1- SULTAN ABDÜLHAMİD VE İDARESİ
1876 yılında tahta geçen Osmanlı Padişahı Abdülhamid, kendisini büyük bir savaş içinde bulmuş, 93 Harbi diye bilinen ve Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile sonuçlanan 1877-1878 Rus harbinden sonra ordunun, devlet yöneticilerinin kötü durumunu görerek kontrolü ele almak ihtiyacı hissetmiştir. Bu savaş sonunda imzalanan Berlin Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu’da Ermeniler lehine reformlar yapılmasını, Sırbistan, Karadağ ve Romanya’ya bağımsızlık verilmesini öngörüyordu.
Doğu Anadolu’da Ermeniler için reform yapmanın ayrıcalıklar doğuracağını ve onların bağımsız bir devlet kurmalarını kolaylaştıracak sebepleri oluşturacak olmasını gören Sultan, Yunanistan, Sırbistan, Romanya ve Karadağ tecrübesini tekrar yaşamamak için bu reformları geciktirdi. Nitekim Berlin Kongresi’ne Ermeniler adına katılan Patrik Hırımyan da Ermeniler için federasyon talep etmiş, bu talebi büyük devletler tarafından kabul edilmemiştir. Ermenilerin Osmanlı Devleti içindeki statülerinde büyük değişiklikler getiren bu olaylar onları İngiltere, Fransa ve özellikle Rusya’nın desteğiyle illegal hareketlere sevk etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin dış baskılara boyun eğdiği, Şark meselesi denilen Ortadoğu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri üzerindeki reform politikalarının uygulanmaya çalışıldığı bu süreç, padişahı “hiç kimseye güvenmemek, bütün kararları büyük bir gizlilik içinde alarak uygulamak” düşüncesine itmiştir. Amcası Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve ölümü, kendisinin tahta çıkış şekli ve bir önceki padişah V. Murat’ın tekrar tahta çıkarılacağı söylentileri onun üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştur.
Sultan Abdülhamid’in Avrupalılarla mücadelesini gösteren bir karikatür
II. Abdülhamid’in devletin sürekliliğini sağlamak adına aldığı bu tedbirler daha çok tepki çekmiş, muhaliflerinin sayısını günden güne artırmıştır. Kendinden önceki reformcu padişahların sonlarını iyi bilen Sultan Abdülhamid, aynı akıbete uğramamak için bir hafiye teşkilatı kurmuş, bu yolla dostunu düşmanını görmeyi amaçlamıştır.
Padişah devleti yönetmek konusunda oluşan endişelerinde haklıdır, çünkü onu tahttan indirmek isteyen bir grup ya da grup ittifakları hep olmuştur. O, bir taraftan bu muhalefetle uğraşırken bir taraftan da etrafında gittikçe daralan uluslararası baskı çemberini kırmaya çalışmıştır. Birçok ihtilâli ve kendisine karşı düzenlenen onlarca suikastı ancak kurduğu jurnal teşkilatı ile aşan Sultan Abdülhamid, en çok Bulgar ve Ermeni Komitecilerinden çekmiştir. Bulgarları “koyun postuna bürünmüş kurtlar” olarak değerlendiren Padişah, Ermenilerin büyük devletlerin bir oyuncağı olarak kullanıldığını ve bu yönlendirmeler sonunda onların da bağımsız Ermenistan hayali peşine düştüklerini, hayatı pahasına bunun önüne geçmeye çalışacağını ifade etmiştir.
Sultan Abdülhamid bir Cuma selamlığı sonrası halkın gösterileri arasında
2- SULTAN ABDÜLHAMİD VE ERMENİLER
Sultan Abdülhamid’in iktidar yılları (1876-1909), Ermeni Meselesinin bağımsız bir Ermenistan kurma düşüncesine dönüştüğü ve Ermenilerin örgütlenerek eyleme geçtiği dönemdir. Bu dönem içinde 1890-1896 yılları arasında Anadolu’da ve başkent İstanbul’da meydana gelen olaylar, tam bir terör havası estirmiştir. Anadolu şehirlerinin hemen hemen tamamında Ermeni olayları çıkmış ve olaylarda yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bu olaylarla Ermeniler Avrupalı devletlerin yardımını sağlayarak bağımsızlık en azından federasyon elde edebileceklerine inanmışlardır. Ermenilerin ilk soykırım olarak kabul ettikleri bu olayların çıkış sebeplerini Ermeni komiteleri hazırlamışlardır. Birçok Ermeni komitecinin itiraflarında ve anılarında 1890 yılından itibaren Anadolu’da başlayan olayların kendileri tarafından çıkarıldığını görmek mümkün. Örneğin Mihran Damadyan’ın itirafları buna çok iyi bir örnek teşkil eder.
Ermenilerin bu durumlarını gören padişah, devlet işlerinde Ermenilere daha az yer vererek onların devlet ihalelerinden uzaklaştırılmasını dahi istemiştir. Tabii ki bu kararlar Ermenileri sakinleştirmemiş tam aksine silahlı eyleme yöneltmiştir.
Ermeniler İngiliz Başbakanı Gladstone’ın ve Rusya’nın desteği ve yönlendirmesi ile bu sayede Avrupalıların “Bağımsız Ermenistan” için destek vereceğine inanıyorlardı. 1905 yılında Padişah’a düzenlene suikast ve peşinden İstanbul’da çıkarılacak olaylar da böyle bir terör gayesi taşıyordu.
İngiltere Başbakanı Gladstone’ın Osmanlı Devleti’ne Karşı Tutumunu gösteren bir karikatür.
3- XX. YÜZYILIN BAŞLARINDA DÜNYADA TERÖR
İnsanlık tarihi kadar eskiye dayanan terörün dilimizdeki karşılığı, yıldırma, cana kıyma ve malı yakıp yıkma, korkutma ve dehşete düşürmedir. 1850’lerden sonra terörizmin belirli bir amaca ulaşmak için sistemli bir şekilde kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Rus ihtilâlci gruplarının yanı sıra İrlandalı, Makedon, Sırp ve Ermeni gibi radikal milliyetçi gruplar özerklik ve bağımsızlıkları için terörü kullanmışlardır. Fransız İhtilâli’nin bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni şekillenmiş milliyetçilik ve vatandaşlık fikirleri modern bir terör anlayışı ortaya çıkarmıştır. Marksizm gibi yeni politik ideolojilerin ortaya çıkışı mevcut düzende üretken bir karışıklık anlayışı meydana getirdi. Bu anlamda “fiili propaganda” teorisi bu dönüşüm sürecinde hayli ilgi gördü. Buna göre şiddet, toplumun algılamasını etkilemede tek güvenilir hareket tarzıydı. İlk olarak insanların dikkatini çeker, sonra da onları peşinden sürüklerdi. Bu dönüşüm sürecinde fiili propaganda anlayışını uygulamaya koyan Rusya’da terörizm, dönemin gündemine yerleşen sözcüğe göre bazen nihilizm, bazen de anarşizm ile birlikte anılmıştır. Bu Rus anarşistleri, hükümetleri ve sosyal müesseseleri yıkmak için kişisel ve kolektif şiddeti kullanmanın en hararetli savunucularıydılar ve Ermeni komitelerine ilham kaynağı olmuşlardır. Ermenilerin Osmanlı Devleti içindeki eylemlerinin çoğunu Rusya’dan gelen Rusya asıllı Ermenilerin gerçekleştirmiş olması ilginçtir.
Fransız İhtilali Avrupa devletlerini olduğu gibi çokuluslu bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti’ni de derinden etkilemişti. Bu etki özellikle milliyetçilik ve terör kavramlarıyla ortaya çıkıyordu. Osmanlı Devleti de çok uluslu bir yapıya sahip olduğu için milliyetçilikten sonra terör sayılabilecek hareketlerden etkilenmişti. İhtilal menşeli olan milliyetçilik fikri XIX. yüzyılın başından itibaren Osmanlı azınlıkları arasında yayılmış ve bunun neticesinde azınlıklar arasında bağımsızlık hareketleri baş göstermiştir. Osmanlı Devleti elbette, milliyetçi akımlar sayesinde dağılan tek imparatorluk değildi. Ancak hem Rusya, hem de Avusturya-Macaristan’da milliyetçi akımlar Osmanlı Devleti’ndeki kadar aktif ve silahlı eyleme dönüşmüş değillerdi. 1804 Sırp ayaklanması ve özerkliği, ardından 1821-29 Yunan ayaklanması ve bağımsızlığı bu yönde etkilerde bulundu. Yunan bağımsızlığı, kültürel bir milliyetçilik halindeki Ermeniliğin de eyleme geçmesi için önemli bir örnek teşkil etti.
Osmanlı Devleti’nde Sırp, Yunan ve Bulgar ayrılıkçı hareketleri Ermenilerden önce başlamıştı. Bu hareketler de Ermeni hareketinin gelişmesine bir örnek teşkil etmişti. Özellikle Yunan hareketi, Ermeni hareketini kamçılayan bir ayrılıkçı hareket olarak öne çıktı. Bu dönemde Ermeniler, Balkan halklarının birçoğu gibi kültürel bir uyanış tecrübesi yaşamışlar, Yunanlıların ve Bulgarların örneğinden ilham almışlardı. Osmanlı Devleti’ndeki milliyetçi hareketler, Balkan kavimlerinin daha sonra ise Ermenilerin koruyucusu rolünü üstlenen Avrupa devletlerinin, özellikle Rusya ve İngiltere’nin teşvik ve yardımları ile ihtilâlci bir karakter kazanmıştır. Bu durum zincirleme bir etki ile Osmanlı azınlıklarının bağımsızlık hareketlerine girişmelerine ve birbirlerini etkilemelerine neden olmuştur. Etkilenen son grup ise Ermeniler olmuştur. Ermenilerin kendisinden önceki ayrılıkçı hareketleri yakından takip ettiği, Ermeni Sorunu’nun en karmaşık dönemi ele alındığında bile ortaya çıkmaktadır. Sırp ve Yunan hareketi, daha sonra Bulgaristan’daki olaylarda işlenen tema, her anlamda Ermeni Sorunu’nda da yer almıştır. Ermeni cemaatinin izlediği yol, diğer ayrılıkçı hareketlerde takip edilenle büyük benzerlikler göstermektedir. Bu yolda Avrupalı devletlerin, özellikle Rusya ve İngiltere’nin takip ettiği siyaset ise onlara cesaret vermiştir. Nitekim Rusya ve İngiltere’nin Balkan krizinde takip ettiği siyaset bir örnek olarak Ermenilerin önünde hep durmuştur. Ermeniler açısından yapılması gereken tek şey, büyük devletlerin yardım ve desteğini sağlamaktı. Ayrılıkçı bir karakter kazanmış olan Ermeniler, önlerindeki bu seçeneği kullanmak için hiç zaman kaybetmemiş ve Avrupalı devletlerin Ermeni Sorunu’na ilgilerini çekmek için her türlü yola başvurmuştu.
Avrupa devletlerinin ve kamuoyunun ilgisini Ermeniler üzerine çekmek isteyen komiteler, en çok Rusya’daki yöntemlerden etkilenmişlerdir. XIX. yüzyıldaki Rus Devrimci hareketlerinin rolü, özellikle Narodnaya Volya (Halkın İradesi) ve Nihilist Hareketi binlerce mensubu ile hiç şüphesiz dönemini etkilemesi bakımından öne çıkmaktadır. Halkın İradesi tarihteki ilk politik terörizm kampanyalarından birini başlatmıştır. Aslına bakılırsa 1880’lerde iyice gündeme gelen ve büyük savaşın başlamasının suni sebebi olarak gösterilen Arşidük Ferdinand’ın öldürülmesinde doruğa ulaşan “Hükümdar Katli Dönemi” diye de tabir edilen bu katliam dönemini gündeme getiren de 1 Mart 1881’de II. Aleksandr’ın Narodnaya Volya tarafından öldürülmesi olmuştu. Rus Narodnikleri modern terörizmin bir parçası olarak Rusya’dan Batı Avrupa, Balkanlar ve Asya’ya yayılan bir anarşist dalgası ortaya koydular. Bu hareket en üst seviyeye, zaman zaman “suikastların altın çağı” diye tabir edilen 1890’larda ulaştı. İşte bu dönem, Osmanlı Devleti’nde Ermeni komitelerinin 1890-1896 olaylarının başladığı zamana denk geliyordu.
Görüldüğü üzere Sultan Abdülhamid, döneminde hakkında suikast planlanan tek hükümdar değildir. Özellikle çağdaşı olan imparatorların da sık sık aynı akıbete uğradıkları bilinmektedir. Rus imparatorları II. Aleksandr, III. Aleksandr ve II. Nikola, İspanya Kralı Alfonso ve Kraliçe Cristina, Fransa Cumhurbaşkanı Carnot, Yunan Kralı I. George, Sırbistan Kralı Milan, İtalya Kralı Umberto ve İran Şahı, Amerikan Başkanı William MacKinley ve Sırbistan Kralı Aleksandr ile Kraliçe Draga bu tür suikast mağdurlarından yalnızca bazılarıdır. Bunlardan, 1900 yılında İtalya Kralı Umberto, 1901 yılında Amerika Başkanı McKinley ve 1903 yılında da Sırbistan Kralı Aleksandr ile Kraliçe Draga uğradıkları suikast sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir.
1901 yılında bir terör saldırısı sonunda ölen ABD Başkanı McKinley
1900 yılında yine bir terör saldırısı sonunda hayatını kaybeden İtalya Kralı Umberto
4- SUİKASTIN PLANLANMASI VE UYGULANMASI
Ermeni komitelerinin Anadolu’da 1890-1904 yılları arasında yürüttükleri terör faaliyetleri, istedikleri yabancı bir müdahale için yeterli olmamıştır. Taşnaksütyun Cemiyeti bu durumu 1904 yılının Ocak ayında Sofya’da yapılan kongresinde ele almış, yabancı devletlerin Osmanlı Devleti’ne müdahalesini sağlamak için İstanbul’da geniş çapta karışıklıklar çıkarılmasına ve bunu temin etmek için de Sultan II. Abdülhamid’e suikast düzenlenmesine karar vermiştir. Bu kongrede komitelerin terör eylemlerini artırmaları için Andranik’in de çete reisi olarak dağlarda ve köylerde faaliyette bulunması kararlaştırılmıştır. Bu karar Doğu Anadolu ve Kafkasya’nın Müslüman halkı için yaşanan bir vahşeti doğurmuştur.
Taşnaklar yaklaşık bir yıl çalışarak hazırladıkları planla, Sultan Abdülhamid’i 21 Temmuz 1905 Cuma günü saatli bomba ile öldürmeyi planladılar. Bu suikast sonunda kurulan özel komisyon tarafından yapılan soruşturmalara ve incelemelere dayanarak hazırlanan raporda (Temmuz′un Sekizinci Cuma Günü Selâmlık Mevki‘-i Âlîsinde İcrâ Kılınan İşti‘âl-i Cinâî Hakkında Bâ-irâde-i Seniyye-i Hazret-i Hilâfetpenâhî Teşekkül Eden Komisyon-ı Mahsus Tarafından İcrâ Kılınan Tahkikatın Fezlekesi) suikastın planlanması ve cereyan şekli şöyle olmuştur:
Taşnaksütyun Cemiyetinin kurucularından Kristofor Mikaelyan, 1904 yılında Sofya’da yapılan kongreye İstanbul temsilcisi olarak katılmış ve Sultan’a suikast teklifini o yapmıştır. Bu plana göre, Padişah’a suikast düzenlendikten sonra, Babıâli, Galata Köprüsü, Tünel, Osmanlı Bankası, yabancı büyükelçilikler ile diğer bazı özel ve resmi kuruluşlar havaya uçurulacak, böylece büyük bir kargaşalık ve ihtilâl çıkarılarak İstanbul kan ve ateş içinde bırakılacaktı. Kristofor Mikaelyan, bu kongrede alınan kararlar doğrultusunda Rubina Fayn ve Lipa Rips ile görüşerek İzmir üzerinden İstanbul’a gelmiş, bu yolculuk esnasında Yunanistan’dan ve Fransa’dan kullanılacak bomba malzemelerini temin etmiştir. Bu üç komiteci, 1905 yılının Ekim-Kasım aylarında İstanbul’daki teşkilatı güçlendirmişler, suikast komitesine 40 kadar teröristi katmışlardır. Bunlar arasında ön plana çıkanlar, Viram Şabuh Kendiryan, Singer Şirketi’nde memur olarak çalışan Belçikalı Edward Joris ve karısı Anna Nellins, Silviyo Riçi, Torkum ve Maria Zayts gibi isimlerdir.
Samuel Fayn Takma Adıyla
İstanbul’da teşkilat yapan,
Taşnaksütyun Cemiyeti’nin
kurucularından,
1904 yılında Sofya’da bomba talimi
yaparken ölen, Sultan Abdülhamit’e
suikastı planlayan terörist
Kristopher Mikaelyan.
Komite İstanbul teşkilatını kurduktan sonra suikast işinin nasıl gerçekleştirileceği üzerinde durmuş, bu konuda çeşitli görüşler ortaya çıkmıştır. Önce Padişah’ın üzerine Cuma Selamlığı’nda bomba atılması düşünülmüş, ancak bunun imkânsızlığı görülünce bundan vazgeçilmiştir. Bütün bu işleri organize eden Kristofor Mikaelyan ise, tüm zorluklarına rağmen bomba atarak suikast düzenlenmesi fikrini benimsemiş ve diğer komitecilere de bu düşüncesini kabul ettirmek amacıyla el bombasıyla denemeler yapmak için Sofya’ya gitmiştir. Bu sırada Cenova’da toplanması kararlaştırılmış olan Ermeni Taşnaksütyun Cemiyetine ait bir kongrede İstanbul’daki şube adına delege sıfatıyla hazır bulunan Viram Şabuh Kendiryan yolcu sıfatıyla Sofya’ya uğramıştır. Viram Şabuh Kendiryan ve Kristofor Mikaelyan Sofya yakınlarındaki bir köyde bomba denemeleri yaparken dağdan ovaya doğru bomba atacakları sırada patlayan bomba sonucu ölmüşlerdir. Bu caniler için Sofya’da büyük bir devlet töreni yapılmıştır. Bu durum Bulgar Hükümeti’nin Ermeni komitelerine nasıl sahip çıktığını da göstermektedir.
Mikaelyan ile birlikte Sofya’da bomba talimi yaparken ölen
Terörist Vram Şabuh Kendiryan.
Bu ölümlerden sonra, arabayla bu cinayeti işleme fikrini taşıyan Rips, doğrudan doğruya fesat işini yönetmeye başlayarak 1905 yılı Mart ortasında İstanbul’dan Sofya’ya ve oradan da Viyana’ya gidip karısı Sofi Rips’in gerçek ismi olan Mari Zayts adına Nesseldorfer isimli araba fabrikasından özel milor cinsinden bir araba satın almıştır. Arabaya özel bir bölme yaptırılıp bombanın buraya yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Uygulanacak yeni plana göre, suikast özel bir arabaya yerleştirilecek saat ayarlı bir bomba ile yapılacaktı. Bomba yüklü araba, Sultan Abdülhamid’ in cuma namazını kıldığı Yıldız Camii’nin dış kapısına yakın bir yere, yabancı konukların arabalarının arasına konulacaktı. Bu plan doğrultusunda çalışmalara başlayan komite mensupları, camiden Padişah’ın çıkışını haber veren “selam dur” komutunu müteakip Padişah’ın cami havlu kapısına kadar olan mesafeyi bir dakika kırk iki saniyede kat ettiğini ve bu müddetin değişmediğini görerek bomba saatini bu müddete göre kurdukları takdirde malum maksatlarına ulaşacaklarını anladılar.
Sultan Abdülhamit'e suikast için yüz kilo bomba yüklenerek patlatılan arabanın fabrikadan alınan fotoğrafı.
Arabaya yerleştirilecek olan patlayıcıların ana maddesi olan melinit, Fransa’dan satın alınmış ve Pire’den bir vapurdan diğer vapura nakil ile Bulgaristan′a gönderildikten sonra oradan Varna yoluyla İstanbul’a getirilerek komitenin hususi adamı olan Silviyo Riçi tarafından vapurdan çıkarılmıştır. Bu maddeler bir müddet Samuel Fayn’ın yanında saklandıktan sonra İstanbul’da polisin gözü önünde olmayacak, özellikle yabancılara ait binalarda ve kurumlarda saklanacaktır. Avusturya Hastanesi bunların başında gelmektedir. Yapılan araştırmalarda Avusturya Hastanesi’nin farklı mahallerinde bombalar ve melinit denilen patlayıcı maddeler bulunmuştur.
Avusturya Hastahânesi’nde ele geçirilen sabotaj malzemesi: Su filtreleri, bomba fitilleri, dinamit ve elektrik kapsülleri.
Avusturya Hastahânesi’nde ele geçirilen barut, clorat de potas, dinamitli pamuk barutu, dinamit kapsülleri, barutlu kağıt ve bombaların patlatılmasında kullanılan tapalar görülüyor.
Patlayıcı madde olan melinitin seksen kilosu olay gecesi arabanın bulunduğu ahıra getirilmiş ve gece özel olarak hazırlanmış olan sandığa konulmuştur. Bu patlayıcı maddeye “mitray” denilen bazı çelik ve demir parçaları da ilâve edildiğinden melinit sandığının yüz kiloya ulaşmasından dolayı arabanın bu maddeleri yüklü olduğu halde mukavemet derecesi anlaşılmak üzere de ahırın bulunduğu Şişli ovasında çelik sandığa 100 kilo ağırlığında taşlar konularak denemeler yapılmış ve netice istenilene uygun olmuştur. Arabanın sürücü kısmı Avusturya’daki fabrikaya özel olarak yaptırılmış olup seksen kilo melinit ve düzenek buraya yerleştirilmiştir.
Beyoğlu’nda Cons Apartmanı’nın kuyusundan çıkarılan Melinitli çamur ve bombalar.
Bu şekilde malum cinayet maddeleri hazırlandı ve esasen makineyi patlatmak üzere Samuel Fayn’ın kızı olan Robina bizzat arabaya binerek yalnız gitmesi kararlaştırıldı. Ancak Robina’nın defalarca selâmlık mevkiine yalnız gelmiş olmasından dolayı o gün de dikkat çekmemek üzere Rips’in kıza eşlik etmesi uygun bulundu. Bombanın elektronik kısmı İstanbul’da yaptırılmıştır. Zaman ayarlı bomba düzeneği için gerekli olan 12 voltluk piller, Beyoğlu’nda bulunan Tünel Pasajı’nda fotoğraf ve elektrikli aletler ticareti yapan Acemyan Efendi’nin dükkânından sipariş edilmiştir. Acemyan Efendi pilleri, Kokojen adlı dükkânda çalışan Ohannes oğlu Bedros’a yaptırmıştır. Teller bir borudan geçirilerek bombanın saatine bağlanmış ve hazırlanan elektronik düzenek arabaya yerleştirilmiştir.
İstanbul’da Kroger Otel’de ortaya çıkarılarak el konulan bombalar.
İstanbul’da Serkl Doryan Kulüp’te yapılan araştırma sonucu kömürlük ve sarnıçta bulunan bombalar.
Komiteciler İstanbul’da ve Avrupa’da bu hazırlıklar içerisinde bulunurken, rutin hale gelmiş olan bazı ihbarlar da saray gelmiştir. Paris’te çıkan Pro-Armenia Gazetesinde bu yolda haberler neşredilmiş, yazar Piyer Kiyar Sultan’ın artık öldürüleceğini, bunun Avrupa için gerekli olduğunu yazmıştır.
Cenevre’de Taşnaksütyun Cemiyetinin resmi yayın organı Pro-Armenia Gazetesi
Alman sosyalistlerinden Henry Adolf tarafından 5 Kasım 1904’te Saray’a gönderilen ihbarda, Sultan’a karşı bir suikast düzenleneceği bildirilmiştir. İstanbul’dan kaçarak Mısır’a giden eski Başhafiye Ahmet Celadeddin Paşa da, Saray’ a gönderdiği 30 Mayıs 1905 tarihli yazısında Sultan’a suikast planlandığı ile ilgili bilgi vererek Ermeni Gazeteci Dikran Kelekyan Efendi’nin bu haberi teyit ettiğini bildirmiştir. Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’ya 17 Haziran 1905’te Paris’ten T.X.K. imzasıyla gönderilen yazıda da, Padişah’a bir suikastta bulunulacağı haber veriliyordu. Bütün bu ihbarlara rağmen hükümet suikastı engellemek için yeterince tedbir almamıştır. Bu nedenle komiteciler, hiçbir engelle karşılaşmadan suikast için gerekli arabayı ve patlayıcıları yurtdışından getirebilmişler ve hazırlıklarını tamamlamışlardır. Bu tedbirsizliğe Saraya her gün onlarca gelen bu tür ihbarların sebep olduğu söylenebilir.
Patlayıcı madde yerleştirilen araba, 21 Temmuz 1905 Cuma günü selamlık töreni için Yıldız Camii’ne gelen yabancı elçilik arabalarının arasına bırakılmıştır. Bu sırada saatli bomba da devreye sokulmuştur. Tören alanında, Padişah’ın geçeceği yolun sağında ve solunda devlet erkânı sıralanmış, askeri birlikler selam vaziyeti almışlardı. Set üzerinde ve Talimhane Meydanı’nda yüzlerce yerli ve yabancı halk Padişah’ın gelmesini beklemeye başlamışlardı. Sultan Abdülhamid camiden çıkmış ve arabasına binmek üzere merdivenlere doğru ilerlerken karşılaştığı Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ile konuşmak için duraklamış ve konuşmaya başlamıştı. Bu esnanda, devreye sokulan bomba büyük bir gürültü ile patladı. Bu dehşetli patlama üzerine etrafta büyü bir panik meydana geldi. Askerler, paşalar da aynı panik havasındaydı. Sultan Abdülhamid, patlamanın müthiş sarsıntısından ve havada uçuşan bazı parçalardan korku ve telaş eseri göstermemişti. Yanında bulunan Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa’ya ne olduğunu sormuş ve ellerini açarak gür bir sesle:
Korkmayınız! Korkmayınız! diye iki defa bağırmış, “herkes yerinde dursun!” diyerek ağır adımlarla merdivenden inmeye başlamıştı. Onu bu halde gören ve dağılmış olan maiyet bölüğü, askerler ve zabitler eski yerlerini almaya başlamışlardı. Arabasının önüne gelen Sultan, “Telaş edilmesin, izdihamdan kimse incinmesin” diyerek arabasına binmişti. Set üzerinde ve elçilere ayrılmış merasim köşkünde bulunanlar geçmiş olsun dileklerini ifade etmek için, “Yaşa Sultan, yaşa!” anlamında “Vive le Sultan, vive!” diyerek Sultan’ı alkışlamışlardır. Bunlara tebessümle karşılık veren Sultan Abdülhamid, bir süre sonra Çit Köşkü’ne ulaşmıştır.
Yıldız Camii’nde 21 Temmuz 1905 Cuma günü bombanın patladığı anı canlandıran bir resim
Sultan Abdülhamid, burada âdeti olduğu üzere elçileri kabul edip yirmi dakika kadar konuşmuş, elçiler gittikten sonra, Sadrazam Ferit Paşa ve vekillerin tebriklerini kabul etmiştir. Zaptiye Nazırı’ndan ve diğer ilgili memurlardan, bu olayı yapanların mutlaka bulunmasını, liman ile tren istasyonlarına talimatlar verilerek suçluların kaçmalarına meydan verilmemesini istemiştir.
Bir Cuma Selmalığında Yıldız Camii
5- SUİKAST SONUNDA YAPILAN ARAŞTIRMALAR SUÇLULARIN YAKALANMASI, İTİRAFLAR
Suikast hakkında ilk araştırma Beşiktaş Zabıtası Kumandanlığı tarafından yapılarak hazırlanan rapor Saray’a sunuldu. Elde edilen ilk bilgilere göre; olayda üçü asker olmak üzere 26 kişi hayatını kaybetmiş, 58 kişi de yaralanmıştı. Yaralılar Yıldız, Etfal ve Gümüşsuyu Hastaneleri’nde tedavi altına alınmışlardı. Ayrıca olayda yirmi kadar araba parçalanmış ve o kadar da hayvan telef olmuştu. Suikastı incelemek üzere bizzat Sultan Abdülhamid’in seçtiği kişilerden özel bir komisyon kuruldu. Komisyon başkanlığına Sultan’ın güvendiği kişilerden Nafia Nezareti Müsteşarı Necip Melhame Paşa getirildi. Bu özel komisyon çalışmalarına patlama alanında incelemelerde bulunarak ve patlamada ölenlerin kimliklerini tespit ederek başladı. Hem doktorların verdiği raporlar hem de patlama alanında yapılan araştırmaya dair raporlar fezlekede yer aldı. Bu incelemeler sonunda önemli bir ipucu elde edildi. Patlama alanından toplanan parçalanmış araba enkazlarından birisinin daha çok harap olduğu görülerek bu araba incelenmeye alındı. İşte suikastı bu araba enkazında kayıtlı “Nesseldorfer” kaydı çözdü. Bu isim Avusturya’da bir araba fabrikasının adı idi. Suikast incelemeleri ilgili bir sonuç elde edilemediğine kızan Sultan bu haber üzerine rahatlamıştı
Padişah II. Abdülhamid’e suikast girişimine katıldığı tespit edilen Köse Aristidi için verilen karar ile yakalama emrinin gönderildiği hakkında, Başsavcılıktan Sadaret’e (Başbakanlık’a) gönderilen yazı.
16 Ağustos 1905 Başbakanlık Osmanlı Arşivi, BEO. 2651 / 198809 – 2
Bu ipucundan hareket eden soruşturma komisyonu kapsamlı bir tahkikata başlamış, pek çok tanığın ifadelerini almış ve olayla ilgisi bulunan kişilerden bazıları yakalanarak sorgulanmıştır. Tabii olarak arabanın izini süren komisyon, ilk olarak bu arabanın ne zaman ve kimler tarafından Avusturya’dan getirtildiğini ortaya çıkarmış, buradan Silviyo Riçi ismine ulaşmıştır. Bunun kaldığı oteller, gittiği meyhaneler incelenmiş, şahitler dinlenmiştir. İstanbul arabacıları bu sorgulamalarda çok önemli bilgiler vererek komisyonun kilit isim Edward Joris’e ulaşılmasını sağlamışlardır. İstanbul’da Singer Şirketi’nde çalışan Belçikalı Edward Joris, suikastla ilgili bütün teferruatı anlatmış, olayın aydınlanmasını sağlamıştır. Suikasttan sonra kaçmayan ve ihtilâl fikirlerine sahip olan sosyalist Joris’in verdiği bilgilerden yola çıkan soruşturama komisyonu, onlarca şahit dinleyerek ve uluslararası bilgilere de ulaşarak uzun çalışmalardan sonra bin sayfaya yakın bir rapor hazırlamıştır.
Bombalı suikastın aydınlanmasında itiraflarının
önemli payı bulunan, idamla yargılanan fakat
Sultan tarafından affedilen Belçikalı anarşist
Edwar Joris.
Olaydan sonra kaçmayı başaran Edward’ın karısı
Anna Nellins Joris.
Hacminden de anlaşılacağı üzere rapor, Ermeni teröristlerinin bombalı suikast için yaptıkları tüm faaliyet ve çalışmaları ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Komisyon tarafından hazırlanan raporda olaylara karışanların suikasttaki rolleri tek tek açıklanıyordu. Bu rapor aynı zamanda savcılığın hazırladığı iddianameye de esas teşkil etmişti. Raporda suikasta karışan 40 kişinin adları şöyle sıralanıyordu:
Kristofor Mikaelyan
Konstantin Kabulyan (Lipa Rips)
Rubina Fayn
Maria Zayts
Vram Şabuh Kendiryan
Silviyo Riçi
Edward Joris
Anna Nellins
Karabet Ohannesyan
Ardaş Haçik Kapudanyan
Mıgırdıç Garipyan
Kirkor Varşam
Yervant Frankulyan
Maria Arşamof (Arşanef)
Anton Koş
Yervant Alacaeyan
Takfor Agopyan
Manuk Ümidyan
Nişan Ohannesyan
Serkis Nehabedyan (Arakel)
Hacı Nişan Minasyan
Ohannes Garipyan
Oseb Topalyan
Bogos Keçyan
Haçik Peloyan
Manuk Keçyan
Fro Bogodyan
Ağya Kahveciyan
Adele Berciher
ArtakiArtakyan
Hayk Melikyan
Yervant Honenyan
Arşak (kunduracı)
Yovakim
Karakin
Manume
Mihal
Mateo
Milto
Manol.
Bin sayfalık araştırma raporu, daha sonra “Temmuz’un Sekizinci Cuma Günü Selamlık Mevki-i Alisinde icra Kılınan İşti‘al-i Cina‘i Hakkında Ba-irade-i Seniyye-i Hazret-i Hilafet-Penahi Teşekkül Eden Komisyon-ı Mahsus Tarafından İcra Kılınan Tahkikatın Fezlekesidir” başlığı altında özet olarak bir kitapçık halinde hazırlanmıştır. Fezleke adı verilen bu tahkikat dosyasının özeti, ilgili devlet görevlileri için matbaada oldukça sınırlı sayıda Türkçe ve Fransızca basılmış ve içeriği gizli tutulmuştur. Fezleke, 67 sayfa ana metin ile 8 sayfa Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umumiliği tarafından hazırlanan İddianame ve Müstantik Kararnamesi’nden oluşmuştur. Fezleke sonuna olayla ilgili 34 adet fotoğraf konulmuştur.
Suikast ile ilgili kurulan özel soruşturma komisyonun hazırladığı 75 sayfalık raporun ilk sayfası
Suikastta ismi geçen komitecilerin bazıları suikast sonrası yurt dışına kaçmayı başarmış, bazıları yakalanmış, bazıları ise suikasttan önce ölmüştür. Fezlekede ismi geçen kişilerden biri olan, Sultan Abdülhamid’e suikast fikrini ilk ortaya atan ve suikast çalışmaları sırasında ön planda görev alan Kristofor Mikaelyan, Sofya’da bomba denemeleri yaparken Vram Şabuh Kendiryan ile birlikte ölmüştür. Suikast çalışmaları sırasında ön planda görev yapan diğer isimlerden Lipa Rips kod adlı Konstantin Kabulyan, Rubina Fayn, Maria Zayts, Silviyo Riçi, Anna Nellins, Karabel Ohannesyan, Ardaş Haçik Kapudanyan, Mıgırdıç Garipyan, Kirkor Varşam ve Yervanl Frankulyan suikasttan sonra ülkeden kaçmayı başarmışlardır. Suikastta birinci derecede rol oynayan teröristlerden yalnızca Edward Joris yakalanabilmiştir.
Yine suikastta görev alan Hacı Nişan Minasyan adlı komiteci tutuklu olduğu sırada, tuvaletin teneke ibriği ile kendisini parçalayarak intihar etmiştir. Haci Nişan’ın sorgulaması sırasında söylediği bazı sözler dikkat çekicidir: “Beni öldürseniz de artık bir şey söylemem”. Bu ifadelerden sonra intihar eden Haci Nişan’ın bu tavrı Ermeni komitecilerin kararlılıklarını da gözler önüne sermektedir.
Tutukluların yargılanmasına hemen başlanmış, mahkeme süreci dünyanın birçok yerinden gelen yabancı gazeteciler tarafından takip edilmiştir. Tabii ki dikkat çeken en önemli yargılama Belçikalı Edward Joris’inki olacaktı. Edward Joris’in mahkemeden önceki sorgularında Belçika elçisi ile baş tercümanı da katılma talebinde bulunmuşlar, istekleri kapitülasyonların erdiği izin çerçevesinde kabul edilmiştir. Tutuklu sanıklar aleyhine açılan davada karar safhasının yaklaşması üzerine Belçika hükümeti, Edward Joris’in iadesini istemiş ve bu nedenle Osmanlı Devleti ile Belçika arasında diplomatik bir kriz çıkmıştır. Mahkeme 19 Aralık’ta sonuçlanmış Joris idama mahkûm edilmiştir. Bu karar üzerine Belçika hükümetinin baskıları artmış, Joris’i kendisi yargılamak isteyen Belçika isteklerini İngiltere, Fransa ve Rusya vatandaşlarına verilen haklardan faydalanma noktasına getirmiştir. Bu krizin daha fazla uzamasını istemeyen Sultan II. Abdülhamid, Joris’i affetti. Bütün suçunu hem yazılı hem de sözlü olarak itiraf eden bir terörist böylece hapis cezası bile almadan serbest bırakılmıştı.
II. Abdülhamid’e suikast girişimine karışan Edward Joris’in Hollanda gazetelerinde yayınlanan fotoğrafı. BOA, Y.MTV, 310 / 59 – 2 (1908)
Joris dışındaki sanıklar mahkeme sonunda gerekli cezalara çarptırılmışlardı.
Tutuklu ve firari diğer teröristler
Değerlendirme ve Sonuç
Sultan Abdülhamid’e düzenlenen suikast bir beyanname ile halka duyuruldu. Ülkenin hemen hemen bütün şehirlerinde mevlitler okutularak bu belanın defedilmesinden dolayı Allah’a şükredildi. Yabancı ülkelerin temsilcileri de gönderdikleri telgraflarla olaydan duydukları üzüntülerini belirttiler. Bununla beraber terör amacına ulaşmıştı. Avrupa basını suikastla ilgili birkaç haber sonunda yine hakları gasp edilmiş! Ermenilerin Türkler tarafından öldürüldüğü, sürüldüğü, bu Hıristiyanların Müslümanların boyunduruğundan kurtarılması gerektiği yönünde haber yaptılar.
Bütün terör gruplarının çalışmalarında olduğu gibi, Osmanlı Devleti’nde XIX. yüzyılda başlayıp devletin yıkılış sürecine kadar devam eden Ermeni terör eylemlerinde de yurt dışı bağlantıları ve teşvikler yönlendirici ve şekil verici olmuştur. Bu yönlendirmede Ortadoğu ve Kafkasya’da oluşacak yeni durumda etkin olmak isteyen büyük devletler Ermeni örgütlerini silah, finans ve propaganda açısından desteklemişlerdir. İngiltere, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki farklı grupların teşvik ve yönlendirmeleri olmasa idi Ermeni Sorunu bugünkü içinden çıkılmaz hale gelmez, Doğu Anadolu’daki reform çalışmaları daha iyi sonuçlar verebilirdi.
Ermenilerin uluslar arası çalışmaları o günden bugüne aralıksız sürdü, Birinci Dünya Savaşı’nın karışık ortamı içinde tehcirden ya da göç ettirmeden sonra da Türkler ve Türkiye aleyhine çalışmalarını sürdürdüler. 100. yılına gelirken sevk ve iskânı bir soykırım olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına kabul ettirmeyi kendilerine ana gaye olarak seçmiş olan Ermenistan ve Ermeni komiteleri bu asılsız iddialarından vazgeçerek Anadolu’da ve Kafkasya’da Türklerle dost olma yolunu aramalıdırlar. Sorunun siyasi bir mahiyet aldığı düşünüldüğünde bundan başka bir yol olmadığını da anlamalıdırlar.
Bugün dünyanın özgür hiçbir ülkesi bu tür terör eylemlerine göz yumamaz, destek veremez. Masum 26 kişinin ölmesine ve 58 kişinin yaralanmasına sebep olan bu cinayet, maalesef o gün Avrupa gazetelerinin çoğu tarafından alkışlamış, tutukluların serbest bırakılmaları istenmiştir. Bu psikolojik yaklaşım Birinci Dünya Savaşı yıllarında Avrupalıların desteğine güvenen, tâbi oldukları ülkenin kanunlarını dinlemeyen bir Ermeni güruhu ortaya çıkarmıştır.
Bu güven Ermenileri Sevke götürmüştür.