilen bu olaylarda Bitlis ve Van dolaylarındaki yerel yöneticilerin de işbirliğinin olduğu iddiasını ileri sürmeye başladılar. Konsoloslar tarafından 1912 yılından itibaren Doğu Anadolu’daki aşiretlerin bir kısmının Rusya’dan silah ve yardım aldıklarına dair gönderilen raporlar İngilizleri büyük bir endişeye sevk ediyordu. Bu arada 1913 yılından itibaren Doğu Anadolu’da aşiretlerle Ermeniler arasındaki çatışmalar daha da şiddetlenmiştir. Bütün bunlar olurken, bölgede asayişin ancak güçlü jandarma kuvvetine sahip olmakla mümkün olabileceğini anlayan Osmanlı hükûmeti jandarma teşkilatını günün şartlarına göre düzenleyerek bu sıcak bölgelerde görevlendirdi. Ayrıca jandarma ile ilgili talimatlar yeniden düzenlendi, buna göre müfettişlik teşkilatı faaliyete geçirildi.
Osmanlı Devleti içişlerinin karışık olduğu bir dönemde yeni bir savaşa girdi. Balkan Savaşlarında Slav ve Yunan hükûmetleri karşısında Türkiye'nin yenik duruma düşmesi Ermenilerin heyecana kapılmalarına neden oldu.
Doğu Anadolu Vilayetlerindeki Konsolos ve Casuslarının Faaliyetleri
Batılı devletlerin Osmanlı imparatorluğu üzerindeki çekişmelerinin temelinde ekonomi yatmaktadır. Yabancı sermayenin imparatorluğa girmesi, sürekli olarak alınan dış borçlar ve bu borçlanmalar karşılığı diğer devlet gelirleri yanında Balkanlarda bulunan bağlı devletlerden alınan vergilerin karşılık gösterilmesi, Batılı ülkeler için imparatorluğu sömürge ve toprak koparma açısından en elverişli yer durumuna getirmiştir. Sanayi inkılabından sonra bütün ilgisini Ortadoğu bölgesine yönelten Batı ülkeleri bölgeye yerleşmek için her türlü gizli ve açık yolu amacına hizmet etmek üzere kullanmıştır. Sömürge yarışına 1890’lı yıllarda Almanlar da katılıp, Batı’nın hammadde kaynaklarına doğru Berlin-Bağdat demiryolunu yapmaya başlamalarıyla Batı’nın tüm gizli servisleri imparatorluğun içerisinde cirit atmaya başlamışlardır. Gittikçe büyüyen sömürge imparatorlukları ve gittikçe artan savunma harcamaları daha 1908’li yıllarda Birinci Dünya Savaşına giden yolu açmıştır. Nitekim gizli servislerin dünya siyasetinde etkili oldukları ve zaman zaman bazı ülkelerin tarihini oluşturdukları belgelerle ortaya çıkarılmaktadır. Osmanlı Devletinin denetiminde bulunan Ortadoğu bölgesi, XIX.-XX. yüzyıllarda emperyalist devletlerin ajanlarının kol gezdiği bir bölge haline gelmiş, bu coğrafyada sıcak savaş öncesinde ajanlar arasında çok çetin psikolojik savaşlar yapılmıştır. Batılı güçler Ortadoğu’ya hakim olurlarken, bölgenin etnik unsurlarından yararlanmasını çok iyi bilmişlerdir. Bütün batılı servisler, azınlıkları kullanmışlardır. Ortadoğu, Alman ve İngiliz arkeologların, aslında gizli servis elemanlarının faaliyet alanı haline gelmiştir.
1913 yılı Mayıs ayında aşiretlerin Van tarafında Ermenilere, Hakkari tarafındaki Nasturilere saldırıp bir kısmını öldürüp, sürülerini de gasp ettiklerini, İstanbul’daki İngiliz konsolosu Gerard Lawther’dan öğrenen İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey, konsolosa gönderdiği 29 Haziran 1913 tarihli cevabında; “Bir Ermeni öldüren bir aşiret mensubu, sadece Ermeni öldüren bir adam olarak değil, bir katil olarak işlem görmezse, o yörelerde güvenlik ve düzenin kurulması beklenemez” diyordu.
Şekil 4: Edward Grey
Bu sırada Sadrazam ve Harbiye Nazırı olan Mahmut Şevket Paşa ise anılarında, Ermenilerin hem huzursuzluk yaratıp fesat tertip ettiklerini, hem de korktuklarını ifade ediyordu. Öte yandan Van’da görevli bulunan İngiliz konsolos yardımcısı Molyneux-Seel 9 Temmuz 1913 tarihinde büyükelçi Gerard Lawther’a gönderdiği raporunda, eğer Türk hükûmeti bölgede gerekli tedbirleri alırsa, Ermeni sorununun ortadan kalkacağını ve Ermenilerin Rusya’ya yönelmelerinin de önleneceği ifade ediliyordu.
Bu arada Rusya’nın Doğu Anadolu vilayetlerindeki faaliyetleri, Petersburg’daki Osmanlı büyükelçisi tarafından devamlı olarak izlenmektedir. Petersburg sefirinin 22 Şubat 1913 tarihinde gönderdiği uzunca bir şifrede, Doğu Anadolu vilayetlerindeki Rus ajanlarının çalışmaları anlatılıyor; özellikle profesör ünvanlı ajanlara dikkat çekilmesi tavsiye ediliyordu. Rusların bölgede muhtemel bir askeri harekâta zemin hazırlamakta oldukları ifade edilerek devletin bu konuda gerekli tedbiri alması isteniyordu. Büyükelçi gönderdiği yazıda ayrıca, Petersburg’da Rus baskısı, takibi altında bilgi toplamanın zorluğunu da dile getirmektedir.
İngilizlerin resmi sıfatla görev yapan konsoloslarının yanında, Doğu Anadolu vilayetlerinde Osmanlı hükûmetinden izinsiz olarak gizliden gizliye faaliyette bulunan pek çok yabancının mevcut olduğu, bölge valileri tarafından devlet merkezine gönderilen raporlardan anlaşılmaktadır. Diyarbakır valisi Celal Bey’in 6 Mayıs 1913 tarihinde Dahiliye Nezaretine gönderdiği şifre telgrafta bölgede İngiliz casuslarının kol gezdiğini belirtiyor, bunların amacının Ermenilerle aşiretlerin arasını açmak olduğunu ifade ediyordu. Celal Bey ayrıca, bölgede Rus ve İngiliz propagandasının giderek arttığını ifade ederek, Almanların bölgede faaliyete geçmelerinin denge siyaseti açısından gerekli olduğunu belirttikten sonra; hükûmetin bu konudaki fikrini öğrenmeye çalışıyordu. Başkumandan vekili Ahmet İzzet Paşa ise, Trakya’daki Sancaktepe karargâhından sadarete yazdığı 14 Mayıs 1913 tarihli tezkirede ise, çok iyi derecede Türkçe bilen iki Rus’un Kafkaslardan Doğu Anadolu’ya girerek Ermenileri tahrik edeceği haberini aldıklarını belirterek, hükûmet tarafından gerekli önlemlerin alınması konusu dile getiriliyordu.
Şekil 5: Ahmet İzzet Paşa
1913 yılı Nisan ayından itibaren Doğu Anadolu vilayetlerinde görevli bulunan valilerden gelen telgraflarda hep ajanların faaliyetleri hakkında bilgiler verilmekte, bunların statüleri hakkında hükûmetten bilgi istenmektedir. Erzurum valisi Reşit Bey’in gönderdiği 10 Haziran 1913 tarihli telgrafta ise, bölgedeki aşiretlerin dinî telkin ile devlete bağlanmasının mümkün olabileceği belirtiliyor, teftiş sırasında bölgeyi tanıyan ve aşiretler üzerinde nüfuzu olan şeyhlerin kullanılmasını öneriyordu. Hatta Reşit Bey, telgrafında Muşlu Şeyh Hacı Yusuf’un Pasinler ve Hınıs taraflarında etkili olabileceği ifade ediliyor; bunların masraflarının da örtülü ödenekten karşılanması tavsiye ediliyordu.
Hariciye Nazırı Said Halim Paşa ise, 15 Haziran 1913 tarihinde Dahiliye Nezaretine gönderdiği 330/33524 numaralı yazıda Doğu Anadolu vilayetlerinde resmi olsun, gayr-ı resmi olsun gazeteci kimliğiyle veya diğer sebeplerle gelen yabancıların ülkeden sınır dışı edilmelerini istiyordu. Hariciye Nezareti ayrıca, Rusya’dan tüccar kılığıyla Van’a gelen Rus ajanlarına dikkat çekerek bölgedeki idarecilerin uyanık bulunmalarını tavsiye ediyordu.
Şekil 6: Said Halim Paşa
Van valisi Tahsin Bey ise, 12 Eylül 1913 tarihinde Dahiliye Nezaretine gönderdiği şifrede, İngiliz mebuslardan Ganis adında birinin İngiltere mebusları adına bölgede Ermenilere dair bir araştırma yaptığını, Erzurum, Bitlis ve Van vilayetlerini dolaştığı ifade edilerek, hükûmet tarafından bu şahsa izin verilip verilmediğini soruluyordu. Hükûmet tarafından ayni gün verilen cevapta bu şahsın her hangi bir müracaatı olmadığı belirtilerek gerekli takibatın yapılması isteniyordu. Tahsin Bey tarafından yine 18 Ekim 1913 tarihinde Dahiliye Nezaretine gönderilen şifrede bölgede aşiret mensuplarına mahsus elbise giyip dolaşan dört Rus subayının aşiretleri tahrik etmeye çalıştığı haber veriliyor, bu konuda valilik olarak gereken tedbiri aldıkları ifade ediliyordu. Bundan başka hükûmetin bilgisi dahilinde bölgede araştırma gezisi yapanlardan biri de İngiliz milletvekillerinden Sir Valter Kinz’dir. Trabzun, Bitlis, Erzurum, Muş taraflarında uzunca bir gezi yapan bu şahsa iltimas gösterilmesi hakkında Londra büyükelçisi Ahmet Tevfik Paşa dahi aracılık etmiştir. Tevfik Paşa, Londra’dan gönderdiği 14 Eylül 1913 tarihli şifre telgrafından İngiliz avam kamarasına üye mebuslardan biri olan bu şahsın Türkler lehine hareket ettiğini belirtiyor, hoş tutulmasını tavsiye ediyordu. Paşa’nın bu tavsiyeleri Dahiliye Nezareti tarafından dikkate alınmış ve valilere de bu yolda talimatlar gönderilmiştir.
Bu arada Avrupa’nın güçlü devletleri, Yakın ve Ortadoğu’da siyasal ve ekonomik etkilerini artırmada birbirleriyle yarışmayı eskiden olduğu gibi devam ettiriyorlardı. Bu devletlerin kimileri Osmanlı Devletini kendi aralarında etki bölgelerine ayırmışlar, kendilerine birtakım ayrıcalıklar sağlamışlardı, ikili antlaşmalar dahi imzalamışlardı. Böylece, I. Dünya Savaşından önce, Anadolu’nun yaklaşık olarak her karış toprağı çeşitli devletlerin etki alanlarına ayrılmış bulunuyordu. İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey ise beyanatında, “biz ancak, Asya Türkiye’sinin yıkılmasından ve bölünmesinden kaçınan bir politikaya katılabiliriz” diyerek, ikiyüzlülükle davranmayı şimdilik politikalarının gereği olarak uygun buluyordu.
İttihat ve Terakki Hükumeti Tarafından Anadolu Islahat Müfettişliği Uygulamasına Geçilmesi
Balkan Savaşlarından sonra içte ve dışta büyük sorunlarla mücadele etmek zorunda kalan Osmanlı Devleti’ni paylaşma konusunda büyük devletler birbirleriyle karşı karşıya gelmekten çekiniyorlardı. Ermeni Sorunundan dolayı, Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılmasını istemelerinden amaç ise, ekonomik çıkarlarını güçlendirmek istemelerinden kaynaklanıyordu. Zira bu bölgenin hemen güneyinde ve doğusunda dünyanın son derece zengin petrol alanları bulunuyordu.
Şekil 7: Balkan Savaşı
Müfettişlik uygulamasının gündeme getirildiği bölgedeki nüfus istatistiklerine bakıldığında, adı geçen bölgede Ermenilerin hiçbir zaman yoğun bir nüfusa sahip oldukları görülmemiştir. Doğu Anadolu vilayetlerine ait 1912 yılı nüfus istatistiğinde Ermenilerin çoğunlukta olduğu iddialarının aksine, Doğu Anadolu vilayetlerindeki toplam nüfus oranı dikkate alındığında hakim unsur olan Türkler % 83.7’i teşkil ederken; azınlıklar ve Ermeniler ise ,3 civarında idi.
1913 yılında Avrupa siyasî çevreleri tarafından Ermeni olaylarından dolayı Türklere karşı bir kamuoyu oluşturulmaya başlanmıştı. Bu kamuoyunun oluşmasında görevden uzaklaştırılmış olan Ermeni Patrik’i Ormanyan’ın etkisi büyük olmuştur.
Şekil 8: Maghakia Ormanian
Ormanyan devamlı Ermeni reformlarını dile getirerek gündemi belirlemeye çaba harcamıştır. Osmanlı hükûmeti ıslahat konusuna bu sırada olumlu baktığını belirterek kurulması düşünülen komisyonlarda iki Ermeni, iki Türk, iki yabancının görevlendirilmesini ve başkanın da yabancı olmasını istiyor; jandarma, polis ve adliye için de yabancı memur görevlendireceğini ifade ediyordu. İngiltere ise, yapılması düşünülen bu reformların Osmanlı hükûmeti tarafından ciddiye alınmasını istiyordu. Bu sırada Osmanlı hükûmetinin, Ermeni ıslahatı konusunda İngiltere’nin desteğini almak, Rusya müdahalesinden de mümkün mertebe kaçınmak politikasını takip ettiği görülür.
1913 yılı başında Avrupa’ya giden İttihatçı liderlerden Halil (Menteşe) Bey, Paris’te Fransız Sosyalist Parti liderlerinden Jean Jaures ile görüşmüş ve ondan Avrupalıların Türkiye karşıtı fikirlerini öğrenmiştir. Halil Bey, Fransa’dan dönüşünde Sadrazam ve Harbiye Nazırı olan Mahmut Şevket Paşa’yı ziyaret ederek doğu vilayetlerinde Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde ıslahat yapılmasını teklif etmiştir. Gerçi bu bölgede ıslahat yapılması fikri daha öncelerde de Osmanlı Devleti’nin gündemini meşgul etmiştir. Halil Menteşe’nin söyledikleri ve diğer gelişmeler Mahmut Şevket Paşa kabinesinin 1913 yılı ilkbaharında kendiliğinden ıslahat yapılması için işe koyulmasına neden oldu. Hükûmet, Avrupa ve Rus baskısını biraz olsun ortadan kaldırmak için birtakım tedbirler alıp kanunlar çıkarmayı düşünüyordu. Öte yandan bu gelişmeler olurken tecrübeli devlet adamlarından biri olan Kâmil Paşa, Anadolu Islahatı meselesinde İngiltere ve Rusya’nın kendi menfaatlerine yönelik olarak çalışacaklarını belirterek dikkatli olunmasını tavsiye ediyordu. Bu arada ilk olarak 26 Mart 1913’de vilayet genel meclislerine mahalli işlerde geniş yetkiler veren bir anlamda özerklik tanıyan yetkilerle ekonomik konular hakkında “İdare-i Umumiye-i Vilayât Kanun-ı Muvakkatı” çıkarıldı. 24 Nisan 1913 tarihinde de “Sulh Hakimleri Hakkında Kanun-ı Muvakkat” çıkarılarak hakimlerin yetki ve sorumlulukları, muhakeme usulleri yeniden belirlendi ve yeni mahkemelerin kurulması kararlaştırıldı.
Bu düzenlemeler olurken, bir yandan da Doğu Anadolu’da yapılması planlanan ıslahat hakkında hazırlıklar da sürüyordu. Hükûmet, 2 Nisan 1329/15 Nisan 1913’de Meclis-i Vükelâ’da yapılan gizli bir müzakerede bu konuyu ele aldı. Bu konuyla ilgili yapılan müzakerede, 1878 Berlin Antlaşmasıyla Rus tehdidine karşı İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü korumak amacıyla Kıbrıs’a yerleştiğinden bahsedilerek, Rusya’dan gelebilecek her hangi bir saldırıya karşı İngilizlerle ilişkilerin düzeltilmesi gereği vurgulanıyordu. Bunun yanında Avrupa’da Türkiye aleyhine başlatılan Ermeni propagandalarına fırsat vermemek için Doğu Anadolu’da geniş çaplı bir ıslahata geçilmesi, bu işin başına da İngiliz uzmanlarının getirilmesinin uygun olacağı, şayet böyle yapılırsa ortalığın yatışacağı, bir Rus saldırısı vukuunda İngiltere’nin Türkiye’yi korumak mecburiyetinde kalacağı ileri sürülüyordu. Gerçi bu sırada hükûmetin başında bulunan Mahmut Şevket Paşa dahi -Rusya’nın bu sırada Doğu Anadolu’dan gelmesi muhtemel tehditlerinin artması üzerine- İngiliz dostluğunu kazanmanın şart olduğunu ileri sürüyor, fakat yine de çok temkinli hareket edilmesini tavsiye ediyordu.
Şekil 9: Mahmut Şevket Paşa
Öte yandan Osmanlı yöneticileri, müfettişlik sorunuyla ilgili görüşmeler devam ederken, yalnız İngilizlerle değil, Fransız ve Almanlarla da ittifak teşebbüsünde bulunmuştu. Bu sırada Avrupa kamuoyunda ve uluslararası ilişkilerde Osmanlı Devleti aleyhine bir ittifakın olduğuna dikkati çeken eski sadrazamlardan Kâmil Paşa, yine de bu dönemde İngiltere’ye yakınlık gösterilmesini salık vermiş; fakat yine de dikkatli olunmasını tavsiye etmiş, Berlin antlaşmasındaki 61nci maddeye özellikle dikkat çekilmesini istemişti.
Şekil 10: Kamil Paşa
Kâmil Paşa, şayet Doğu Anadolu bölgesinin imparatorluğa sımsıkı bağlanması isteniyorsa, oraya hizmet götürülmesini, bayındır hale getirilmesini, Avrupalıların kendi ülkelerinde yaptıkları gibi sosyal hizmetlerin götürülmesinin şart olduğunu vurguluyordu. Nitekim Rusların Doğu Anadolu ıslahatını kendi lehlerine çevirmek istedikleri bir dönemde İngiltere ile ittifak arzusuna giren Osmanlı Devleti bunda da başarılı olamadı.
Mahmut Şevket Paşa kabinesi bu konuyu Bakanlar Kurulu düzeyinde görüşüp karara bağladıktan sonra, İngiltere ile temasa geçmek üzere Londra büyükelçisi Ahmet Tevfik Paşa ile eski sadrazamlardan İbrahim Hakkı Paşa’yı görevlendirdi. Bu sırada İstanbul’daki Fransız büyükelçisi Bompard, Tevfik Paşa’nın İngiliz Hariciye Nazırı Edward Grey’e yaptığı teklifi duyunca; ülkesine yazdığı raporda Osmanlı hükûmetinin İngiltere’ye müracaat etmekle büyük devletlerin arasını açmak düşüncesinde olduğunu ifade ederek; İngiltere’yi Rusya’ya karşı kullanmak istediğini belirtiyordu. Bütün bu düşüncelere rağmen Osmanlı hükûmeti, 24 Nisan 1913’de Doğu Anadolu’ya iki genel vali ve Osmanlı Dahiliye Nezaretinde çalıştırılmak üzere memur ve jandarma subayları getirmek amacıyla İngiltere hükûmetine başvurdu. İngiltere devleti ise, şimdilik müfettişlik konusuna temkinli yaklaştığını belirterek, ancak jandarmayı düzenlemek için birkaç subay gönderebileceğini ifade ediyordu. Hükûmet bir süre sonra, 9 Temmuz 1329/22Temmuz 1913 tarihinde aldığı kararla Nafia Nazırı Osman Nizami Paşa’yı İngiltere’ye göndererek konuyu çözüme kavuşturmasını istedi. Paşa’ya verilen talimata göre, şayet İngiltere devleti ile anlaşma sağlanamazsa, diğer Avrupa devletleriyle de görüşme yapması konusunda yetki verildi, fakat İngiltere Osman Nizami Paşa’nın teklifine olumlu cevap vermedi. Öte yandan bu sırada önde gelen askerlerden biri olan Ahmet İzzet Paşa ise anılarında, İngilizlerin Ruslarla olan rekabetlerinden dolayı müfettişlik konusunda böyle bir sorumluluğu kabul etmelerinin mümkün olmadığını ifade eder. Halbuki bu sırada hükûmet kanadında görevli bulunan İttihatçılar, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında daha önce imzalanmış olan Kıbrıs antlaşmasının hâlâ yürürlükte olduğunu dikkate alarak İngiltere’den gerekli desteği bulacaklarını sanmışlardı.
Osmanlı Devleti’nin müfettişlik konusunda İngiltere’ye başvurduğunu öğrenen Rusya, olayları kendi lehine çevirmek için hemen harekete geçti. Rusya, Osmanlı Devleti’ne İstanbul büyükelçisi Giers aracılığıyla 26 Mayıs 1913 tarihinde gönderdiği notada, doğu illerinin ıslahı ile ilgili müfettişlerin gönderilmesi konusunun ancak genel ıslahat içinde ele alınabileceğini ve konunun Rusya, İngiltere ve Fransa arasında İstanbul’da büyükelçiler düzeyinde ele alınması gerektiğini ileri sürdü. Bu sırada Mahmut Şevket Paşa da Boğaziçi’ndeki Alman ve Avusturya-Macaristan sefaretleriyle görüşmelerde bulunarak Rusya’nın saldırgan tavırlarını hatırlatmaya çalışarak müfettişlik meselesinde onların desteğini sağlamaya çalışıyordu. Almanya ise, bu sorunun bütün büyük devletleri ilgilendirdiğini ileri sürdü. Rusya 8 Haziran 1913 tarihli bir nota ile Fransa, İngiltere Almanya ve İtalya’ya başvurarak, konunun İstanbul’da büyükelçiler düzeyinde ele alınmasını istedi. Osmanlı Devleti’ni kendi yanına çekmek ve ona biraz şirin görünmek isteyen Almanya ise, yapılması düşünülen toplantılara Osmanlı Devleti’nin de katılmasını istedi, fakat, Rusya bu öneriyi reddetti. Aslında Rusya, aynı tarihlerde Doğu Anadolu ile ilgili olarak İstanbul’daki elçilik baş tercümanı Mandelstam tarafından bir proje hazırlamış olup onun uygulanmasını ısrarla arzu etmekte idi. Mandelstam tasarısına göre, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput ve Sivas vilayetlerinin tek bir vilayet haline getirilmesi ve büyük devletlerin onayı ile padişah tarafından beş yıllığına, Osmanlı hristiyanlarından veya tercihan bir Avrupalı genel valinin atanması teklif ediliyordu. Ayrıca bölgedeki, vilayet meclisleri ile devlet görevlilerinin de yarı yarıya Müslüman ve Hristiyanlardan seçilmesi gereği üzerinde duruluyordu. Ayrıca Kilikya yani Adana bölgesinde bulunan Ermeniler lehine de ıslahat yapılması teklif edilerek, buraya da bir kanca takılmak ve ileride kurulması muhtemel Ermeni devleti için denize açılan bir kapı aralamak isteniyordu. Rusya devletinin bu tutumu o sırada Avrupa kamuoyunda büyük endişelere neden olmuştu. Hatta, Doğu Anadolu’da Rus istekleri dikkate alınarak bir ıslahat yapılması durumunda Anadolu’nun mutlak bir surette Rus istilasına maruz kalacağını ifade ediliyordu.
Büyük Devletler konu üzerinde gizli-açık birtakım protokolleri tartışırken, Osmanlı hükûmeti de Doğu Anadolu ıslahatı hususunda birtakım projeler hazırlıyordu. Nitekim, Osmanlı hükûmeti, 27 Mayıs 1913’te on maddelik bir ıslahat programı hazırladı. Dahiliye Nezareti de teşkili düşünülen bu müfettişliklerin içişleri için on maddelik bir nizamname yayınladı.
Osmanlı hükûmeti İngiltere’den müfettiş isterken, ancak işler hiç de beklenilen ve umulan yönde gelişmedi. Islahat için İstanbul’da görüşmeler devam ederken, Sadrazam ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa bir suikast neticesi öldürüldü. Osmanlı başkentinde gündem birkaç hafta Mahmut Şevket Paşa suikastı ile çalkalandı. Bu olayı fırsat bilen İttihat ve Terakki Cemiyeti muhalefeti büyük ölçüde sindirdi.
Sait Halim Paşa kabinesi döneminde de müfettişlik konusundaki görüşmelere devam edildi. Sait Halim Paşa kabinesi, Mahmut Şevket Paşa’nın sadrazamlığı döneminde hazırlanan “İdare-i Umumiye-i Vilayât Kanun-ı Muvakkati”ne 18 Haziran 1329/1 Temmuz 1913 tarihinde bir ek kanun hazırlayarak bazı maddelerini değiştirdi. Yine, 23 Haziran 1329/6 Temmuz 1913’te “Sulh Hakimleri Hakkında Kanun-ı Muvakkati”ne 23 maddelik bir talimat eklenerek genel müfettişlerin görev ve yetkileri belirlenmiş oldu. Böylece müfettişlik teşkilatı öncesi, ıslahat sırasında yöneticilere bir takım özerklik tanıyacak olan kanunlar da yürürlüğe girmiş oluyordu. Osmanlı başkentinde bu hazırlıklar yapılırken, Sait Halim Paşa, Osmanlı elçilerine 25 Haziran 1913 tarihinde 16 maddelik bir genelge yollanmıştı. 1 Temmuz 1913 tarihinden itibaren de bu genelge, kanun ve ek olarak hazırlananlar İstanbul’daki büyükelçiler toplantısına ve daha sonra da büyük devletlerin büyükelçilerine bildirilmişti. Nitekim, Osmanlı hükûmetinin hazırlamış olduğu tasarıyı Rusya temsilcisi kabul etmemişti.
Büyük devletlerin elçileri 3–24 Temmuz 1913’de Avusturya sefirinin başkanlığında Avusturya sefaretinin Yeniköy’deki yalısında müfettişlik sorununu görüşmek üzere bir araya geldi. Bu toplantıda Alman elçisi Von Wangenhaim, Rus tasarısına şiddetle karşı çıktı ve bunun bir “Ermeni muhtariyeti”ne ve “Osmanlı devletinin parçalanması”na neden olabileceğini belirtti. Fransız elçisi Bompart da Rus tasarısını uygun bulmadığını belirterek, ıslahat için görevlendirilecek memurların daha çok Avrupa’daki küçük devletlerden görevlendirilmesini tavsiye etti. Fransız teklifi altı devlet (İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya-Macaristan, Almanya, İtalya) tarafından uygun bulundu ve yapılacak ıslahatın sadece Ermenilerin yaşadıkları yerlerde değil, diğer bölgelerde de uygulanması ilkesi benimsendi. Fakat bir müddet sonra Rusya, Ermeniler lehine birtakım isteklerde daha bulundu ve konuyu kendi lehine çekmeye çalışınca iş yine sürüncemede kaldı; bu ilk toplantıda bir sonuca varılamadı.
Müfettişlik konusunda bu tartışmalar devam ederken, Dahiliye Nezareti de bir takım düzenlemeler yapmaya çalışıyordu. 13 Teşrinisani 1329/26 Kasım 1913 tarihinde Van, Erzurum, Bitlis, Sivas, Diyarbekir ve Mamüretilaziz vilayetlerine gönderilen şifre telgrafta, Paris’te yapılan görüşmelerde belirtilen bu altı vilayette yapılacak ıslahat programı çerçevesinde vilayet genel meclislerindeki müslüman ve hristiyan unsurların eşit miktarlarda temsil edilmesi konusunda ısrar edildiği belirtilerek, hükûmetin de bu durumu kabul etmek durumunda kaldığı ve bu uygulamaya uyulması gerektiği hatırlatılıyordu. Bütün bu gelişmeleri vilayetlerinden telgraf başında, bazen de basından öğrenen valiler devlet merkeziyle sık sık diyaloğa geçerek olup bitenlerden haberdar oluyorlardı.
Anadolu Islahat Müfettişliği Konusunda Rusya’nın Osmanlı Devletine Yönelik Propaganda ve Baskıları
Bu gelişmeler olurken, Avrupa kamuoyunda da Ermeniler lehine bir takım yayınlar yapılıyor; büyük devletlerin bu konuda daha titiz davranarak Ermenilere arka çıkmaları isteniyordu. Özellikle 1913 yılı Ağustos ayından itibaren İngiliz parlamentosunda Ermeni konusu sık sık gündeme getirilerek; “Ermenilerin zulüm altında Türk boyunduruğu altında yaşamalarının sorumlusu Avrupa ve hele İngiltere’dir” şeklinde tahriklerde dahi bulunuluyordu. Bu sırada Ermeni patrikhanesi de büyük devletler nezdinde girişimlerde bulunarak bu konunun devamlı gündemde tutulmasını sağlamaya çalışıyordu. Öte yandan Emniyet-i Umumiye İdaresinin şifre telgraflarından anlaşıldığına göre, Ermeniler halkın nefretini üzerlerine çekecek davranışlarda bulunuyorlar, bu ise doğu vilayetlerinde aşiretlerle Ermeniler arasında bir takım çatışmalara neden oluyordu.
Öteden beri Doğu Anadolu’da hakimiyet kurarak sıcak denizlere kapı açmak emelinde olan Rusya kendi tezini kabul ettirmek için Almanya’nın onayını almak zorunda olduğunu anladı. 22 Eylül 1913’te Rus ve Alman temsilcileri bir araya gelerek doğu vilayetleriyle ilgili Rus tasarısı üzerinde anlaşmaya vardılar. Bunun üzerine Rusya, Almanya ve diğer büyük devletlere dayanarak Osmanlı hükûmetine baskıda bulunmaya başladı. Böylece Çarlık Rusya’sı Bulgarlar vasıtasıyla başarıya ulaştıramadığı Boğazlara hakimiyet düşüncesini, Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu vilayetlerini ele geçirerek amacına biraz olsun ulaşmasını sağlayacak bir araç olarak görüyordu. Müfettişlik konusunda Rusya’nın, Avrupa devletleri nezdindeki girişimlerinden basın yoluyla haberdar olan Doğu Anadolu’daki valiler ise endişelerini devlet merkezine aktarmaktan geri durmadılar. Van valisi Tahsin Bey, 23 Temmuz 1913 tarihinde Dahiliye Nezaretine gönderdiği telgrafta, Rusya ve Fransa’nın Doğu Anadolu vilayetlerinin geleceği hakkında verecekleri ortak karara yakın bir gelecekte Almanya’nın da onay verebileceğini ifade ediyordu. Ayrıca bu durumun Osmanlı ülkesindeki Ermeni vatandaşları memnun ederken, Türkleri ümitsizliğe düşürdüğünü belirtiyordu. Vali bey telgrafında bu gelişmelerden büyük endişe duyduklarını söyleyerek kendilerine gerekli açıklamaların yapılmasını istiyordu. Ayni gün Dahiliye Nezaretinden gönderilen telgrafta, hükûmetin Ermeni Sorunu ile ilgili Avrupa kamuoyundaki gelişmelerden haberdar olduğu ve bunları kesinlikle reddettiği, genel müfettişlik teşkilatının başına yerli birinin getirileceği ifade ediliyor; bölgedeki jandarma teşkilatının düzene sokulması ve karakollar arasında telefon bağlantısının kurulması isteniyordu.
1913 yılı Eylül ayından 1914 yılı Şubat ayına kadar Rus sefiri Girs ve maslahatgüzarı Gulkeviç ile Sadrazam ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa arasında teklif ve mukabil teklifler gidip geldi. Rusya bu sırada diğer ülke büyükelçilerinin de onayını alarak konuyu bizzat kendisi yürütüyordu. Gerçi Osmanlı hükûmeti 7 Ekim 1913 tarihinde genel müfettişlik için iki İngilizi teklif etmiş, fakat bu teklif İngiliz hükûmeti tarafından uygun bulunmamıştı. Bu sırada Avrupa kamuoyunu yönlendiren kişilerin yazdıklarına bakılırsa, Osmanlı hükûmetine yapılacak baskılar sonucu kurulacak müfettişlik teşkilatı, vatanlarını terk eden Ermenilerin tekrar geri dönmeleri için bir ümit ışığı yaktığı belirtiliyor ve Rusya’nın bu büyük projesinin bütün Avrupa devletleri tarafından desteklenmesi isteniyordu. Öte yandan Sadrazam Sait Halim Paşa, diğer ülkelerden bu sırada Osmanlı Devletine destek verilmesi konusunda girişimlerde bulunmuş fakat konunun bir an önce çözümlenmesi yolunda tavsiyeler alarak bunlarla yetinmek durumunda kalmıştır. Gerçi büyük çoğunlukla İttihat ve Terakki Cemiyeti yanlılarının bulunduğu hükûmet tarafından bu projeye ilkin karşı çıkılmıştı. Çünkü bu proje Doğu Anadolu’yu Rus koruyuculuğu altına koyarak, Türkiye’nin bölünmesine yol açabilecek nitelikte idi. Nitekim, Türkleri destekleyen müttefikleri Almanlar bile, bu konuda öteki devletlerle birleşince Osmanlı hükûmeti tarafından projeyi kabul etmekten başka çare kalmıyordu.
Doğu Anadolu Islahat Müfettişliği Konusunda Rusya İle Yapılan Anlaşma ve Sonrasındaki Gelişmeler
Uzun süren görüşmelerden sonra, nihayet Alman ve Rus elçileri prensip ve ayrıntılar üzerinde anlaşmaya vardılar; iki genel müfettişle birlikte iki yabancı müşavirin tayini kabul edildi. İlkönce jandarma teşkilatı için görevlendirilmiş olan subaylar getirildi. Bu sırada Rusya’nın hazırlamış olduğu Doğu Anadolu vilayetleriyle ilgili ıslahat projesi de, 26 Ocak 1330/8 Şubat 1914 tarihinde Sait Halim Paşa ile Rusya’nın İstanbul büyükelçisi Gulkeviç arasında İstanbul’da imzalandı. Vilayat-ı Şarkiye Islahatı ile ilgili olarak imzalan bu anlaşma tarihe Yeniköy Antlaşması olarak geçti. İstanbul’da Fransızca olarak yayınlanan ve daha çok Alman görüşlerini yansıtan Lloyd Ottoman gazetesinin 20 Mayıs 1914 tarihli nüshasında böyle bir anlaşmanın imzalanmasının Alman menfaatlerine zarar verdiği belirtiliyor, Türk devlet adamlarının siyasetlerini geçici hislerle değil, devletin yüksek menfaatlerine göre belirlemeleri tavsiye ediliyordu. Nitekim, Rusya bu antlaşmayı imzalamakla, Osmanlı Devleti’ni adeta bir çember içine alarak Kafkasya’daki müslüman topluluklarla Türklerin münasebetlerini kesmek istiyor ve İstanbul hakkındaki geleneksel planlarını uygulamaya koymak istiyordu. Anlaşmanın imzalandığı günün ertesinde (9 Şubat 1914) Gulkeviç, Rusya Hariciye Nazırı Sazanov’a gönderdiği mektupta imzalanan bu projenin Ermeni milletinin tarihinde yeni bir devir açtığını belirtiyor; Ermenilerin Türk boyunduruğundan kurtulacağını ifade ediyordu. Gulkeviç mektubunda ayrıca, bu anlaşmanın imzalanması ile Ayastefanos Muahedesindeki 16 ncı maddenin yürürlüğe girmiş olduğunu ve Rusya’nın uluslar arası alanda prestijinin arttığını da ileri sürüyordu. Gulkeviç mektubunda ayrıca, Rusya’nın tarih isteklerinden bahsederek, İstanbul’a hakim olmak arzusunda olan Rusya’nın şehirde bulunan Ermenilerle burada tutunmasının mümkün olduğunu belirtiyordu. Gulkeviç’in Sazanov’a gönderdiği mektuptan bir müddet sonra İstanbul’da bir “Türk-Rus Dostluğu Komitesi”nin kurulmuş, karşılıklı iyi niyet gösterileri de sergilenmiştir. Bu sırada Rusya’daki bazı gazetelerdeki ünlü yazarlar, imzalanan anlaşmanın Rusya açısından büyük bir başarı olduğu yorumunu yapıyorlar; Ermeni Sorununun büyük ölçüde çözüme kavuştuğunu yazıyorlardı. Özellikle İngiliz ve Fransız basını da bütün dünyaya yaydıkları fikirler ve propagandalarla daha önce Balkanlarda, daha sonra da Ermeni katliamı konusunda yaptıkları yayınlarla suçsuz bir imparatorluğu, dehşet imparatorluğu gibi göstermeyi başarmışlardır.
Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalanan bu antlaşmaya göre, genel müfettişler belirli bir süre için padişah tarafından on yıllık bir görev için atanacak, eğer bu on yıllık bir zaman zarfında bir görev değişikliği veya bir boşalma olursa büyük devletlerin izni alınarak yeni müfettiş görevlendirilebilecekti. Nitekim, Doğu’da Ermeni militanları ile aşiret kuvvetlerinin çatışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde, Osmanlı hükûmeti aşiretleri hiç de memnun etmeyecek olan bu ıslahat projesini gönülsüz bir şekilde kabul edip uygulamaya koymak durumunda kaldı. Gerçi Doğu Anadolu meselesi her ne kadar Osmanlı Devleti, Berlin Antlaşmasının 61nci maddesinde yer aldığı şekliyle milletlerarası bir mesele görünümünde ise de, Rusya ile imzalanan bu anlaşmadan sonra neredeyse Ayastefanos Antlaşmasının 16ncı maddesine geri dönüldüğü düşüncesi ağırlık kazanmaya başlamıştı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Doğu Anadolu ıslahatı için kabul edilen bu antlaşmanın maddeleri özetle şunlardı:
· İki ecnebi genel müfettiş Doğu Anadolu’nun iki bölgesinin başına getirilecektir. Bunlardan biri Erzurum, Trabzon ve Sivas; diğeri de Van, Bitlis, Harput ve Diyarbekir vilayetlerini içine alan bölgenin başına getirilecektir.
· Genel müfettişler kendi bölgelerinin idarî, adliye, zabıta ve jandarmasını denetleyecekler ve emniyet kuvvetleri yetmediği takdirde askerî kuvvetler de müfettişlerin emri altına girecektir.
· Bu müfettişler gerektiğinde valiler ve memurlar hakkında takibat yapabilecekler. Toprak işleri ile ilgili karışıklıkları yani Ermenilerin ellerinden alındığı ileri sürülen topraklar genel müfettişlerin gözetimi altında bir çözüme kavuşturulacaktır.
· Kanun, nizamname ve resmî bildiriler her bölgede mahalli dillerde ilan edilecektir. Herkes mahkemelerde ve devlet dairelerinde kendi dilini kullanabilecektir. Her cemaat kendi okullarına sahip olacak, herkes askerlik görevini oturduğu yerin bağlı bulunduğu müfettişlik sınırları içinde yapacaktır. Hamidiye alayları yedek süvari birliklerine dönüştürülecek, silahları askeri depolarda saklanacak ve gerektiği zaman verilecektir.
· Meclis-i Umumiler seçiminin yapıldığı vilayetlerde, azınlıkların encümenlerde üyeleri bulunacaktır. İdari meclislerin seçilmiş üyeleri eskiden olduğu gibi, yarı yarıya müslüman ve gayr-ı müslimlerden alınacaktır. Genel müfettişler mahzurlu görmezlerse, zabıta ve jandarmaya eleman alma işinde müslümanlarla gayr-ı müslimler arasında eşitlik ilkesini tatbik edeceklerdir.
Müfettişlik konusunda Rusya Devleti ile Osmanlı hükûmeti arasında yapılan anlaşmaya göre, Doğu Anadolu vilayetlerinde görevlendirilecek müfettişlerin seçimi gibi hassas bir konu vardı. Büyük devletlerin elçileri tarafından önerilen adaylar hakkında gerekli tahkikat yapıldıktan sonra Hariciye Nezaretine Lahey ve Stockholm büyükelçiliklerinden gelen cevaplar değerlendirilmiş ve Norveç’ten Binbaşı Nicolas Hoff ile Hollanda’dan Louis Constant Westenenk’in bu işte görevlendirilmesi uygun görülmüş ve bu konu Meclis-i Vükelâda yapılan gizli bir toplantıda kabul edilmişti.
Louis Constant Westenenk
Rusya ile varılan anlaşma gereğince; Van-Bitlis-Harput ve Diyarbekir bölgesi genel müfettişliğine Norveçli Binbaşı Nicolas Hoff; Trabzon-Erzurum ve Sivas bölgesi genel müfettişliğine de Hollandalı Doğu Hindistan sömürgeleri memurlarından Westenenk Dahiliye Nezaretinin 15 Nisan 1330/28 Nisan 1914 tarihli tezkiresi ile atandı. Atamalardan sonra şark vilayetlerine bu konuda bilgi verildi. Bu atamalardan sonra ilk ödeme olarak her ikisine de örtülü ödenekten 300’er lira harcırah verildi. Bunlarla Dahiliye Nazır Talat Paşa arasında 25 Mayıs 1914 tarihinde bir kontrat imzalandı. Buna göre müfettişler Osmanlı memuru sayılacak, ayda kendilerine 400 altın lira maaş verilecek ve ikametleri için de ev tahsis edilecekti. Müfettişlerin birer ecnebi subay yaverleri de olacaktı. Anlaşma yapıldıktan sonra müfettişler gerekli hazırlıklara giriştiler. Her iki müfettiş için Beyoğlu’ndaki Perapalas Otelinde yer ayrıldı, bunların tüm ihtiyaçları hükûmetçe karşılandı. Binbaşı Hoff bilahare Tarabya’daki Tokatlıyan oteline yerleşti. Bu arada Dahiliye Nezareti ile tamasa geçti. Hoff, İstanbul’da kaldığı süre zarfından Ermeni ve Rum patrikleriyle görüştü, yabancı elçiliklerle de sürekli temas halinde oldu. Bu arada müfettişlere acele olarak harcırahlarının verilmesi konu da gündeme gelmiş ve 3 Haziran 1914 tarihi itibariyle toplam 600 lira ödenmesi konusu hükûmet tarafından kabul edilmiş, Maliye Nezaretine bu konu hakkında bilgi de verilmiştir. Bunun yanında 29 Haziran 1914 tarihli Dahiliye Nezareti tezkiresine göre ise, müfettişlerin İstanbul’a geldikten bu yana yaptıkları masrafların toplamı olan 12.635 kuruşun örtülü ödenekten ödenmesi teklif edilmiştir. Padişahla da görüşmek arzusunda olduğunu belirten Hoff, Dahiliye Nezareti aracılığıyla randevu alarak 4 Temmuz 1914 tarihinde padişah ile görüşme yapmış olup bununla ilgili herhangi bir bilgiye ise ulaşılamamıştır.
Müfettişlere bağlı olarak görev yapacak olan diğer memurların da tespit edilmesi gerekiyordu. Buna göre, Trabzon, Erzurum ve Sivas vilayetleri genel müfettişinin yanında çalışmak üzere Maarif Müfettişliğine Edirne Maarif Müdürü Galip Bahtiyar Bey, Ziraat Müfettişliğine ise Erzurum vilayeti Ziraat Müfettişi Nişan Andreasyan, Müfettişlik genel sekreterliğine de Düyun-ı Umumiye Kalemi müdür muavini Mikail Nalbantyan tayin edilmiştir. Müfettişlik evrak memurluğuna ise Osman Nuri Bey atanmıştır. Van, Bitlis, Diyarbekir ve Mamüretilaziz vilayetleri genel müfettişliği, genel sekreterliğine 10.000 kuruş maaşla Karesi mutasarrıfı Dr. Reşit Bey, Mülkiye müfettişliğine Muş mutasarrıfı Servet Bey, Maarif müfettişliğine Sinop mutasarrıfı Müştak Beyler; Ziraat müfettişliğine Ziraat müdürlüğü Fen şubesi müdürü Bekyan Efendi, Nafia müfettişliğine 6.000 kuruş maaşla Bağdat nehir idaresi eski müdürü Soyan Sorab Efendi, Ermenice mütercimliğe Van bidayet mahkemesi başkanı Matyos Efendi ve Kürtçe mütercimliğine mülkiye mezunlarından Diyarbekir belediye başkanı Âdil Bey tayin edilmişlerdir. Müfettişlerin maiyetleri belirlenirken, bir yandan da Doğu vilayetlerine telgraflar gönderen Dahiliye Nezareti, vilayet kanunlarının valilere tanıdığı tüm haklardan müfettişlerin de yararlanacağını belirtiyor; vilayetlerin denetimindeki askeri birliklerin dahi gerekirse müfettişlerin denetimine girebileceğini hatırlatıyordu. Bu arada Dahiliye Nazır Talat Paşa, 13 Temmuz 1330/26 Temmuz 1914 tarihinde Van ve Bitlis valilerine gönderdiği şifre telgrafta, müfettişlerin yanında görev alacak memurların kendi alanlarından sorumlu oldukları açıklanıyor, yabancı müfettişler hakkında da şöyle deniliyordu: “Müfettiş-i umumiler ecnebi oldukları için bittabii ne kavanin ne nizamat-ı devlete ne de ahval ve ihtiyacat-ı memlekete vakıf değildirler. Binaenaleyh, maiyetlerinin bunları idare ve bilhassa valilerle ve hükûmet-i merkeziye ile münasebetlerini hüsn-i tanzim edecek iktidar ve meziyeti ve itimat ve emniyeti haiz zevattan intihabına dikkat edilmelidir”. Bu arada Dahiliye Nezareti şifre irtibatı kurarak vilayetlere gelişmeler hakkında gerekli bilgileri veriyordu. Nicolas Hoff’un faaliyetleri hakkında yazılan bir makalede ise, Osmanlı Devleti yetkililerinin müfettişlik meselesini halktan saklamaya çalıştığı, müfettişlik mıntıkasında bulunan valilere bilgi verilmediği serzenişinde bulunuluyorsa da bu pek gerçekçi görülmemektedir. Dahiliye Nezareti bu konuda elinden gelen gayreti göstererek müfettişlerle ilgili valilerin sorularına cevap göndermiş, gerekli açıklamalarda bulunmuştur.
Doğu Vilayetleri Islahat Müfettişlerin Göreve Başlaması ve Faaliyetleri
Müfettişler Osmanlı hükûmeti tarafından hazırlanmış olan 23 maddelik “müfettiş-i umumilerini vazife ve selahiyetlerine müteallik talimat”a göre hareket edeceklerdi. Bu talimatta müfettişlerin görev ve yetkileri açık bir şekilde izah edilmekte idi. Bu talimatname bilahare matbu hale getirilerek müfettişlik karargâhındaki diğer memurlara da dağıtılmıştır. Hoff, Osmanlı hükûmetiyle olan yazışmalarında “Inspection Generale des Vilayets de Van, Bitlis, Kharpout et Diarbekir” ifadelerinin yazılı olduğu antetli kağıtlar kullanmakta idi. 16 Temmuz 1914 tarihinde Osmanlı Hariciye Nezareti kanalıyla yaptığı müracaatta; Doğu Anadolu’da ıslahat görevini tamamlayabilmesi için gerekli olan harcırahın bir an önce verilmesini istemektedir. Hatta görevin aksamaması amacıyla yıllık tahsisatın da verilmesinin uygun olacağını ifade eder. Hoff, ıslahat yapacağı bölgelerdeki arazi anlaşmazlıklarını giderilebilmesi, meclis-i umumi üyelerinin seçimi (müfettişlik talimatının 7 ve 8 nci maddesinde belirtilen) gibi hususların düzeltilebilmesi için bölgede doğru bir sayımın yapılmasının şart olduğunu belirterek, maiyetindeki müfettişlere verilmek üzere ayrılmış olan tahsisatın da bir an önce verilmesini talep etmekte idi. Hof, mektubunda bölgede yapılacak harcamanın miktarını şimdiden tahmin etmesinin mümkün olamadığını, şimdilik müfettişlik makamına 10.000 liranın ayrılması ve Osmanlı Bankasından gerekli ödeminin yapılmasını istiyordu. Ayrıca her ay yapacağı harcamalara ait hesapları devlet merkezine göndermeyi de taahhüt eder. Hoff, istenen paranın miktarının fazla olmadığını da ifadeden geri kalmaz.
Müfettiş Hoff, Temmuz ayında Dahiliye Nezaretine gönderdiği mektupta, müfettişlik talimatnamesinin 23 ncü maddesinin 5 ve 6ncı fıkrasına göre, Ziraat ve Nafia müfettişlerini Bitlis’e ulaşır ulaşmaz bir teftiş gezisi yaptıracağını belirtmekte idi. Hoff, düşünülen ıslahatın başarıya ulaşabilmesi için bunun yapılmasının şart olduğunu belirtiyordu. Bu arada ziraat ve ulaşım konusunda yapılacak teftişler sırasında bir topografa ihtiyaç olduğunu belirterek kroki ve harita talebinde de bulunuyordu. Özellikle topografa büyük ihtiyaç olacağını belirterek, şayet bulunmazsa Norveç’ten getirebileceğini ifade ediyordu. Hoff, talimatnamenin 23 ncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen memurların tamamının bu yaz işe başlamalarının mümkün ve gerekli olmadığını zira Anadolu’da bulunacağı bu ilk aylarda bölgeyi tanıma gezileri yapacağını vurguluyordu. Ayrıca Dahiliye Nazırı ile yapacağı yüz yüze görüşmede ayrıntıları aktaracağını belirtiyordu.
Hoff, 23 Temmuz 1330/5 Ağustos 1914 tarihinde Tarabya’da ikamet ettiği yerden Dahiliye Nezaretine gönderdiği mektubunda ise maiyetinde görev alacak olan müfettişlerin de hazır olmaları konusunda gerekli tebligatın yapılmasını istiyordu. Ayrıca, kendisine mülkiye müfettişliği konusunda yardımcı olacak olan Muş’ta Servet Bey, Bitlis’te Adliye müfettişi Ata Bey, Van’da bulunan Ermenice tercümanı Hamilgatyan Efendilerin görev için hazır olmaları konusunda emirler verilmesini rica ediyordu. Hoff, maiyetinde görev alacak olan müfettişlerin 20 Ağustos-1 Eylül 1914 tarihleri arasında Bitlis’te olmalarını, şayet olamazlarsa 1-9 Eylül 1914 tarihleri arasında Van’da kendilerine katılmalarını istiyordu. Hoff, bundan başka, yanında görevlendireceği hademeleri Van’da tespit edeceğini bildiriyor ve çok yakın bir zamanda hareket edeceğini ifade ediyordu. Bu arada müfettişler yaptıkları müracaatlarla bir takım vergi muafiyetlerinden yararlanmak da istiyorlardı. Özellikle Avrupadan getirdikleri malzemelerin serbes geçirilmesi talebinde bulunuyorlardı.
Hoff, müfettişlik merkezi olarak Van veya Bitlis’i seçeceğini, müfettişlik karargahı için de çok geniş bir eve ihtiyaç duyduğunu ifade ediyordu. Hof’un bu isteğini dikkate alan nezaret, sık sık Van valisi Tahsin Bey’e telgraflar göndererek ev meselesinin halledilmesini ve müfettişe gereken saygıda kusur edilmemesini ihtar etti. Vatansever bir kişi olduğundan şüphe edilmeyen vali Tahsin Bey’in 21 Temmuz 1914 tarihli telgrafında, Van’a gelecek olan bu kişiye parlak tören yapılması yolunda kendisine verilen emrin –adeta gururuna dokunduğunu- pek ağır geldiği belirtiliyor ve bunu yapmasının mümkün olmadığını ifade ettikten sonra, mümkünse görevden affedilmesi isteğini dile getiriyordu. Bütün bunlara şimdilik pek kulak asmayan Dahiliye Nezareti ise, her şeyin istenildiği gibi olmasını istiyordu. Öte yandan müfettiş Hof ise, Dahiliye Nezaretine gönderdiği mektupta, müfettişlik dairesinde bulunmasını istediği odaları şöyle sıralıyordu: Müfettişlik ve özel kalem için 3 oda, genel sekreter için 1 oda, beş müfettiş için 5 ayrı oda, yaver için 1 oda, tercümanlar için 2 oda, evrak memurları için 1 oda, sevk memurları için 1 oda, bekleme salonu olarak kullanılmak üzere 1 oda olmak üzere toplam 14 odası olan bir binanın tahsis edilmesini istiyordu. Hoff ayrıca bu karargah binasının dışında kendi ikametgahı olarak da ayrıca 14 odalı bir ev daha ayrılmasını istiyordu. Kış mevsiminin orada geçirilmesi ihtimalinin kuvvetli olduğunu ifade ederek ona göre hazırlıkların yapılmasını rica ediyordu.
Öte yandan müfettişlik dairesinin mefruşatının Van’da temin edilmesi düşünülürken, orada bulunamayacak olan malzemenin yazı makinesi, harita, kitap vs. nin İstanbul’dan götürülmesi gereğini dile getiren Hoff, bu amaçla 100 liralık bir tahsisatın ayrılmasını ister. Müfettişlik makamının ve kalacağı ikametgâhın tefrişi için her ihtimale karşı 1250 lira ayrılmasının gerekli olduğunu belirtir.
Bu arada Ziraat ve Ticaret Nazırı Süleyman el-Bustani tarafından Dahiliye Nezaretine yapılan müracaatta müfettişliklere atanan personelin ödeneklerinin tam verilmesi konusu dile getirilmekte idi. Öte yandan Van vilayetine yazılan yazıda 16 Ağustos 1914 tarihli yazıda ise, müfettişlik katiplerinin maaşlarının yanında örtülü ödenekten de para aktarılması istenmekte idi.
Müfettişlerden Hof başkentte gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra bölgesinde göreve başlamak üzere, denizyolu ile İstanbul’dan Trabzon’a hareket edeceği belirtilerek gerekli önlemin alınması istenmiştir. Hof’un hareketi sırasında mıntıkasındaki valiliklere telgraf çekilerek gereken hazırlığın yapılması hususu dile getirildiği gibi, vilayetlerde resmi törenlerle karşılanmasına dikkat edilmesi tavsiye edilmiştir. Bu konuda Van, Trabzon, Erzurum, Bitlis vilayetlerine gerekli tebligatta bulunulmuştur. Öte yandan müfettişliklerde görevli bulunan memurların da zamanında katılmaları konusunda hatırlatmalar yapılmıştır. Müfettişin kalacağı yerlerin geniş olması konusunda da gerekli uyarılar devamlı yapılmıştır. Hof, Trabzon üzerinden kara yoluyla Erzurum’a hareket etmiş ve 4 Ağustos 1914 tarihinde şehre varmıştır. Hof Erzurum’a giderken Birinci Dünya Savaşı patlak vermiştir. Osmanlı Devletinde genel seferberlik ilan edilince, Dahiliye Nezareti 26 Temmuz 1330/7 Ağustos 1914 tarihinde Erzurum’da bulunan Hof’a bir telgraf çekerek Erzurum’da kalmasını veya İstanbul’a geri dönmesini bildirdi. Dahiliye Nezaretine göre bu karışık dönemde ıslahat yapmak mümkün değildi. Aynı tarihlerde Van vilayetine yazılan telgrafta da seferberlik nedeniyle ıslahat programının uygulanmasının mümkün olmadığı, bu yüzden geri çağrıldığı belirliyordu. Bu arada Trabzon vilayetine yazılan telgrafta da müfettiş Hof’un limana getirilen eşyasının muhafaza altında tutulması tembihleniyordu.
Hof, Osmanlı hükûmetinin çağrısına ilk zamanlar pek kulak asmadan Van’a gitmekte kararlı olduğunu belirtir. Van valisi Tahsin Bey’in 17 Ağustos 1914 tarihinde Dahiliye Nezaretine yazdığı telgrafta, Hof’un Erzurum’dan Erçiş’e ve oradan da Van’a hareket ettiği belirtiliyor; yanında yalnızca Ziraat müfettişi Ermeni asıllı Hayıkaz Efendi’nin bulunduğu, bu kişinin de müfettişe devamlı hükûmet aleyhinde telkinde bulunduğu, daima Ermeni köylerinde konakladıkları ve Ermenilerle temas ettikleri açıklanarak hükûmetin dikkati çekilmeye çalışılıyordu. Anlaşılan o ki, Van valisi Tahsin Bey, müfettişin Ermeni memurların yönlendirmeleriyle hareket etmesine meydan vermemek amacıyla bir an evvel İstanbul’a dönmesi için elinden geleni yaptığı bir gerçekti. Çünkü Hof, Van’da çok kısa bir süre kalmıştır. Nitekim, 24/25 Ağustos 1914 akşamı Tahsin Bey, Dahiliye Nezaretine çektiği telgrafta Hof’un İstanbul’a dönmek arzusunda olduğunu belirtmekte idi. Hükûmet bu isteği uygun bulunca, Van’ın Edremit köyünde (şimdi ilçe) çadırlı karargâhında kalan Hof, hareket için gerekli hazırlıklara başlar. Hof, Van’a gelmişken, bu arada Vali Tahsin Bey’i de makamında ziyaret eder. Tahsin Bey 28 Ağustos 1914 tarihinde bu görüşmeye dair Dahiliye Nezaretine gönderdiği şifre telgrafta, Hof’un devlet merkezine dört telgraf yazdığını fakat bunlara cevap alamadığını, Dahiliye Nazırı’nın Bükreş’ten dönmesinden sonra cevap alabileceğini ifade ettiğini ve Hof’un ne yapacağını bilmeyen bir zavallı olduğu, halâ Erzurum’da mı kalacağı, yoksa İstanbul’a mı döneceği konusunda hükûmetin tavrını anlayamadığını belirtiyordu. Tahsin Bey telgrafında ayrıca, müfettişin Van’da kalmasının tehlikelere neden olabileceğini ifade ediyor, uygun görülürse hemen İstanbul’a gönderilmesi için elinden geleni yapacağını yazıyordu. Hükûmetin onayı ve Tahsin Bey’in telkinleri üzerine Van’dan ayrılan Hof, maiyetiyle birlikte 13 Eylül 1914 tarihinde Diyarbekir’e gelir. Şehre sokulmayan müfettiş, iki gün şehir dışındaki bağlarda kalır ve 15 Eylül günü Siverek üzerinden Urfa’ya oradan da Halep’e gitmek üzere yola çıkar. Bu sırada Dahiliye Nezareti Diyarbekir vilayetine yazdığı şifre telgrafta müfettişin her türlü emniyetinin sağlanması tavsiye ediliyordu. Öte yandan müfettiş Hof ise, bu yolculuk sırasında yanında bulunan Ermeni memurlar vasıtasıyla daima gayr-ı müslim unsurlarla görüşmeler yapmaktadır. Halep’ten Beyrut’a gelen Hof ve heyeti oradan bir vapura binerek 17 Eylül 1330/30 Eylül 1914’de İzmir’e ulaşır. İzmir’e vardığında hükûmetin kendisine vermiş olduğu harcırahın tamamını bitiren Hof, İzmir valisi Rahmi Bey’in verdiği 50 lira ile İstanbul’a hareket eder.
Diğer müfettiş Vestenenk ise, İstanbul’da iken Dahiliye Nezaretine gönderdiği telgrafta, müfettişlik karargahı olarak o sırada kullanılmayan Erzurum Belediye Hastahanesi binasını istemektedir. Bu isteği dikkate alan Dahiliye Nezareti, Erzurum vilayetine gönderdiği 26 Temmuz 1914 tarihli şifre telgrafında hastahanenin müfettişlik karargâhı olarak kullanılacağını belirterek gerekli hazırlıkların yapılmasını istemişti. Gerçi Erzurum valisi Reşit Bey konuyla yakından ilgilenmiş ve müfettiş için gerekli olan evi de temin etmişti. Bu arada kendisine bağlı görev yapacak olan müfettişler konusundaki görüşlerini de iki liste halinde sunar. Buna göre, güney mıntıkası genel müfettişi Abdülhalik Bey’in Bitlis valiliğinde kalacağından yerine başkasının seçilmesi, Aziz Bey’in tayin edilmemesini çünkü sadakat göstermediğini belirtiyordu. Ayrıca Galip Bahtiyar ve Mustafa Beylerin görevlendirilmesinin uygun olduğu, Katipyan Efendi hasta olduğundan bunun yerine Nişan Antrasyan’ın seçilmesinin uygun görüldüğünü ifade ediyordu. Seroper Noradonkyan Efendinin Fransızca bildiğinden görevlendirilmesini ister. Westenenk, özel kalem memuru olarak bir yabancının Mösyö Torley Duwel’in görevlendirilmesini hükûmete teklf etmiş bu kabul edilmiştir.
Vestenenk ikinci listede belirttiği kişilerin görevlerini ve alacakları ücreti de şu şekilde sıralamakta idi:
· Kalem müdürü 5.000 kuruş maaşla divan-ı umumi idare memur Mikail Nalbantyan Efendi.
· Türkçe-Fransızca mütercimi, 2.000 kuruş maaş
· Ermenice-Fransızca mütercimi 2.000 kuruş
· Evrak muhafızı 1.500 kuruş
· Türkçe-Fransızca, Ermenice-Fransızca katip 1.500 kuruş
· Evrak memurları, odacılar ve kavaslar için 8.400 kuruş
Bu arada Vestenenk, her görevli için gerekli olan yazı makinesi, kitap, kırtasiye, harita, gazete, vs. harcamalar için de 131.000 kuruş ister.
1 Ağustos 1914 tarihinde Vestenenk tarafından Dahiliye Nazırına gönderilen mektupta müfettişlik genel sekreteri ile mülkiye müfettişliğine gerekli adayların seçilmesi konusu dile getiriliyordu. Vestenenk bu amaçla müfettişlik özel katibini müsteşar Ali Münif Bey’e gönderdiği fakat bu konuda henüz bir gelişme olmadığını ifade ediyordu. Avrupa’daki son gelişmeler yani savaşın çıkmasından dolayı aksaklıkların olabileceğini belirten Vestenenk, birkaç gün içinde görev bölgesine gitmesinin muhtemel olduğunu anlatıyordu. Vestenenk ayrıca 400.000 kuruştan ibaret olan bütçesinin daha henüz onaylanmadığını ifade ederek, kendisine bağlı olan müfettişlerin kalacakların yerlerin tefrişi için gerekli olan 1000 liranın da henüz ödenmediğini bu aksaklıkların bir an önce giderilmesini istiyordu.
Westenenk daha henüz müfettişlik mıntıkasına hareket etmeden, 7 Ağustos 1914 tarihinde yolculuğunun tehir edildiğine dair Dahiliye Nezaretinden bir telgraf alır. Bu telgrafta, Birinci Dünya Savaşı genel seferberliğinin başlamasından dolayı ıslahat meselesinin şimdilik ertelendiği belirtiliyordu. Westenenk diğer müfettiş gibi Anadolu turuna çıkmaz, İstanbul’da bekler. Hatta eşya vesairesi gemiyle Trabzon’a gönderilir ve bir yıl kadar orada bekletilir. Eşya meselesi bir müddet Dahiliye Nezaretini meşgul eder. Eşyaların kaybolduğu çalındığı söylentileri yayılır. Savaşın başlaması üzerine Westenenk’in 37 denk eşyası bir yıl kadar Trabzon gümrüğünde bekledikten sonra hükûmetçe bu eşyalara 28 Haziran 1915’de el konur.
Doğu Anadolu Islahat Müfettişliği Uygulamasının Kaldırılması
Birinci Dünya Savaşının çıkması bir yerde Doğu Anadolu’nun bir felaketten kurtulup bir başka bir felaket çemberinin içerisine girmesine neden oldu. Osmanlı Devleti doğu cephesinde Ruslarla savaşa girince müfettişlik uygulamasından vaz geçmek durumunda kaldı. Dahiliye Nezareti 15 Kanun-ı evvel 1330/28 Aralık 1914 tarihinde bir karar alarak müfettişlerin teşkilatına son verilmesini gündeme getirdi. Buna gerekçe olarak da savaşın çıkışı gösterildi. Müfettişlerden Hoff, bir defa Van’a gidip geldiği halde Westenenk işe başlamamıştı. Osmanlı Devleti her ne kadar I. Dünya Savaşına girmişse de, müfettişlerle imzalanan mukavelename gereği tazminatları ödemesi gerekiyordu. Bu konuda Meclis-i Vükelâ kararı alınarak 31 Aralık 1914/13 Safer 1333 tarihli padişah iradesiyle müfettişlik teşkilatı feshedildi. Ertesi gün Sadrazam adına müsteşar Emin Bey tarafından Dahiliye Nezaretine yazılan tezkirede müfettişlerin görevlerine son verildiği belirtilerek gerekli işlemin yapılması isteniyordu. Diğer taraftan bu durum hakkında Hariciye Nezaretine de gerekli bilgi verildi.
Ermeni Sorununun en müzmin bir hal aldığı dönemde İttihat ve Terakki hükûmeti tarafından teşkil edilen Doğu Anadolu Islahat müfettişliği uygulaması, kritik bir dönemde gündeme gelmiş bir uygulamadır. Her ne kadar Osmanlı hükûmeti müfettişlerin uyması gereken kanun ve nizamları hazırlamış, onların emniyet, konaklama ve harcırahlarını sağlayarak kendi denetiminde bir ıslahatı gerçekleştirmek istemişse de, Büyük devletlerin Ermeniler lehine yaptıkları baskıların sonunda bu projenin uygulamaya konulduğu bir gerçektir. İmparatorluğun Balkan harbi felaketinden henüz yeni çıktığı ve büyük bir kargaşa içerisinde olduğu bir dönemde büyük devletlerin baskıları ile kabul edilen bu ıslahat projesinin uygulanabilirliği tartışma götürür bir konudur. Seçilen müfettişler, ne coğrafyayı, ne ıslahat yapacakları mekânlardaki kültürü, ne de halkın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu biliyorlardı. Bu açıdan bakıldığında sanki büyük devletlerin Ermeni Sorunundan dolayı yaptıkları baskıları azaltmak gibi bir düşünceden hareketle, İttihat ve Terakki hükûmeti tarafından bu yapılanmaya gidildiği görüşü ağırlık kazanıyorsa da, aslında ülkenin doğu kesiminin bir yerde elden çıkmasını kolaylaştıracak ve Ermeni çıkarlarını gözetecek, bölgedeki sorunları daha da artıracak bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır.
Belgelerden ve 1914 yılındaki gelişmelerden çıkan sonuca göre, Doğu Anadolu Islahat müfettişliği uygulaması, Osmanlı Devleti’nin bu alanda gerçekleştirdiği ilk uygulama değildir. 1878 Berlin Antlaşmasından itibaren bu konu sık sık gündeme getirilmiştir. Gerçi II. Abdülhamit döneminde Anadolu ıslahatı konusunda bir takım reformların yapılması için çabalar sarf edilmiş; özellikle. Balkanlarda da bu doğrultuda teşkil edilen müfettişlikler faaliyete geçirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda gerçekleştirmek istediği reform hareketleri bir yerde bu coğrafyanın kısa sürede elden çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bundan dolayı büyük devletlerin baskılarıyla yapılmak istenen reform çabalarına Osmanlı hükûmetleri pek iyi bakmamışlardır. Birinci Dünya Savaşından önce, bir yandan müttefik bulma kaygısı, bir yandan da büyük devletlere şirin görünme düşüncesinden dolayı Doğu Anadolu Islahat müfettişliği uygulaması tekrar gündeme gelmiştir. Hükûmetin bu uygulamasına en çok bölgedeki yerel yöneticiler karşı çıkmışlardır. Yerel yöneticilerin raporları ve merkeze gönderdikleri şifre telgraflar, bölgenin aynen Makedonya ve Şarki Rumeli vilayetlerinin elden çıkması örneğinde olduğu gibi bir sonuçla karşı karşıya kalınacağı mesajlarını içeriyordu. Bu açıdan yerel yöneticiler bu konuya ve bölgeye gönderilen müfettişlere karşı hep şüphe ile yaklaşmışlardır.
Gerçi, Birinci Dünya Savaşının başlaması, bu uygulamanın yarıda kalmasına neden olmuş; doğu vilayetlerinin denetimini büyük ölçüde Türklerin elinden almayı hedefleyen proje uygulanamamıştır. Avrupa devletlerinin çıkarları açısından bakıldığında, bu projeyi başarısızlıkla sonuçlanmış bir uygulama olarak görülür. Öte yandan Çanakkale deniz harekâtında başarılı olamayan İngiliz ve Fransızlar, 25 Nisan 1915 tarihinde kara harekâtına başlarken ayni tarihlerde doğuda Ermenileri ayaklandırdılar. Ermenilerin İngiliz ve Fransızlarla ortak hareketlerini yani beşinci kol faaliyetlerini yakından takip eden Osmanlı Hükûmeti bir süre sonra cesurca diye nitelenebilecek bir kararla Ermenilerin tehcir edilmesi ve böylece meselenin kökünden halledilmesini amaçlayan bir karar aldı ve hemen uygulamaya koydu. Çanakkale’yi geçemeyenlerin ümitleri de böylece suya düşmüş oldu. Nitekim, İttihat ve Terakki hükûmetinin bu uygulaması, günümüze kadar devam eden bu süreçte, konunun halâ tartışma zeminlerinde yer almasına neden olmuştur.
Doğu Anadolu vilayetleri için yeniden bir müfettişlik kurulması fikri Milli Mücadele yıllarında da gündeme gelmiş, hatta müsvedde olarak 7 maddelik bir talimatname dahi hazırlanmış fakat uygulamaya konulmamıştır.
Ortadoğu’nun bugün en güçlü ve istikrarlı ülkelerinden biri olan Türkiye, -günümüzden yaklaşık 80 küsur yıl önce gündeme getirilmiş olan- Doğu Anadolu Islahatı Projesi benzeri diretmelerle zaman zaman yine karşılaşmakta, konu Türkiye karşıtı güçler tarafından tekrar tekrar telaffuz edilmekte, dünya kamuoyu meşgul edilmektedir. O dönemde ülkenin elden çıkmasına zemin hazırlayan geçmişin bu acı tecrübelerinin çok iyi tahlil edilmesi, günümüz idarecilerinin de bu tecrübelerden hareketle ülke ile ilgili her türlü soruna, devlet ve milletin çıkarları çerçevesinden yaklaşmaları gerekmektedir.
Kaynakça
Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, (Ankara: 1983).
Cevdet Küçük, Osmanlı Dipomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878-1897, (İstanbul: 1984);
Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, (İstanbul: 1987).
Salahi R. Sonyel, ‘Osmanlı İmparatorluğunun Son Dönemi ve Türkiye’yi Bölme Çabaları (1908–1918)’, Belleten, Ağustos 1997, Sy: 231, s. 387 vd.
Nejat Göyünç, ‘Turkish-Armenian Cultural Relations’, The Armenians in The Late Ottoman Period, Edited by: Türkkaya Ataöv, (Ankara: The Turkish Historical Society for The Council of Culture, Arts and Publications of The Grand National Assembly of Turkey, 2001), s. 23-42.
Bilal Şimşir, Osmanlı Ermenileri, (İstanbul: 1986), s. 29.
Kemal Beydilli, “1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşında Doğu Anadolu’dan Rusya’ya Göçürülen Ermeniler”, Belgeler, c.XIII/17, (Ankara: Türk Tarih Kurumu,1988), ss. 365-434;
Ufuk Gülsoy, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşında Rumeli’den Rusya’ya Göçürülen Reaya, (İstanbul: 1993).
Ali Karaca, Anadolu Islahatı ve Ahmet Şakir Paşa (1838–1899), (İstanbul: 1993).
Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus İlişkileri (1798-1919), (Ankara: 1970).
Zekeriya Türkmen, “İttihat ve Terrakki Hükümetinin Doğu Anadolu Islahat Müfettişliği Projesi ve Uygulamaları (1913-1914): Ermeni Meselesine Çözüm Arayışları”, ERMENİ ARAŞTIRMALARI, Sayı 9, Bahar 2003.