LOZAN VE ERMENİLER
Birinci Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri’nin kendi aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla paylaşılan Türkiye haritası
26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz sonucu Yunan ordusu Anadolu’dan tümüyle sökülüp atılmış ve 3 Ekim’de Mudanya Mütarekesi görüşmeleri başlamıştı.
11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile Türk-Yunan çatışması sona ermekle kalmamış, aynı zamanda İtilâf Devletleri’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin varlığını kabul etmek zorunda bırakmıştır. Mütareke sonrasında başlayan yoğun tartışmaların ardından da İtilâf Devletleri ile Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmeti arasında bir barış antlaşmasının yapılması kararlaştırılmıştır.
Türklerin Yunanlılara karşı kazandığı zaferi gösteren The Daily Star Gazete’sinde 3 Haziran 1922 tarihiyle yayımlanan bir karikatür
Barış görüşmelerinin başlaması öncesinde Ankara, önemli sorunlar ile karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunlardan ilki, görüşmelerin nerede ve ne zaman yapılacağıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, daha Mudanya görüşmeleri devam ederken batılı devletlere verdiği bir nota ile barış konferansının 20 Ekim’de İzmir’de toplanmasını teklif etmiştir. Ancak müttefikler bu görüşe itibar etmemişler ve konu ile ilgili olarak kendi aralarında görüşmelere başlamışlardır. Sonuçta tarih olarak 13 Kasım’da, yer olarak ise Lozan’da karar kılmışlardır. 27 Ekim tarihli bir nota ile hem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni hem de İstanbul Hükûmeti’ni ayrı ayrı konferansa davet etmişlerdir.
İtilâf Devletleri’nin verdikleri nota ile konferansın nerede ve nasıl başlayacağı konusu açıklık kazanırken, konferansa hem TBMM Hükûmeti’nin, hem de Osmanlı Hükûmeti’nin davet edilmesiyle yeni bir sorun çıkmıştır. Lozan’da yapılacak olan barış görüşmelerine her iki hükûmetin de davet edilmesi, Türk ulusunun görüşmelerde hangi hükûmet tarafından temsil edileceği sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Başkomutan ve Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşanın kısa bir süre önce TBMM Hükûmetinin tek temsilcisi olduğunu açıklamasına rağmen, İstanbul hükûmeti sadrazamı Tevfik Paşa, bu yaklaşımı görmezlikten gelmiş ve konferansta izlenecek ortak ilkeleri tespit etmek amacıyla bir telgraf çekmiştir.
“Konferansa, Babıâli de, Büyük Millet Meclisi de davet olundu. Babıâli’nin ademi icabeti, devletin altı asrı mütecaviz zamandan beri müesses ve mahfuz olan, bütün alemi islamın alakadar olduğu hüviyeti tarihiyesini mahkumu indiras etmek, Büyük Millet Meclisinin ademi icabeti ise cihanın müştak ve muntazır olduğu sulhü akim bırakmaktır. Bu mühim mesuliyetleri bittabi ne Babıali ne Büyük Millet Meclisi arasında hakiki bir ikilik mutasavver olmadığı ve her türlü ısrar ve tazyike karşı Sevres Muahedesinin ademi tasdikinde mukavemet ve tesadüf olunan müşkülatı azimetin iktifamı ile umuru idarenin tedvirini ve işgalin tahlili tesiri hususunda bezli makderet ve bu meyanda muvaffkıyetimiz hakimiyeti milliyeyi tahkim ve tevsik suret ile vahdeti idareyi temin için müzakereye de hazır olduğu halde mesail hayriyenin bir sulhü nafi ile semeratı siyasiyesini iktitaf hengamında mücahedei millettten ayrı kalmayı ve bu sebeple bilittihat istihsali mümkün olan menafii aliyei vatandan cüz’ü layetecezzasını bile ifateyi asla tecviz etmez. Ayrılık şöyle dursun, en ufak bir muhalefeti dahi reva görmez. Hatta payi adayı katı’ ve levsi istilayı izale yolunda seyfen mesaii canısiperane ve hudapesendanede bulunanları nefislerine tercih eyler… Binaenaleyh ademi itilaf sebebile devlet ve milletin başına mazaalhü taala bir musibeti uzma getirmek ve muaveneti maddiye ve muzahereti maneviyelerine nail olduğumuz alemi islamı müteellim etmekten ise menafii aliyei vatan uğrunda temini vahdet, evvelce vacip ise bugün farz olmuştur. Şu halde hem istikbali memleket, hem müdafaai hukuku vatan hakkında müzakerede bulunulmak üzere Büyük Millet Meclisine tayin olunacak bir zatın talimatı mahsusa ile hemen gönderilmesini hassaten temenni ve bu şık tensip buyrulmadığı halde heyetimizden Ziya paşa hazretlerinin oraya gönderileceği beyan ve cevabının telgrafla bildirilmesi niyaz olunur, Sadrazam Tevfik ”.
İstanbul hükûmetinin bu girişimi Millî Mücadele’nin başından beri Türk milletinin temsilcisi olarak kabul edilmeyen İstanbul hükûmetinin ve saltanat kurumunun da varlığını tartışılır hale sokmuştur. Saltanatı kaldırmak için uygun bir ortam bekleyen Mustafa Kemal Paşa, sorunun kökünden çözümü için saltanatın kaldırılmasını gündeme getirmiştir. Yaşanan hararetli tartışmalar ardından, 1 Kasım 1922’de Dr. Rıza Nur ve arkadaşlarının vermiş oldukları yasa teklifi mecliste kabul edilmiş ve saltanat kaldırılmıştır.
Ankara’nın karşılaştığı bir başka sorun ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni temsil edecek heyetin başkanının kim olacağı sorunudur. Heyet başkanlığı için çeşitli isimler gündeme gelmiştir.7 Ancak heyet başkanlığı için birçok kişinin aklına gelen ilk kişi, dönemin Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey’dir.8 Ancak bu konuda belirleyici kişi konumunda bulunan Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşanın ise aklında çok farklı bir isim vardır. Bu kişi, Mudanya Mütarekesi görüşmelerinden başarı ile çıkan Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşadır. Bu konuda Atatürk şunları söylemektedir:
“…Vekiller Heyeti Reisi Rauf Bey, Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey ve Sıhhiye Vekili bulunan Rıza Nur Bey gidecek Heyet-i Murahhası’nın tabiî azası gibi görülüyordu. Ben, henüz bu hususta kati kanaat ve kararımı tespit etmemiştim. Ancak Rauf Bey’in taht-ı riyasetinde bulunacak heyetin bizim için hayati olan meselede muvaffak olacağına emin olamıyordum. Rauf Beyin de kendinin zayıf görmekte olduğunu hissediyordum. Müşavir olarak İsmet Paşa’nın kendisine terfikini teklif etti. Bu teklife dermeyan ettiğim mütalaada, İsmet Paşadan müşavir olarak edilecek istifade mahduttur. İsmet Paşa reis olursa, azamî istifade temin olunacağına ben de kaniim, dedim… İsmet Paşanın Heyeti Murahhasa Reisi olması için daha evvel Hariciye Vekili Olmasını münasip gördüm. Bunu temin için doğrudan doğruya Hariciye Vekili Yusuf Kemal Beye hususi ve mahrem olarak yazdığım bir şifre telgrafnamede kendisinin Hariciye Vekaletinden istifa etmesini ve yerine İsmet Paşanın intihabına bizzat delalet eylemesini rica ettim…”
Bu gelişmelerden sonra Atatürk, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Beyin Dışişleri Bakanlığından istifa etmesini ve yerine İsmet Paşa’nın geçmesini istemiş ve böylece İsmet Paşanın heyet başkanlığı için hiçbir engel kalmamıştır. Barış görüşmelerine katılacak diğer delegeler ise Trabzon milletvekili Hasan (Saka) ve Sinop milletvekili Rıza Nur olarak belirlenmiştir.
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’de başlamıştır. Görüşmeler 4 Şubat 1923’te kesintiye uğramasına rağmen 23 Nisan 1923’te tekrar başlayacak, barış anlaşması ve bununla ilgili diğer belgeler 24 Temmuz 1923’te imzalanacaktır.
The Cornell Daily Sun, Volume XLIII, Number 66, 6 December 1922
Alois Derso ve Emery Kelèn Lozan Konferansı ile ilgili karikatürlerinden biri
Ermenilerin Görüşmeler Öncesindeki Diplomatik Girişimleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin Tavrı
Lozan’da bir görüşme yapılacağı ve Türkler ile İtilâf Devletleri arasındaki sorunların kesin olarak çözümleneceğini haber alan Ermeniler de bazı hazırlıklara girişmişlerdir. Harekete geçen Ermeni Cumhuriyeti heyeti ve Ermeni millî heyeti, önce kendi aralarında tam bir görüş birliği oluşturmuşlar ve son olarak bir kez daha İtilâf Devletleri’ne başvuruda bulunmuşlardır. Bu arada Lozan Konferansı’na yetkili üye olarak katılmak ve isteklerini kabul ettirebilmek amacıyla propaganda faaliyetleri başlatmışlar, Ermenilere dost olan bütün yabancı kuruluşların, Ermeni tezini savunmaları için Lozan’a temsilci göndermelerini sağlamışlardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ise, Lozan’a gönderdiği Türk heyetine, bakanlar kurulunda kaleme alınan 14 maddelik talimatname vermiştir. Bu talimatnamenin birinci maddesinde “Ermeni yurdu” söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir” ifadesi yer almaktadır. Aynı talimatnamede taviz verilmemesi istenen diğer konu ise, sekizinci maddede yer alan “kapitülasyonlar” konusudur.
Şark hududu (Ermeni Yurdu) mevzu bahs olamaz, olursa inkıta-ı müzakere mucib olur. Denilerek Lozan da TBMM’nin Ermeni Sorunuyla ilgili istek ve baskıların kesinlikle kabul edilmeyeceği belirtilerek anlaşmanın yapılmaması pahasına Ermeni sorunu konusunda kesin bir siyaset tespit edilmiştir. Hatta bu talimatın dokuzuncu Maddesinde ekalliyetlerin mübadele edilmesi gerektiğini belirterek dolaylı olarak Anadolu’da yaşayan Ermeniler içinde mübadelenin esas kabul edilmesi kararlaştırılmıştı.
Nutuk’ta Lozan Konferansı
Barış Konferansı'na Gönderdiğimiz Delegeler; Refet Paşa'ya görev verilmesi ,daha sonra Ankara'dan Bursa'ya gidişim sırasında oldu. Efendiler, İzmir'den Ankara'ya dönüşümde, başlıca Mudanya Konferansı görüşmeleriyle uğraşıldı. Bir yandan da Bakanlar Kurulu'nda, Meclis'te ve komisyonlarda Barış Konferansı'na gönderilebilecek delegeler hey'eti söz konusu oluyordu. Bakanlar Kumlu Başkanı Rauf Bey, Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey ve Sağlık Bakanı bulunan Rıza Nur Bey, gidecek delegeler hey'etinin tabii üyeleri gibi görülüyordu. Ben, bu konuda daha kesin bir görüş ve kararımı tespit etmemiştim. Ancak, Rauf Bey'in başkanlığı altındaki bir hey'etin bizim için hayati önemi olan bir konuda başarı kazanabileceğinden emin olamıyordum. Rauf Bey'in de kendisini zayıf görmekte olduğunu hissediyordum. Müşavir olarak İsmet Paşa'nın yanına verilmesini teklif etti. Bu teklifle ilgili görüşümü belirtirken, "İsmet Paşa'dan müşavir olarak elde edilecek yarar sınırlıdır. İsmet Paşa başkan olursa kendisinden azami ölçüde yararlanılabileceğine ben de inanıyorum" dedim. Bu nokta üzerinde uzun boylu görüşülmedi. Ondan sonra Rauf Bey, delegeler hey'etine kimlerin gireceği konusundaki türlü çalışmalarına devam ettiler. Ben buna önem verir görünmedim. Mudanya Konferansı sona ermişti. İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Bursa'da bulunuyorlardı. Kendileriyle görüşmek üzere Bursa'ya gittim.
İsmet Paşa'nın Dışişleri Bakanlığı'na ve Delegeler Hey'eti Başkanlığına Seçilmesi; Bursa'ya giderken yanımda Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa vardı. Doğuda aleyhindeki çeşitli tepki ve gösteriler dolayısıyla görev yapma imkanını bulamadığından Ankara'ya gelmeye mecbur olan Kazım Karabekir Paşa ile İstanbul'da kendisine görev vermek üzere Refet Paşa'yı da birlikte götürdüm. Bursa'da kaldığım günlerde, Refet Paşa'yı, bilindiği gibi İstanbul’a gönderdim .İsmet Paşa'nın da, mevcut bunca bilgime rağmen, delegeler hey'etine başkanlık edip edemeyeceğini bir daha inceledim. Mudanya Konferansı'nı nasıl idare ettiğini ayrıntılı olarak anlamaya çalıştım. İsmet Paşa'nın kendisine tasavvurlarımla ilgili hiçbir kelime söylemiyordum. Sonunda kararımı olumlu olarak verdim. İsmet Paşa'nın Delegeler Hey'eti Başkanı olabilmesi için daha önce Dışişleri Bakanı olmasını uygun gördüm. Bunu sağlamak için doğrudan doğruya Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'e özel ve gizli olarak yazdığım bir şifreli telgrafta. kendisinin Dışişleri Bakanlığı'ndan çekilmesini ve yerine İsmet Paşa'nın seçilmesini, bizzat yardımcı olmasını rica ettim.
Ankara'dan hareket etmeden önce, Yusuf Kemal Bey, bana, Delegeler Hey'eti Başkanlığını en iyi İsmet Paşa'nın yapabileceğini söylemişti. Yusuf Kemal Bey'den, kendisine bildirdiğim ricamı yerinde bularak gereğini yerine getirmeye çalıştığını bildiren bir cevap aldım.
Lozan ( Lausanne ) Barış Konferansı'na Davet; İşte ondan sonra idi ki, İsmet Paşa'ya, bir oldubitti şeklinde Dışişleri Bakanı olacağını ve ondan sonra da Barış Konferansı'na Delegeler Hey'eti Başkanı olarak gideceğini söyledim. Paşa, birdenbire şaşırdı. Asker olduğunu söyleyerek özür diledi. En sonunda teklifimi emir sayarak boyun eğdi. Tekrar Ankara'ya döndüm. Bu sırada, İtilaf Devletleri tarafından, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak olan Barış Konferansı'na davet edildik. Itilaf Devletleri, hala İstanbul'da bir hükümet tanımak istiyor ve onu da bizimle birlikte konferansa davet ediyordu.
Konferansın Başlaması ve İlk Tartışmalar
Lozan Konferansı’nın tüm oturumlarıyla çok zor geçeceği ve taban tabana zıt düşüncelerin sert tartışmalara yol açacağı daha ilk günden belli olmuştur. Ancak Türk heyetinin “haklı” iddialarını ve görüşlerini çoğu zaman diplomasi kurallarını zorlayacak derecede cesur bir üslupla dile getirmeleri, Türk heyetini etkili bir konuma getirmiştir.
Lozan Konferansı çalışmaları başlarken, Ermeniler, Lozan’da ekalliyetlere ve Ermenilere ait işlerin bir sonuca bağlanması için konferansa Ermeni Heyeti olarak kabul edilmelerini istemişler ve çok geniş bir çalışma yapmışlardır. Ermeniler, bir yandan Aharonyan ve Hadisyan öncülüğünde Ermeni Cumhuriyeti Heyeti adı ile kurulmuş ve Ermeni Cumhuriyeti’ni temsil eden heyetin, diğer yandan da Noradunkyan ve Leon Paşalıyan liderliğinde Ermeni Millî Heyeti adında daha ziyade Taşnak Komiteleri’nin etkisiyle kurulmuş heyetin birlikte hareket ederek, davalarını Lozan Konferansı’nda savunmak istemekteydiler. Sonuçta, bu iki heyet arasında Ermenilere bağlı bütün meselelerde tam bir ittifakla hareket kararı verildi.
Konferansın açılış günü Lord Curzon’dan sonra kürsüye çıkan İsmet Paşa Curzon’a cevaben yapmış olduğu konuşmada, “1918 yılından sonra Türk milletinin maruz kaldığı saldırıların hiçbir askerî gerekçeye dayanmadığını, bu saldırıların Türk topraklarının en zengin ve gelişmiş kısımlarını yıkmak amacına yönelik olduğunu ve bunu mazur göstermenin mümkün olmadığını” ifade etmiştir. İsmet Paşa, konferansa katılan hemen herkesi şaşırtan konuşmasına devamla, “genel barışın ve düzenin devletlerin birbirlerinin haklarına ve hürriyetine saygı gösterilmedikçe gerçekleşmeyeceğini ve Türk tarafının bu konuda iyi niyet taşıdığını ve samimî olduğunu” dile getirmiştir. Konuşmasının sonunda “Türkiye Büyük Millet Meclisi hükûmeti adına, İsviçre cumhuriyetine, konferansımızın burada toplanmasını kabul etmekle lütfen göstermiş oldukları nazik konukseverlikten dolayı teşekkür ederek sözlerime son vereceğim. Tarihi şanlı soylu bir ulusun, kendi bağımsızlığına ne kadar büyük bir değer verdiğini inkar edilemez bir şekilde gösteren bu ülkenin, konferansa toplanma yeri olarak seçilmesinden büyük bir mutluluk duymaktayım” diyerek sözlerini tamamlamıştır.
Türk heyeti, görüşmelerin başladığı andan itibaren İngiltere, Fransa ve diğer devletler ile çatışma yaşarken Ermeniler de kendi isteklerini gündeme getirmiş ve bu isteklerini Lozan Barış Konferansı’na bir muhtıra ile bildirmiştir. Ermeni muhtırası Lozan Barış Konferansı’na verildikten sonra Ermeni Cumhuriyeti kurulundan Aharanyon ve Hadisyan ile millî Ermeni kurulundan Noradunkyan’dan oluşan bir kurul, Lozan’a gitmiş ve orada bir Ermeni bürosu kurmuşlardır. Bütün diğer milletlerin delegeleriyle sürekli temaslar sağlanarak onların Ermeniler tarafına kazanılmasına ve Ermeni isteklerini desteklemelerine çalışılmıştır.
Ermeni delegeleri bu amaçla Türk Heyeti başkanı İsmet Paşa ile de görüşmüşlerdir. Bu delegelerin, “Ermenilerin Doğu Anadolu’daki yerlerinden çıkarılmakta oldukları” şeklindeki iddiaları, İsmet Paşa tarafından ciddiyetsiz bulunmuş ve “Ermeniler seyahat etmeyi severler; çoğu zaman yer ve yurtlarını bırakarak İstanbul’a giderler” demiştir. Yine Ermeni sorunu ile ilgili olarak sorulan soruda Paşadan şu cevabı almıştır: “Böyle bir şey bilmiyorum. Esasen Türklerle Ermenilere ait işler, antlaşmalara göre yapılmıştır.”
İtilaf Devletleri, Türkiye’den göç eden Ermenileri genellikle ülkelerine kabul etmek istemiyorlardı. Ermeni göçmenlerin göç ve iskanı sorunu Lozan’da masaya getirilmiştir İtilaf Devletlerine Ermeni delegasyonu tarafından sunulan muhtırada, 700.000 Ermeni ve 100.000’den fazla yetimin vatansız ve geçimlerini sağlamakta aciz dolaşmakta olduklarını vurgulanarak Ermeni göçmenlere bir yer bulunmasını istiyorlardı. Bu heyetlerin bütün gayretleri Sevr’de elde ettikleri kazanımları Lozan’da kabul ettirmekti. Bu karar sonucu olarak “Müttehit Ermeni Heyeti” isteklerini Lozan Konferansı’na bir muhtıra ile bildirdi.
Bu muhtıraya göre;
1- Genel harp esnasında Ermeniler açık olarak müttefiklere karşı vazifelerini ifa etmişler ve bunlar tarafından iyi muharip ve müttefik millet olarak tanınmışlardır,
2- Bu harp, Ermenilerden nisbet kabul etmeyecek derecede kurbanlar almıştır.Türkiye Ermenistan’ın 2.250.000 Ermenisinden l.250.000’i katledilmiştir. 700.000’i Kafkasya’ya, İran’a, Suriye’ye, Yunanistan’a, Balkan Devletleri memleketlerine ve diğer yerlere hicret etmişlerdir. Hâlihazırda Türkiye Ermenistan’ında köylerde ancak 130.000, İstanbul’da 150.000 Ermeni vardır. Bunlar da daima hicrete hazırdırlar.
3- Menşei çok eski olan Ermeni meselesi 1878 tarihinde Berlin Kongresi ile doğmuş ve beynelmilel bir mahiyet iktisap etmiş nazik meselelerden biridir. Bu meselenin kesin ve nihaî olarak halli, Ortadoğu barışı üzerinde etkili olacaktır.
4- Devletler, aleni olarak, Türkiye Ermenistan’ın istiklâlini ilan etmişlerdir. Bu mesele Milletler ittifakı nizamnamesine ve bütün sulh muahedelerine girmiş bulunuyor.
5- Başlıca noktaları esasen Milletler Cemiyetinin birinci ve ikinci toplantılarında müzakere edilerek reye konmuş ve “Millî Ocağın (Ermeni Yurdu)” kurulması oybirliği ile kabul edilmiştir.
Ermeniler, konferansın ilk günlerinde sundukları muhtırada, Türklerin 1.250.000 Ermeni’yi katlettikleri, 700.000 Ermeni’nin de çeşitli ülkelere göç etmek zorunda bırakıldığını iddia ederek, ABD başkanının hakemliğinde Ermeniler için bir alanın belirlenmesi, Erivan Cumhuriyeti’nin sınırlarının Doğu illerinden toprak katılarak genişletilmesi ve denizden çıkış için bir liman verilmesini istemişlerdir. Ayrıca Kilikya’nın da bu sınırlar içine alınması yönündeki isteklerini bir kez daha yinelemişlerdir. Ayrıca bu muhtırada, savaş sırasında tüm Ermeni milletinin İtilâf Devletleri’nin yanında savaştığını vurgulamak suretiyle bu devletlerin desteğini almaya çalışmışlardır.
Bu tür beklenti ve baskılara karşı, görüşmelerin başlamasından sonra henüz Ermeni konusunun resmen gündeme gelmediği dönemlerde bile İsmet Paşa, hazırlık anlamında Ankara’nın görüşlerini almak istemiştir. İsmet Paşanın Ermenilerle ilgili olarak Ankara’ya çekmiş olduğu ilk telgraf, konferansın başlamasından beş gün sonradır. İsmet Paşanın Heyet-i Vekile Riyasetine (Rauf Bey) çekmiş olduğu 25 Kasım 1922 tarihli telgrafta, gerek İngilizlerin gerekse Amerikalıların, Türkiye’deki Ermenilerin kimlerle ve nasıl değiştirileceğini sordukları bildirmiştir. İsmet Paşa aynı telgrafta Ermenilerin ülke dışına çıkarılmalarının dünyaya açıklanamayacağını ve bu dönemde Anadolu’da yeniden bir tehcir ve teb’id yapılmaması gerektiğini belirtmiştir. Bu telgraftan, Rumlarda olduğu gibi Ermenilerle Türkler arasında da bir mübadelenin gündemde olduğu ve bunun koşullarının konuşulabileceği anlaşılmıştır. Yine aynı telgrafta, Lozan’da Ermeni sorunu denildiğinde, hem Ermeni yurdu, hem de Türkiye’de yaşayan Ermenilerin mübadele edilmesi konuları yer alacaktır.
İsmet İnönü, 29 Kasım 1922
İsmet Paşa ilk telgrafından hemen bir gün sonra çektiği yeni bir telgrafla, Lozan’a Ermeni heyetinin geldiğini ve dışarıda kalan 700.000 Ermeni için yer istediklerini bildirmiş ve ayrıca Ermenilerin konferansta olağan üstü yaygara yapabileceklerine işaret etmiştir. Rauf Bey, bu ikinci telgrafa verdiği cevapta Ermeni heyetinin verdiği 700.000 rakamının abartılı olduğunu, Kilikya’da yerli ve dışarıdan gelmiş ve kendi arzularıyla çıkan Ermenilerin sayısının 45.000 olduğunu söylemiştir. Daha konferansın ilk günlerinden itibaren tarafların elindeki rakamlar konusunda ciddî farkların bulunduğu da gözden kaçmamıştır.
Heyet-i Vükela Reisi Rauf Bey bu telgrafın hemen peşinden mübadele ile ilgili telgrafa da cevap vermiştir. Buna göre Türkiye’deki Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle mübadelesi ve Ortodokslarının ayrı bir hak iddia etmemek şartıyla memlekette kalmaları fikir ve kararında olduğunu açıklamıştır.
Yine Ermenilerle ilgili resmî görüşmelerin başlaması öncesinde İsmet Paşa, 6 Aralık 1922’de Ankara’ya çekmiş olduğu telgrafta yerli Ermenilerle Ermenistan’daki Türklerin değiştirilmesi konusunda kiminle görüşmesi gerektiğini sormuş ve asıl olarak kendisine göre Ermeni değişimi için muhatabının bulunmadığını ifade etmiştir. İsmet Paşa aynı telgrafta Amerika’nın bütün misyonerlerinin ve bütün Ermeni cemaatlerinin Lozan’a geldiklerini, Ermeni yurdu ve azınlıklar hukukunu reddettiğini onlara açıklamak isteğini bildirmiştir.
Burada Ermenilerin değişimi konusunda Heyet-i Vükela ile İsmet Paşanın birbirlerine ters düştükleri anlaşılmaktadır. Bir gün sonra Rauf Beyin İsmet Paşaya konuyla ilgili olarak çekmiş olduğu telgraf aynen şöyledir: “Şimdi aldığım Ermenilerin Ermenistan’daki Türklerle değiştirileceğine ilişkin görüş Heyet-i Vükelanın kararıdır. Şahsen zat-ı devletleriyle hemfikir idim ve bugün de hemfikirim. Bugün Heyet-i Vekile toplantısında tekrar ele alarak sonucunu derhal arz edeceğim”. Bu telgraftan da anlaşıldığı gibi şimdilik Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında bir fikir ayrılığı olmamakla birlikte, hükümet Ermenilerin mübadele kapsamına alınması konusunda kararlı görünmektedir.
Ancak Rauf Beyin ısrarıyla olsa gerek, aynı gün yapılan toplantıdan sonra İsmet Paşanın Ermeni mübadelesi konusundaki görüşü kabul edilmiş ve yeni bir telgrafla İsmet Paşaya bildirmiştir.
Azınlıklar Konusundaki Görüşmelerin Başlaması ve Artan Tartışmalar
Lozan’da azınlıklarla ilgili resmî görüşmeler 12 Aralık 1922’de başlamıştır. Ancak bu tarihte yapılacağı Türk heyetine bir gün önce gece yarısı bildirilmiş, Türk heyeti hazırlıksız yakalanmak istenmiştir. Oturumda söz alan İngiliz temsilci Lord Curzon, yapmış olduğu konuşmada azınlıklar nedeniyle tüm dünyanın konferansla ilgilenmeye başladığını, Müttefiklerin amacının Anadolu’da yaşayan Hıristiyanları himaye etmek ve mümkün ise, onları kurtarmak olduğunu ifade ettikten sonra, Rum, Yahudi, Asurî, Gildanî, Nasturî ve Ermenilerin himaye görmesi gerektiğine işaret etmiştir. Ermenilerin üzerinde uzun uzun duran Lord Curzon, bu topluluk için kuzeydoğu vilayetlerinden ve Çukurova’dan yurt istemiş, azınlıklarla ilgili isteklerini şu üç başlıkta toplamıştır:
1- Geniş bir genel af
2- Askerlikten bir bedel karşılığında kurtulma
3- Serbest gidip gelme.
The Daily News, Thursday 14 December 1922, page 11
İsmet Paşanın Ankara’ya çekmiş olduğu telgraftan Lord Curzon’un isteklerinin bununla sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. Lord Curzon, “Ermeni yurdu” sorununu dile getirirken, Ermenistan’ın fakir olduğunu ve Ermenilerin istemedikleri bir hükümet şeklinin bulunduğunu ve bu yüzden de Kilikya’dan da Ermeniler için yurt verilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır.
Curzon’un ortaya attığı bu istekler, yeni ayrıcalıklardan başka bir şey değildir. Lord Curzon’dan sonra konuşan Fransız Delegesi Barrère de azınlıkları ve özellikle Ermenileri koruyan bir konuşma yapmıştır. İtalyan Delegesi Garroni’nin kısa konuşmasından sonra sözü İsmet Paşa almıştır.
İsmet Paşa, gündemden henüz o sabah haberdar edildiğinden, Türk heyetince önceden hazırlanmış olan ve azınlıklar konusunu tarihi gidişatı içinde muhakeme ve tahlil eden ve Türk görüşüne göre yazılmış genel bir etüt niteliğindeki çok ayrıntılı muhtırayı okumuştur.
Yaklaşık üç saat süren konuşmadan sonra İsmet Paşa karşı isteklerini sıralamıştır: Buna göre,
1- Dış kışkırtmaların giderilmesi lazımdır.
2- Bu, Türk ve Rum halkın değiştirilmesiyle mümkün olabilir.
3- Kalacak azınlıklar hakkında, Türk vatandaşlığından ayrılmayanlar hakkında olduğu gibi Türk özgürlükçü siyaseti garanti edilecektir.
İsmet Paşa 13 Aralık’ta yaptığı konuşmada Türk sınırlan içinde bir Ermeni yurdu kurulmasının imkansız olduğunu şöyle açıkladı:
“Türk Milleti azınlıklara medeni alemin kabul ettiği hakları tanır fakat kendi istiklalini kayıd altına koyacak hiçbir yeni teklifi kabul edemez azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu onları hariçte lekeleyecek münasebetlere tahrik etmemek bu münasebetlerden korumaktır. Bunlar hariçten gelecek bir şefkate dayanmamalıdırlar. O zaman hepsi sulhden sonra Türk vatandaşları arasında yaşarlar. Ermeni meselesini maişet vasıtası veya silah diye alarak hariçte çalışan komiteler ortadan kalkarsa iki tarafta yaralarım sararlar. Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşayabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için ne şark vilayetlerinde, ne Kilikya’da, anavatandan ayrılması mümkün yer yoktur. Zaten Türkiye bugün mevcut müstakil Ermeni Cumhuriyeti’yle muahedeler akd etmiştir. Diğer bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğim Türkiye hayalinden bile geçirmez.”
İsmet Paşa bu konuşmasıyla açıkça, Türkiye’de kalmak isteyen Ermenilerin Türk yurttaşlarıyla kardeşçe yaşamaya devam edeceklerini, Türkiye’nin ne doğuda ne de Kilikya’da bir karış toprağının Ermenilere verilemeyeceğini bununla birlikte, Ermenilerin Anadolu’daki nüfuslarının hiçbir zaman Curzon’un söylediği gibi 3.000.000 olmadığını, İngiliz kaynaklarını da kullanarak Ermenilerin 1.500.000’den fazla olamayacağını ve Dünya Savaşı sırasında 2.500.000 Müslümanın savaşın kurbanı olduğunu vurgulamıştır. İsmet Paşa, verdiği nüfusla ilgili rakamları İngiliz kaynakları ve Mavi Kitab’a dayandırırken Curzon Mavi Kitab’ı kullanmaktan kaçınmıştır.
İsmet Paşanın yaklaşık 3 saat süren konuşmasını sıkılarak dinleyen Lord Curzon hemen cevap vermiş ve alaylı bir üslupla İsmet Paşanın eskiden bir general ve bir diplomat olarak tanındığını, şimdi ise bir tarih profesörü gibi davrandığını dile getirmiş ve azınlıklar sorununun ahali değiştirilmesiyle bitmeyeceğini ifade etmiştir. Yunan temsilci Venizelos, Amerikalı ve Sırp temsilcilerin konuşmalarından sonra tekrar söz alan İsmet Paşa, özellikle Venizelos’un konuşmasında yer alan Ermenilerle ilgili ifadelere cevaben yapmış olduğu konuşmada Venizelos’un Ermenilerden bahsetmesine hayret ettiğini, Yunan işgali sonrasında birçok Ermeni’nin ıstırap ve sefalete mahkûm olduğunu belirtmiştir. Daha sonra Ermenilerin Yunanlılar tarafından zorla askere alındığını dile getirdikten sonra “Dünyada Ermenilerin geleceğine açıkça acımaya cüret edebilecek hükümetlerin en sonuncusu, onların doğrudan doğruya felaketine sebep olan hükümettir” şeklindeki sözlerle Yunan tezini çürütmeye çalışmıştır.
Bu arada Amerikalı temsilciler de azınlıklar ve özellikle de Ermenilerle ilgili oturumlarda Türklerin karşıtı bir tutum takınmaya başlamışlardır. Konferansa gözlemci olarak katılan Amerikalılar hemen her konuda aktif bir görüntü çizmişlerdir. Bunda Lord Curzon’un büyük rolü olmuştur. Çünkü Lord Curzon Türklerle çatıştığı hemen her konuda Amerikalıları işin içine sokmaya çalışmış ve İsmet Paşa’yı yalnız bırakmak için yoğun bir çaba sarf etmiştir. Ermeni sorununda da Amerikalıların İngilizlerle birlikte hareket ettiklerini söylemek mümkündür. Amerikalı temsilci Child’ın azınlıklarla ilgili olarak “Amerikalılar bu mesele uğrunda çok para sarf etmişlerdir. Yalnız bir komite 75 milyon dolar harcadı” şeklindeki sözleri Amerikalıların Ermeni sorunu ve azınlık konularıyla ilgili görüşlerini göstermesi açısından önemlidir.
Ertesi gün, 13 Aralık 1922’de de azınlıklarla ilgili oturumda İsmet Paşa tavizsiz tutumunu sürdürmüştür. İsmet Paşa’nın 13 Aralık tarihli konuşması şöyledir: “Türk milleti, azınlıklara uygar dünyanın kabul ettiği hakları tanır. Fakat kendi istiklalini, kayıt altına koyacak hiçbir yeni öneri kabul edemez. Azınlıkları kurtarmanın en iyi yolu, onları dışarıdan lekeleyecek ilişkilerle tahrik etmemek, bu ilişkilerden korumaktır. Bunlar dıştan gelecek bir şefkate dayanmamalıdırlar. O zaman hepsi barıştan sonra Türk vatandaşları ile bir arada yaşayabilirler. Türkiye’de kalmak isteyen Ermeniler Türk vatandaşlarıyla kardeşçe yaşabilirler. Ancak Türk toprakları herhangi bir Ermeni yurdu için parçalanamaz. Ne Doğu illerinde, ne Kilikya’da, anavatandan ayrılması mümkün değildir. Zaten Türkiye, bu gün mevcut Ermeni Cumhuriyeti ile antlaşmalar yapmışlardır. Başka bir Ermenistan’ın vücut bulabileceğini Türkiye hayalinden bile geçirmez. Azınlıkların gidip gelmeleri ve malları meselesi ise, Türk kanunlarının çözeceği bir iştir. Azınlıklar için kontrol veya temsilci gönderilmesi Türkiye’nin iç işlerine müdahale oluşturacağı için asla kabul edilemez. Azınlıkların koruyuculuğunu Türk bütünlüğüne ve istiklaline halel verici bir bahane olarak kullandırtamayız.”
İsmet Paşa-Lord Curzon söz düellosu şeklinde geçen oturumda, İsmet Paşa’ya cevap verme işi yine Lord Curzon’a düşmüştür. Lord Curzon Ermenilerin Türk yönetiminden memnun olmadığını, Anadolu’da yaşayan Ermeni sayısının 3 milyondan 130 bine düştüğünü, 60 bin Ermeni’nin Fransızlarla birlikte çekilerek yurtlarını terk ettiklerini iddia etmiştir. Lord Curzon bu durumda Ermenilerin güvenli bir durumda bulunmadıklarını ve korumasız bırakılamayacağını söylemiştir. Bir Ermeni yurdu kurulması önerisinin İsmet Paşa tarafından Türkiye’nin parçalanmasına yol açacağı gerekçesiyle reddedilmesinin doğru olmadığını ve bunu dünyanın iyi gözle karşılamayacağını ileri süren Lord Curzon, konunun Milletler Cemiyeti’nin girişimleriyle çözümlenmesi gerektiğini savunmuştur.
“Kendi ellerinin temiz olduğunu” söyleyen Lord Curzon, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne girmesi gerektiğini ve cemiyetin azınlıklarla ilgili kararlarını kabul etmesinin şart olduğunu ileri sürmüştür. Lord Curzon 13 Aralık oturumunda yapmış olduğu konuşmaya şu ağır ifadelerle tamamlamıştır: “Bu sabah çok ciddî bir dil kullandım. Çünkü Türkiye heyeti birçok meselelerde olduğu gibi bu işte de konferansın içinde bulunduğu durumu güç anlıyor gibi görünüyor. Bu konferansın amacı var. Müttefikler, bu amaca götüren yol üzerindeki engelleri yıkmağa çalışıyorlar. Türk heyeti, engelleri korumaya çalışıyor. Bu sonuna kadar böyle devam edemez. Avrupa’nın yapacağı başka işler vardır. Azınlıklar işi herhangi bir işten çok dünyanın gözünü çekiyor. Konferans hakkında, bu konuyu halledişine göre hüküm verilecektir. Türkler makul olmayan bir tavır alır, bundan dolayı konferans kesilir ise, bütün dünyada Türk heyeti lehine söylenecek tek bir söz var mı? Bilmiyorum. Ankara’da belki, ama başka yerde asla bir dayanak bulamayacaktır”.
Lord Curzon’un bu sözleri, hâlâ karşılarında ezik Osmanlı diplomasisinin temsilcilerinin yerine, yeni bir devletin temsilcilerinin ve yeni bir anlayışının bulunduğunun kabul edilmek istenmediğinin tipik bir kanıtıdır. Aynı gün Amerikalılar da İsmet Paşayı ziyaret etmişler ve onlar da Ermeni yurdu isteklerini dile getirmişlerdir. Bu istek de İsmet Paşa tarafından kesin olarak reddedilmiştir.
İsmet Paşa, Lord Curzon’un bu tehdit kokan konuşmasına ertesi gün, 14 Aralık 1922’de cevap verme gereğini duymuş ve öncelikle Lord Curzon’un kullandığı üslûbun kendisini üzdüğünü ifade etmiştir. Türkiye’deki Ermenilerin bütün kitaplarda 1.290.000–1.500.000 arasında gösterildiğini ve Kilikya’yı terk edenlerin, Ermeni komiteler tarafından zorla çıkarıldıklarını ağlayarak anlattıklarını dile getirmiştir. Lord Curzon’un “Türkiye kadar büyük bir memlekette Ermenilere bir köşe bulunamaz mı?” şeklindeki sorusuna İsmet Paşa “Memleketleri Türkiye’den çok büyük devletler vardır, hem de bizden yeni ayrılan yerlerde çok geniş yerler vardır. Türk’e kalan ülke, hiç parçalanma kabul etmez bir bütündür. Doğu illerinde ve Kilikya’da Türk halkı yurtlarını yabancı istilasına karşı, hesapsız fedakârlıklarla savunmuşlardır. Yerlerini hiç kimseye vermezler” şeklindeki sözlerle cevaplandırmıştır.
İsmet Paşa; Lord Curzon’un, “kendi ellerinin temiz olduğu ve bu yüzden de Milletler Cemiyeti’nden korkularının olmadığına” dair sarf ettiği sözlere karşılık olarak, “Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’nden korkusunun olmadığını, asıl olarak hiçbir memlekete saldırmayan ve tahrip etmeyen Türklerin ellerinin temiz olduğunu” sert bir üslûpla dile getirmiş ve Milletler Cemiyeti’ne barışın imzalanmasından sonra girileceğini ifade etmiştir. İsmet Paşanın şiddetle karşı çıkması ve kararlı tutum karşısında Lord Curzon yumuşamış ve bunu diğer devletlerin temsilcileri takip etmiştir. İsmet Paşa’nın yapmış olduğu açıklamalardan tatmin olduklarını beyan eden İtilâf Devletleri temsilcileri konunun tali komisyona gönderilmesini kabul etmişlerdir.
Bu arada İsviçreli profesörün başkanlığında İsmet Paşayı ziyaret eden heyet, sözü yine Ermeni konusuna getirmiş ve İsmet Paşa’nın açıklamalarından pek tatmin olmamıştır. Profesörün “Ermeni yurdu istiyoruz. Ermenilere bir yer ayıracaksınız, içeride ve dışarıda bulunan orada yerleşecekler, böylece memleketiniz içinde bir Ermeni yurdu husule gelecek” şeklindeki konuşması karşısında İsmet Paşa, bu kez sertleşmiş ve “Haksız bir şey istiyorsunuz. Sizin istediğiniz Türkiye’nin insanları arasında ahengin kurulması değil, bunun bozulmasıdır. Zihniyetiniz vatandaşlar arasında ahenk olmamasını isteyen bir istikamettedir. Fena yoldasınız. Başarılı olamazsınız. Bana memleketin bölünmesini teklif ediyorsunuz. Biz memleketimizi parçalanmaktan kurtarmak için Dünya Savaşı boyunca uğraştıktan sonra, dört sene daha uğraşmışızdır. Sizin cemiyetinizin yapacağı mücadele, bizim yendiğimiz devletler ve güçlükler yanında çok önemsiz kalır. Çok az gelirsiniz.” diyerek İsviçreli profesörü kovmuştur.
“Ermeni yurdu” sorununun tali komisyonda ele alınması kabul edildikten sonra konu 23 Aralık 1922’de gündeme gelmiştir. Büyük tartışmaların yaşandığı görüşmelerden sonra, müttefikler tarafından yapılan öneriler, Türk heyeti temsilcisi Rıza Nur tarafından şiddetle reddedilmiştir. 24 Aralık’ta yapılan görüşmeler de hararetli geçmiş, müttefiklerin Ermeniler ve Ermeni Yurdu konusundaki görüşleri kabul edilmemiştir. Görüşmelerde ayrıca Ermeni heyetinin komisyonda dinlenmesi isteği de tartışmalara sebep olmuştur. Türk heyeti, “..Ermeni heyetinin Ermenistan hükümeti tarafından vekâlete haiz olmadığı, eğer Türkiye azınlığı olarak toplanılacaksa bunu şiddetle protesto ettiğini…” söyleyerek, görüşmeleri terk etmiştir.
Bunun üzerine Noradunkyan Hadisyan, Paşalıyan ve Aharonyan’dan oluşan Ermeni heyeti, Türk tarafının bulunmadığı tali komisyonda 26 Aralıkta söz alabilmiştir. Ermenilerin yurt isteklerini bir kez dile getirdikleri bu konuşmalarda, Ermeni yurdunda asker toplamanın serbest olması ve Patrikhanenin bağımsız kalması yönünde yeni görüşler de ortaya koymuşlardır.
Avetis Aharonyan
Bu arada İngiliz basınında Ermeni sorunu dâhil, hemen hiçbir konuda ilerleme kaydedilmemesi, Türklerin aşırı şekilde kibirli, fanatik ve hatta küstahlığı ile Sovyet tahriklerine bağlanmıştır. Ayrıca Batılı devletlerle anlaşmaya yanaşmayan II. Mahmut dönemindeki Navarin Baskını hatırlatılarak, örtülü bir tehdit gündeme getirilmiştir. Tehdit ve bir anlamda hakaret dolu yazı, şu ilginç cümleyle sona ermiştir: “Bu günkü koşullar, 1827 yılıyla aynı değildir, fakat o yılda verilen ders bugün Ankara, İstanbul ve Lozan’da da dikkate alınmalıdır.”
Avetis Aharonyan
Tali komisyon Ermeni sorunuyla ilgili olan azınlıklar konusundaki son toplantısını, 6 Ocak 1923 tarihinde yapmıştır. Fransız temsilci Montagna ve İngiliz temsilci Sir Horace Rumbold’un “Ermeni yurdu” kurulması yönündeki isteklerini tekrar ettikleri konuşmalar sonrasında söz alan Rıza Nur; “İtilâf Devletleri Ermenileri kendilerine siyasî alet yapmışlar, ateşe saldırmışlardır. Kendi devletleri aleyhine isyan ettirmişlerdir. Bunun sonucunda onların te’dibi olmuştur. Tedip ile yaygın hastalık, açlık ve göç ile kırılmışlardır. Bunun bütün mesuliyeti bize değil, İtilâf Devletlerine aittir. Ermenilere bir hediye lazımsa siz verin! El malı ile dost kazanılmaz. Ermeniler mazlum imiş, onlara yurt ve bağımsızlık verilmeliymiş. Biz bunları biliyoruz. Ancak dünyada mazlum millet bir tane değildir. Mısır hürriyeti için birkaç defadır ve daha dün kan içinde çalkalandı. Hindistan, Tunus, Cezayir, Fas hürriyetini, yurdunu istiyor. Hatta İrlandalılar yurtları, istiklalleri için kaç asırdır, ne kadar kan döktüler? Siz bunlara istiklallerini, yurtlarını verin, biz de hemen Ermenilere verelim” şeklindeki konuşması sonrasında oturumu terk etmiştir.
Sir Horace Rumbold
Sir Horace Rumbold’un, Türkiye’nin nüfusu içinde çok az bir çoğunluğa sahip azınlık toplumuna (Ermeniler) çok az bir arazinin yurt olarak bırakılmasının zor olmayacağı ve bunun içinde Ermenilere Kilikya’da deniz ile Fırat arasında 200.000–300.000 kişiyi barındırabilecek bir arazinin verilmesini önermesi son derece masum bir istek olarak ele alınmıştır. Rıza Nur’un bu istekleri protesto ederek oturumu terk etmesi ise, bir huysuzluk ve nezaketsizlik olarak değerlendirilmiştir.
Türk tarafının kesin tavrı karşısında Batılı devletlerin temsilcileri de, zaten kendileri için hayatî bir önem taşımayan Ermeni Sorununda yumuşamışlar ve ısrarlarından vazgeçmişlerdir. Bu konuda İsmet Paşanın konuştuğu bir İngiliz yetkilinin “İsmet Paşa! Yıllarca çok şeyler söyledik, çok şeyler vaat ettik. Bütün dünyada çok taahhüt altına girdik. Şimdi bunlara son verirken, bu kadar merasim yapılmasını neden yadırgıyorsun?” şeklindeki sözleri Batılıların Ermeni sorununa bakışlarını ve bu sorunu ne kadar gündemde tutabileceklerini göstermesi açısından önemlidir.
Ermeni sorunu tali komisyonda son olarak 9 Ocak 1923’te hazırlanan bir raporla gündeme getirilmiştir. Amerika’nın düşünce belirtmediği bu raporda, İtilâf Devletleri’nin iki önemli konuda geri adım attıkları görülmüştür. Buna göre Batılılar, Gayr-i Müslimlerin korunmasıyla ilgili isteklerinden vazgeçmişler ve Milletler Cemiyeti’nin İstanbul’da temsil edilmesi fikrini terk etmişlerdir. Yine Türk tarafının geniş kapsamlı bir genel af ilanını ve azınlıkları askerlik görevinden muaf tutmayı reddetmesine de itiraz edilmemiştir. Tali komisyonun raporunun İsmet Paşa ve Lord Curzon tarafından kabul edilmesinden sonra Lozan’da Ermeni konusu bir daha resmî görüşmelerde gündeme gelmemiş ve doğal olarak da antlaşmaya bu konuyla ilgili herhangi bir hüküm girmemiştir.
Lozan Barış Antlaşması’nda Ermeni sorununa değinilmemiş olduğundan hayal kırıklığına uğrayan Ermeni delegeleri, 2 Şubat 1923’te Lozan şehrini terk etmiştir. Lozan’dan ayrılırken konferansa katılan devletlere şöyle bir bildiri vermişlerdir: Bildiri özetle şöyledir: “…Ermeni delegeleri, Lozan Konferansı komisyonlarının açıklamalarından ve basında yayınlanan barış antlaşması projesinden İtilâf Devletleri’nin Ermenileri ve Ermeni sorunlarını yüzüstü bırakmış olduğunu anlamıştır. Ermeni sorununun çözümlenmemiş olarak kalmasının Ermenilerin durumunu daha kötü hale getirmiş olduğunu göz önüne koymak isteriz. Büyük devletler, Türkiye’deki Ermenilerin kurtarılması hakkında yalnız siyasî ve insanî bakımdan değil, Ermenilerin Birinci Dünya Savaşı’nda İtilâf Devletleri için ve bu devletlere karşı göstermiş olduğu pek çok hizmetlerden ötürü verdikleri sözleri de hatırlatırım. İtilâf Devletleri’nin çağırması üzerine Ermeni gönüllüleri akın akın bu devletlerin emrine girmişler ve söz verilen bağımsızlık için Filistin ve Kilikya’da savaşan Doğu Ordusu’nun çekirdeğini teşkil etmişlerdir. 1918 yılında Kafkas Cephesi’nde çarpışan ve Türklerin İngiliz Ordusu’na ve Irak’a karşı yürümesine engel olan Ermeni askerî kuvvetleriydi. Bakü’yü savunan Ermeniler, Almanların petrol ihtiyacını karşılayamamasını sağlamışlardır. Ermenilerin bu hareket ve fedakârlıkları, kendilerine çok pahalıya mal olmuş; birçok Ermeni ölmüş, yaralanmış, pek çok mal kaybolmuş ve binalar yıkılmıştır. Büyük savaşın amaçlarından birisinin de hak ve adalet sağlamak olduğu halde Ermeniler, bundan yoksun bırakılmıştır.
Versailles (Versay) Antlaşması, Sevr Anlaşması, 1921’de yapılan Londra Konferansı ve 1922 Paris Toplantıları’nda Osmanlı İmparatorluğu’ndan bazı azınlıkları kurtarmak ve Ermenilere bir yurt sağlamak için kararlar alınmıştır. Savaş içinde, müttefikler tarafından savaşçı bir unsur; savaştan sonra da müttefik olarak tanınan Ermenilere Lozan’da verilen sözlerin, yapılan vaatlerin yerine getirilmesini sağlayacak bir şey kararlaştırılamamıştır. Bu koşullar altında Ermeni delegeleri olarak, Ermeniler adına, devletlerden bir defa daha hak ve adalet yolundaki acılarına bir çare bulunması için bir karar verilmesini rica ederiz. Böyle bir barışın doğuda devamlı olmayacağını belirtiriz. Ermeni delegeleri bu bildirinin önemle incelenmesini ve cevaplandırılmasını rica ederler.”
Lozan Konferansı’nın İkinci Dönemi ve Ermeni Sorununun Çözümü
Bu gelişmeden bir süre sonra konferans kesintiye uğramıştır. (4 Şubat 1923) Bunun sebebi, konferans sırasında şiddetli tartışmalara sebep olan Musul sorunu, kapitülasyonlar, borçlar, savaş tazminatı bedeli ve Karaağaç gibi meselelerin çözümlenmemesi ve görüşmelerin tıkanmasıdır. Diplomatik çabalar sonucunda 23 Nisan 1923’te başlayan ikinci dönem görüşmelerinde, Boğazlar ve Musul sorunlarında istediğini alan İngiltere’nin, konferansa eskisi kadar önem vermemesi, Türk tarafını rahatlatmıştır.
İkinci dönem görüşmelerinde Ermeni sorunu resmî ya da gayr-i resmî yollardan hemen hemen hiç gündeme gelmemiştir. Bu Batılı devletlerin Ermeni sorunu yüzünden konferansın kesilmesini göze alamadıklarını göstermesi açısından önemlidir. Bir başka deyişle Batılılar yıllardır savundukları ve gündemde tuttukları bir konu için ilk dönem görüşmelerinde son bir senaryo düzenlemişler ve konuyu şimdilik kendi çıkarları açısından kapatmışlardır.
Türkiye aleyhinde yapılan bütün propaganda ve çalışmalar, millî mücadele zaferini ve Türk milletinin millî mücadelesini temsil eden İsmet (İnönü) Paşa başkanlığındaki heyet tarafından sonuçsuz bırakılmış ve 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nda Türk tezi kabul edilmiştir.
Lozan Antlaşması’nda Ermenilerle ilgili özel hükümler bulunmamaktadır. Türkiye’de kalan Ermenilerin statüsü diğer Müslüman olmayan azınlıklar gibi Lozan Antlaşması’nın 37. ve 45. Maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bu azınlık hakları dışında 30., 31. ve 32. Maddeler ile Türk tabiiyetine geçmek isteyen herkes için iki yıl içinde başvuru hakkı tanınmıştır.
Antlaşma metninde Ermenilerle doğrudan ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Türkiye’de yaşayan veya yaşamak isteyen Ermenilerin durumuna genel bir ifadeyle uyruklukla ilgili bölümde değinilmiştir. Lozan Barış Antlaşması’nın Türkiye’nin dışında kalan ve ülkeye dönmek isteyen Ermenileri de ilgilendiren maddesi şu şekildedir: “18 yaşını geçmiş olup da 30. Madde hükümleri uyarınca, Türk uyrukluğunu yitiren ve kendiliğinden yeni bir uyrukluk kazanan kişiler, işbu antlaşmanın yürürlüğe konulduğu günden başlayarak, iki yıllık süre içinde Türk uyrukluğunu seçmek hakkına sahip olacaklardır.”
Antlaşmanın dolaylı da olsa Ermenileri ilgilendiren 32. maddesi ise şöyledir: “İş bu antlaşma gereğince Türkiye’den ayrılan topraklarda yerleşmiş ve bu topraklardaki halkın çoğunluğundan soy bakımından ayrı olan 18 yaşını geçmiş kişiler, bu antlaşmanın yürürlüğe konulması gününden başlayarak yıllık süre içinde, halkın çoğunluğu kendi soyundan olan devletlerden birinin uyrukluğunu, o devletin izni koşuluyla seçebileceklerdir.”
Lozan Antlaşması’nda azınlıkların durumunun ele alındığı maddeler şöyledir:
Madde 37: Türkiye, 38. Maddeden 44. Maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin temel yasalar olarak tanınmasını ve hiç bir kanunun, hiç bir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiç bir resmî işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiç bir kanun, hiç bir yönetmelik (tüzük) ve hiç bir resmî işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir.
Madde 38: Türk Hükümeti, Türkiye’de oturan herkesin, doğum, bir ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalite), dil soy ya da din ayrımı yapmaksızın, hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir. Türkiye’de oturan herkes, her inancın dinin ya da mezhebin kamu düzeni ve ahlâk kurallarıyla çatışmayan gereklerini ister açıkta isterse özel olarak serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar bütün Türk uyruklarına uygulanan ve Türk hükümetince ulusal savunma amacıyla ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla dolaşım ve göç etme özgürlüklerinden tam olarak yararlanacaklardır.
Antlaşmada azınlıklarla ilgili hükümler de Türkiye’deki Ermenileri ilgilendirmektedir. Bunlardan biri 39. Maddedir. Buna göre Müslüman olmayanlar Müslüman olanlarla özdeş, medenî ve siyasal haklardan yararlanabileceklerdi. Yine Türkiye’nin tüm halkı, din ayırt edilmeksizin, yasa önünde eşit olacaktı.
Madde 39: Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni) haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır.
Türkiye’de oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep ayrılığı hiç bir Türk uyruğunun yurttaşlık haklarıyla (medeni haklarla) siyasal haklarından yararlanmasına, özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükseltilme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışma bakımından, bir engel sayılmayacaktır. Herhangi bir Türk uyruğunun gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Devletin resmî dili bulunmasına rağmen Türkçeden başka bir dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.
Madde 40: Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları hem hukuk bakımından hem de uygulamada Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Özellikle giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla dinsel ve sosyal kurumlar her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumlan kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
Madde 41: Genel (kamusal) eğitim konusunda Türk hükümeti, Müslüman olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde bu Türk uyruklarının çocuklarına ilkokullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.
Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli bir oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklar, devletler bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe uygun ölçülerde katılacaklardır. Bu paralar, ilgili kurumların (etablissements et institutions) yetkili temsilcilerine teslim edilecektir.
Madde 42: Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla (statüleriyle, aile hukukuyla) kişisel durumları (statüleri, kişi halleri) konusunda, bu sorunları, söz konusu azınlıkların gelenek ve görenekleri uyarınca çözümlenmesine elverecek bütün tedbirleri almayı kabul eder. Bu tedbirler, Türk hükümetiyle ilgili azınlıkların her birinin eşit sayıda temsilcilerinden kurulu özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa Türk Hükümetiyle Milletler Cemiyeti Meclisi, Avrupalı hukukçular arasından birlikte seçecekleri bir üst-hakem atayacaklardır.
Türk Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve Türk Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumlan kurulması için bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.
Madde 43: Müslüman-olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatili günlerinde mahkemelerde hazır bulunmaları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Bununla birlikte bu hüküm, söz konusu Türk uyruklarını, kamu düzeninin korunması için, öteki uyruklarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
Madde 44: Türkiye bu kesimin bundan önceki Maddelerindeki hükümlerin, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler. Milletler Cemiyeti Meclisi’nin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça, değiştirilemeyecektir. İngiliz imparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon hükümetleri, Milletler Cemiyeti Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak, herhangi bir değişikliği reddetmemeyi, işbu Antlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye, Milletler Cemiyeti Meclisi üyelerinden her birinin bu yükümlerden herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunmama tehlikesini meclise sunmaya yetkili olacağını ve meclisin duruma göre, uygun ve etkili sayacağı yolda davranabileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri (talimatı) verebileceğini kabul eder.
Türkiye, bundan başka bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti’yle imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisi’ne üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa, bu anlaşmazlığın, Milletler Cemiyeti Misakı’nın 14. Maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti, böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na götürülmesini kabul eder. Divanın karan kesin ve Milletler Cemiyeti Misakı’nın 13. Maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.
Lozan Konferansı sırasındaki görüşmelerden ve daha sonra imzalanan antlaşmada yer alan hükümlerden de anlaşıldığı gibi, bu anlaşma ile Müslüman olmayan azınlıklara Türkiye’nin egemenliği ile bağdaşmayan haklar verilmemiş Türk vatandaşı olanların kanunlar önünde eşitliği kabul edilmiştir. Ermeniler Lozan’da istediklerini alamamalarına karşın İtilaf Devletleri’nden Ermeni göçmenler için bir şey yapılmasını ve ABD, İngiltere ve Fransa’ya kabul edilmeleri için başvurularını devam ettirdiler. İtilaf Devletleri bu başvurulara olumlu veya olumsuz bir cevap vermediler. Ermenilere sadece başvurularının alındığı cevabı verildi.
Lozan Antlaşmasıyla Türkiye açısından Ermeni sorununun çözülmüşken hüsrana uğrayan Ermeniler iddialarının peşini bırakmadılar. Bunun içinde şu gerekçeleri öne sürdüler:
1- Lozan Antlaşmasında Ermeniler ve Ermenistan ile ilgili bir Maddesi yoktur.
2- Ermenistan Lozan Antlaşmasına taraf değildir.
3- Ermenistan topraklarının büyük bölümünün Türkiye’ye bırakılması ve İtilaf Devletleri tarafından bir Ermeni millî yurdu kurulması teklifini reddetmesi bu antlaşmanın nefs-i müdafaa ilkesi prensibiyle çelişmektedir.
4- Lozan Antlaşması Sevr konularına yer vermemektedir. İki antlaşmadaki taraflar aynı değildir. Sevr imzacıları uluslararası kurallara aykırı olarak Lozan’a çağrılmamıştır. Bu yüzden Lozan Sevr’in yerini almamıştır. Nitekim Ermeni araştırmacı Toriguian, Gümrü, Moskova, Kars ve Lozan Antlaşmalarını tanımamakta, kendilerine hak veren Sevr Antlaşmasını tanıdığım ifade etmektedir. Ancak dikkate almadığı bir konu Sevr Antlaşmasını Osmanlı Devleti’nin imzalanmış ve hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş olmasıdır. Zaten Ankara hükümeti yukarıda bahsedildiği şekilde çıkardığı bir kanunla 16 Mart 1920 tarihinden itibaren İstanbul’un imzaladığı bütün anlaşmalar hükümsüz kılınmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla Anadolu’da bir Ermeni yurdu teşkili sorunu bertaraf edilmişti.
Sonuç
Ermeni sorunu ağırlıklı olarak Lozan Konferansı’nın birinci döneminde gündeme gelmiş ve sert tartışmalara neden olmuştur. Sorun konferans boyunca üç farklı boyutta ele alınmıştır. Öncelikle Türkiye’deki Ermenilerle Ermenistan’daki Türklerin değişimi ele alınmıştır. Anadolu’daki Rumlar gibi Ermenilerin de değişim kapsamına alınması durumunda yeniden göçmen sorunu yaşanabileceğini düşünen İsmet Paşa, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ni razı etmiş ve değişim konusu fazla tartışmaya yol açmadan gündemden kalkmıştır.
Ermenilerce gündeme getirilen ikinci konu soykırım iddialarıdır. Batılı devletlerin temsilcileri bu konuda Türk tarafını köşeye sıkıştırarak, diğer konularda taviz koparmak istemişlerse de, Türk heyeti belgelere dayanarak iddiaları reddetmiş ve Batılıların elindeki rakamların gerçek dışı olduğunu ileri sürmüştür.
Üçüncü ve belki de en ağırlık olarak gündeme getirilen konu ise, Anadolu’da Ermenilere bir yurt verilmesidir. Misak-ı Millî konusundaki kararlılık, bu isteğin de gerçekleşme imkânını ortadan kaldırmıştır.
Tüm bu konular, konferans boyunca farklı yer ve değişik taraflarca gündeme getirilmiştir. Türk heyeti, Ermeni sorunuyla ilgili olarak bir yandan İtilâf Devletlerinin temsilcileriyle resmî oturumlarda mücadele ederken, resmî oturumlar dışında da Ermeniler, Amerikalılar ve hatta İsviçrelilerle karşı karşıya kalmıştır.
Görüşmeler sürerken, nüfus değişimi konusunda yukarıda da bahsedildiği gibi hemen ilk günlerde bir uzlaşma sağlanırken, soykırım iddiaları ve Ermeni yurdu konularında ciddî gerginlikler yaşanmıştır. İtilâf Devletlerinin temsilcileri resmî ve gayr-i resmî yollardan soykırım ve yurt konularındaki ısrarlarını sürdürmüşlerdir.
Taraflar arasındaki değişik yaklaşımlar doğal olarak farklı rakamların, değişik tarihsel yaklaşımlar da farklı beklentilerin doğmasına yol açmıştır. Batılı devletlerin temsilcilerine göre soykırım (!) esnasında 1.500.000 civarında Ermeni öldürülmüştü ve bu ancak oldukça geniş olan Anadolu’da Ermenilere bir yurt verilmesiyle telafi edilebilirdi. Türk tarafı ise sevk ve iskân kanununun uygulanması sırasında ve daha önceki yıllarda 300.000 civarında Ermeni’nin öldüğünü, herhangi bir sistemli soykırım uygulanmadığını ve doğal olarak da Anadolu’nun hiçbir yerinde çoğunluğu oluşturmamış olan Ermenilere yurt verilemeyeceğini dile getirmiştir.
Ermeni konusundaki farklı bakış açısı, aslında konferansın tümüne de yansıyan bir durumdur. Batılı devletlerin kendilerini galip kabul ederek Mondros ve Sevr’e göre düzenleme yapmak istemelerine karşın, Türk tarafı tam zıddı bir anlayışla Misak-ı Millî ve Mudanya’ya göre bir barışın imzalanması için çaba harcamışlardır.
Ermeniler Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra bile bazı politik girişimlerde bulunmuşlardır. Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Başkanı A. Aharonyon, 9 Ağustos 1923 tarihinde Milletler Cemiyeti’ne başvurarak Lozan Barış Antlaşması’nda Ermenilerin varlıklarının da kabul edilmediğini söyleyerek, Ermeni sorununun Milletler Cemiyeti’nin gündemine alınmasını rica etti. Yine Ermeniler, 9 Ağustos 1923 günü Müttefik Devletlerin temsilcilerine bir protesto göndererek Lozan Barış Antlaşması’nda Ermenilerin göz önüne alınmadığından ve sanki Ermeniler yokmuş gibi imza edildiğinden yakınmışlar; bu antlaşmanın ne barışa ne de hak ve adalete yaramayacağını savunmuşlar, bu antlaşmaya karşı olduklarını belirtmişlerdir.
Lozan Barış Konferansı’na yalan yanlış bilgiler vererek, Ermenileri zulümlere uğramış, toptan öldürmelerle karşılaşmış bir kitle olduğunu iddia ederek Büyük Harp’te Ermenilerin Müttefik orduları içinde savaştıklarını ve başarı kazandıklarını ve bu nedenle de Müttefiklerin kendilerine çeşitli vaatlerde bulunduklarını söyleyerek Türkiye topraklarından bazı parçalar koparmak isteyen Ermenilerin bu savları, dayanaksız bulunarak kabul edilmemiştir.
Lozan’dan günümüze yansıyan belki de en ilginç nokta, 1923’ler ile 2000’ler arasında tarafların yaklaşımları, tezleri ve iddialarında ciddî benzerliklerin bulunmasıdır. Batılı devletler 1923 yılında, Lozan’da Ermenilerle ilgili olarak Türkleri sıkıştırmak için ne yapmışlar ve söylemişlerse, bugün de aynı iddialarda bulunmaktadırlar. Buna karşılık Batılıların iddialarına Türklerin verdikleri cevaplarda da dün ile bugün arasında ciddî benzerlikler vardır. İsmet Paşa ve Rıza Nur’un Lozan’da öne sürdükleri görüşlerle günümüzde zaman zaman gündeme gelen sözde Ermeni soykırımı iddialarına verilen cevaplar hemen hemen aynıdır. Bu bir anlamda Batılıların hâlâ Sevr’e, Türklerin ise Misak-ı Millî’ye dayandıklarını kanıtlamaktadır. Bütün bunlardan hareketle, Ermeni sorununun tarihsel ve akademik bir sorun olmaktan çok, siyasal ve ekonomik çıkarlar açısından ele alınan bir sorun olduğu söylenebilir.
L'Illustré dergisinin 2 Ağustos 1923 tarihli sayısının kapağında İsmet İnönü ve Rıza Nur
Lozan’daki Ermeni sorunu, Batılı devletlerin yeni Türk Devleti üzerinde uluslar arası bir baskı oluşturmaları yolunda bir başlangıç teşkil ederken, Türk Devleti için de Misak-ı Millî konusunda tavizsizlik ve kararlılık geleneğinin doğmasına yol açmıştır. Ermeni yurdu isteklerine karşı Türk tarafının geliştirdiği tutum, Misak-ı Millî’nin uluslar arası bir konferansta sınanmasına ve uygulanabilirliğinin ölçülmesine olanak sağlamıştır.
Savaştan yeni çıkmış ve yorgun bir ulusun temsilcilerinin toprak bütünlüğü konusunda Lozan’da göstermiş olduğu direniş, antlaşma metnine de yansımış ve Ermenilerle ilgili hiçbir hükme yer verilmemiştir. Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile Millî Mücadelede akıtılan kanların bedeli alınmış, Türk topraklarının bütünlüğü ve Türk Devleti’nin kayıtsız ve şartsız istiklali bütün dünyaca tanınmıştır.
Second Lausanne Conference
Kaynaklar:
AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, Cem Yayınevi, İstanbul, 1976.
ARMAOĞLU, Fahir, “Atatürk Döneminde Türk-Amerikan İlişkileri”, Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası-Makaleler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2000.
BAYTOK, Taner, İngiliz Belgeleriyle Sevr’den Lozan’a, Doğan Kitap, İstanbul,
BİLSEL, Cemil, Lozan, Ahmet İhsan Matbaası, İstanbul, 1933.
DEMİRCİ, Sevtap, Belgelerle Lozan, Alfa Yayınları, İstanbul, 2013.
GREW, Joseph C., Lozan Günlüğü, Amerika’nın ilk Türkiye Büyükelçisi’nin Anıları, Multiligual Yayınları, İstanbul, 2002.
GÜRÜN, Kamuran, Ermeni Dosyası, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983.
İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1987.
KARACAN, Ali Naci, Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 1943.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi VIII, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983.
KOÇAŞ, Sadi, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk Ermeni İlişkileri, Altınok Matbaası, Ankara, 1967.
KÖKÜTÜRK, Yalın İstenç, Lozan Konferansı, Yayın B, İstanbul, 2011.
MERAY, Seha, Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
MERAY, Seha, Osman Okyar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküş Belgeleri, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara, 1977.
NUR, Rıza, Hayat ve Hatıratım, Altıdağ Yayınevi, İstanbul, 1968.
SCHWEZIER, Max, Ankara ve Lozan Arasında, Çev. S. Erdem Türközü, Phoenix Yayınevi, İstanbul, 2005.
SELVİ, Haluk, Birinci Dünya Savaşından Lozan’a Ermeni Sorunu, Sakarya Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları 2. Baskı, Sakarya 2004.
SONYEL, Salahi R. Gizli Belgelerle Lozan Konferansı’nın Perde Arkası, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2006.
SONYEL, Salahi R. Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1986.
SOYSAL, İsmail, Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983.
ŞİMŞİR, Bilal N., Lozan Günlüğü, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2012.
ŞİMŞİR, Bilal, Lozan Telgrafları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994.
TURAN, İlhan, İsmet İnönü Lozan Barış Konferansı Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj, Anı ve Söyleşileri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 2003.
ÜRER, Levent, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, Derin Yayınları, İstanbul, 2003.