Ana Sayfa
Büyük Devletler ve Ermeni Sorunu
İngiltere ve Ermeni Sorunu

İNGİLTERE VE ERMENİ SORUNU

İNGİLTERE VE ERMENİ SORUNU

Osmanlı-İngiliz İlişkilerinin Başlaması ve İngilizlerin Ermeni Politikası

Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri içinde doğrudan en geç İngiltere ile ilişkiler kurmuştur. İki devlet arasındaki ilk ilişkilerin kurulması 1578 yılına dayanır. Diğer Avrupa devletlerine nazaran İngiltere ile ilişkilerin geç başlamasının nedenleri arasında, bu devletin diğer devletlere göre çok uzakta olması ve İngilizlerin Levant ticaretine geç katılmaları sayılabilir. Ancak bir süre sonra biraz da şahsi teşebbüslerin etkisiyle ilk ilişkiler ticaret alanında ortaya çıkmış ve bir müddet sonra da diplomatik faaliyetler başlamıştır. İngiltere tarafından Osmanlı topraklarında ticaret izni için başvurulduğunda III. Murad bu isteği kabul etmiş ve Kraliçe Elizabeth’e 15 Mart 1579 tarihli bir “İcazet-i Hümayun” vererek iki devlet arasında hem ilk ticari ilişkiler, hem de resmi diplomatik ilişkiler başlamıştır. Buna mukabil İngiltere Kraliçesi de 25 Ekim 1579 tarihli bir nameyi Osmanlı Sultanı III. Murad’a göndererek ilişkileri başlatmıştır. 

Sultan III. Murad

I. Elizabeth

XVIII. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti ile İngiltere yakın ilişkiye girmemiş, hatta XVII. yüzyıl boyunca Osmanlı, Avrupa içlerindeyken bile İngiltere onunla çatışmamıştır. İlk ciddi ilişkiler ise Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki etkinliklerinden değil, İngiltere’nin Yakındoğu ve Hindistan’da toprak elde etmesiyle meydana gelmiştir. 1757’de Hindistan’ı işgal etmesiyle, İngiltere ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler dolaylı olsa da başlamıştır.

İngiltere ile Osmanlı Devleti’nin ilişkilerinde belirleyici bir diğer faktör de Rusya olmuştur. XVIII. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti hem siyasi hem de iktisadi alanda gerilemeye başlamıştı. Bu yüzden Osmanlı Devleti XVIII. yüzyılın son dönemi ile XIX. yüzyılda devletler arenasında karşılaştığı problemleri denge siyasetine başvurarak büyük devletlerden birine dayanmak suretiyle halletmeye çalışmıştır. XVIII. yüzyıldan itibaren Rusya, Osmanlı Devleti’ne karşı önemli bir hasım olmaya başlayınca, Osmanlı Devleti Rusya’ya karşı bir dönem özellikle İngiltere’ye dayanmıştır. XIX. yüzyılın sonunda ise İngiltere’nin yerini Almanya almıştır.

İngiltere ilk kez 1787 yılındaki Osmanlı-Rus savaşında Rusya’ya bir ültimatom vererek Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunması taraftarı olduğunu bildirmiştir. 1798 yılında Fransa Kralı Napolyon Bonaparte’nin Mısır’ı işgal etmesi İngiltere ile Osmanlı Devleti’ni birbirine daha da yakınlaştırmıştır. 

Rusya’ya Ültimatom veren Genç Başbakan William Pitt

İngiliz-Osmanlı ilişkilerinde diğer bir dönüm noktası ise 1838 yılıdır. Bu tarihte İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında Balta Limanı Ticaret Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla İngilizler, Osmanlı topraklarında geniş ticari imtiyazlar elde etmişlerdir.

Antlaşmanın yapıldığı Balta Limanı Sarayı

1853 yılında ise Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurmaya çalışması üzerine İngiltere devreye girmiş ve Kırım Harbi olarak bilinen savaş başlayınca da İngiltere, Osmanlı Devleti’nin yanında diğer devletlerle birlikte savaşa girmiştir. Savaş sonunda Rusya ağır bir yenilgiye uğratılmıştır. Bu yenilgi üzerine Rusya Karadeniz’de donanma bulundurma hakkını kaybetmiş ve Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü garanti altına alınmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin bir Avrupa devleti olduğu kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti lehine alınan bütün bu kararlarda İngiltere başı çekmiştir. Çünkü zayıf Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün muhafazası başta Rusya’ya karşı olmak üzere İngiltere’ye pek çok avantaj sağlıyordu.

,

Kırım Savaşı Esnasında Sivastopol’da Türk ve İngiliz Kampları Yan yana

Ne var ki, 1860’lardan itibaren Osmanlı-İngiliz ilişkileri yeni bir safhaya girmiştir. Fransa’nın İngiltere için önemli bir şehir olan Mısır’daki faaliyetleri, Rusya’nın Balkanlar’daki Panslavist faaliyetleri, Prusya’nın 1866’da Avusturya’yı, 1870’te de Fransa’yı yenmesi ve İngiliz elçilerinin Doğu Anadolu’da gayrimüslim tebaaya kötü muamele yapıldığına dair raporları İngiltere’nin Osmanlı’ya karşı siyasetini değiştirmesinde önemli etkenler olmuştur.

Balkanlardaki kaynaşma ve Rusya’nın müdahalesine engel olunmak için 23 Aralık 1876’da İstanbul’da Tersane Konferansı toplanmıştı. Ancak o sırada Osmanlı ricalinin Meşrutiyet’i ilan etmeleri üzerine konferans dağılmış ve Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da nasıl bir politika izleyeceği özellikle Rusya tarafından dikkatle takip olunmaya başlanmıştır. Ancak Osmanlı devlet adamlarının Balkanlarda yaptıklarını yeterli görmeyen Rusya, kısa bir süre sonra Osmanlı Devleti’ne savaş açmış ve böylece tarihimizde “93 Harbi” olarak bilinen 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı başlamıştır.

93 Harbi Tasviri

Kısa sürede hem Balkanlarda hem de Kafkasya cephesinde üst üste yenilgiler alması üzerine Osmanlı Devleti, Rusya ile barış yapmak istediğini belirtmiştir. Çünkü Rus orduları Yeşilköy’e kadar gelmişler, İstanbul Rus tehdidi altına girmişti. Ancak Ruslar barış teklifine razı olmamışlar ve İstanbul’a ulaşmak istemişlerdir. Ne var ki, İngiltere’nin duruma müdahalesi ve donanmasını Çanakkale önlerine göndermesi vaziyeti değiştirmiş ve Rusya, Osmanlı Devleti ile çok ağır şartları ihtiva eden bir barış antlaşması imzalamıştır. Bu barış antlaşmasında ilk defa Ermeni meselesi uluslar arası bir mesele haline gelmiştir. Ayastefenos (Yeşilköy) Antlaşması’nın 16. maddesine göre Rus askerleri en kısa sürede Doğu Anadolu’yu boşaltacak, buraları tekrar topraklarına katan Osmanlı Devleti de Ermenilerin yoğunlukta bulundukları bölgelerde ıslahat yapacak ve Ermenileri, Kürtlere ve Çerkezlere karşı koruyacaktı.

Rus Delege İgnatiyef Ayastefanos’u İmzalarken

Ancak, İngiltere, Rusya’nın kendisi için avantajlı olan bu antlaşmayı onaylamayarak Berlin’de yeniden kongre düzenlenmesini önermiş ve bu teklifinde de başarılı olmuştur. Berlin’de toplanan kongre neticesinde Yeşilköy Antlaşması’nın bazı maddeleri Osmanlı Devleti lehine yumuşatılmış, Ermenilerle ilgili de 61. ve 62. maddeler ile yeni düzenlemeler getirilmiştir. 1877–1878 Savaşı Osmanlı Devleti’nin ne kadar zayıf bir devlet olduğunu ortaya koymuş ve büyük devletlerden birinin sahiplenmesi olmadan ayakta kalmasının mümkün olamayacağı anlaşılmıştır.

Kıbrıs Konvensiyonu Hakkında Bir Çizim

Punch 27 Haziran 1878

İngiltere, Osmanlı Devleti’ne Berlin’de yapacağı yardımlardan dolayı Kıbrıs Adası’nı işgal etmiştir. Ancak sadece kendisinin desteklemesiyle ve diğer büyük devletleri sürekli karşısına almakla oluşan vaziyetin bu şekilde daha fazla sürdürülemeyeceğini öngören İngiltere, özellikle 1878 yılından sonra Osmanlı Devleti’ne verdiği desteğini çekmiştir. Bu tarihten sonra politikası, artık yıkılması kaçınılmaz olan Osmanlı Devleti’nin topraklarını ya kendisi ele geçirmek ya da bu topraklar üzerinde kendisine bağlı uydu devletlerin kurulmasını sağlamaktı. Çünkü bağımsızlık isteyen devletler kendisi desteklemediği için birer birer Rusya’nın kucağına düşüyor ve bölgede böylelikle Rusya’nın nüfuzu önemli miktarda artıyordu. Bu durumu kabullenmeyen İngiltere, sonunda yıkılacak bir Osmanlı Devleti’ni desteklemektense onun yerine kurulacak devletleri kendine bağlamayı çıkarlarına daha uygun görüyordu. Kurulması planlanan yeni devletlerden biri de Ermeni Devleti idi. Böylece bu antlaşmayla birlikte Ermenilerin durumu uluslar arası bir mesele haline geldi. 

 

 

İngiltere’nin Osmanlı-Ermeni Politikası Değişiyor

1789 Fransız İhtilaliyle yayılan milliyetçilik akımı Osmanlı devletindeki diğer azınlıklar gibi Ermenileri de etkilemiş ve büyük devletlerin de kışkırtmalarıyla bağımsızlık istekleri XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hız kazanmıştır. Sırpların, Yunanlıların ve Bulgarların Osmanlı Devleti’nden birer birer kopmaları onlar için emsal teşkil etmiş ve benzeri bir hareketi kendileri için de istemeye başlamışlardır. Ancak kısa bir süre sonra kendi başlarına hareket edemeyeceklerini anlayınca büyük devletlere dayanma ihtiyacını hissetmişlerdir. Bu büyük devletler arasında Rusya ile İngiltere başı çekmektedir.

Her ne kadar Rusya bağımsızlık taleplerinde önemli bir yer tutsa da, Ermeniler asıl desteği İngiltere’den umuyorlardı. Çünkü o dönemin süper gücü olarak adlandırılan devleti İngiltere idi. Avrupa siyasetinde olduğu kadar dünya siyasetinde de en büyük söz sahibi olan İngiltere’nin yanlarında olması ve kendilerini desteklemesi onlar için önemli bir avantajdı.

Ermenilerin İngilizler ile tanışıklığı ve bu ülkedeki ağırlıkları XVII. yüzyıldan itibaren artmıştır. Ermenilerin tüccar olarak İngiltere ile ticaret yapmaları ve doğulu toplum olarak doğu dillerini bilmeleri ve din olarak da Hıristiyan olmaları onlara İngilizlerin gözünde önem kazandırmıştı. Çünkü İngiltere için Asya’yı sömürgeleştirme siyasetinde onlar güzel bir araç olabilirlerdi. Ayrıca, özellikle XIX. yüzyıl göz önüne alındığında, yıkılması mukadder olarak görülen Osmanlı Devleti’nde kendilerine bağlı bir devlet olarak Ermenileri görmek istemeleri İngiltere’yi bu millete yakınlaştıran diğer önemli bir unsur olmuştur. Bunun az çok farkında olan Ermeniler de başta İngiltere olmak üzere diğer büyük devletleri mücadelelerinde yanlarına çekmeye ve hemen her platformda kendi seslerini duyurmaya çalışmışlar; Osmanlı yönetimi altında haksızlığa uğradıklarını vurgulayarak bağımsızlık talebinde bulunmuşlardır. Bağımsızlık için de Balkan devletlerini kendilerine model alan Ermeniler, büyük devletlerin ilgisini kendi üzerlerine çekebilmek için yoğun bulundukları bölgelerde ıslahat yapılması konusunda sürekli onlardan isteklerde bulunmuşlardır. 

İngiltere’deki Ermeni Tüccarlarla ilgili bir kitap

İngiltere nezdinde Osmanlı topraklarında yaşayan genelde gayrimüslim tebaa, özelde ise Ermeniler 1840’lı yıllardan itibaren sahiplenilmeye başlanmıştır. 1840’lı, 1850’li ve hatta 1860’lı yıllarda İngiltere, Osmanlı Devleti’nde söz sahibi olabilmenin ve Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışabilmenin yollarını aramaya başlamıştı. Bunun da en kolay yolu gayrimüslim tebaayı sahiplenmekti. Fransa Katolikleri, Rusya da Ortodoksları sahiplenerek Osmanlı Devleti’nin içişlerine rahatlıkla karışabiliyordu. Kendisi de bu yola başvurmak istemiş, ancak sahiplenecek bir topluluk olmadığı için bunda başarısız olmuştur. Bunun üzerine misyonerlik faaliyetleri ile önce Osmanlı gayrimüslim tebaası içinde, sonra da Osmanlı Müslüman tebaası içinde Protestan mezhebine taraftar bulmaya çalışmıştır. Bundaki amacı, hem Osmanlı Devleti’ne rahat müdahalede bulunabilmek, hem de imparatorluktaki diğer büyük devletlerin nüfuzunu dengeleyebilmekti. 

1840 yılında Kudüs’te bir Protestan kilisesi için izin isteyen İngiltere, 1842’de kiliseyi açmaya muvaffak olmuştur. Kiliseye cemaat temin etmek için de Osmanlı topraklarına pek çok misyoner gönderen bu devlet, kısa sürede Protestanların sayısını artırmıştır. Bunda 18 Şubat 1856 tarihinde ilan edilen Islahat Fermanı’nın da büyük etkisi olmuştur. Çünkü bu ferman vicdan hürriyeti prensibini tanıyarak din ve mezhep değiştirmelere imkân sağlamıştır. Ancak özellikle ilk dönemde Ermeniler arasında taraftar bulmaya yönelen İngiltere, para veya başka türlü menfaatler sağlayarak imparatorlukta huzursuzluğa sebebiyet vermiştir. Çünkü İngiltere Gregoryen Ermenileri arasında taraftar kazanmaya uğraşıyordu ve bu da Gregoryen Ermenilerinin Babıâli nezdinde şikâyetlerine sebep oluyordu. Ayrıca Gregoryen cemaatinden olanlar mezhep değiştirip Protestan olan Ermenilere baskı ve zulüm yapıyorlardı. Bu konuda Osmanlı arşivlerinde pek çok kayıt mevcuttur.

Kudüs’te Açılan İlk Protestan Kilise

Christ Church (İsa Kilisesi)

İstanbul İngiliz Büyükelçiliği’nden Hariciye Nezareti’ne yazılan 2 Ağustos 1851 tarihli bir belgede, Antakya ile Latikiya arasında bulunan Hessele köyünden Antakya’ya giden Protestan Ermenilerine yolda diğer Ermeniler tarafından kötü muamele edildiği ve Gabriel isimli bir papazın Gregoryen Ermenilerini bu konuda kışkırttığı ifade edilerek duruma müdahale edilmesi istenmiştir. İstanbul İngiltere Büyükelçiliği’nden Hariciye Nezareti’ne yazılan 7 Şubat 1856 tarihli başka bir belgede, Adana ve Tarsus’taki Protestan Ermenilerinin varlığı ve diğer Ermenilerin bunlara düşmanca davrandığı dile getirilmiştir.

İngiltere büyükelçisinin istekleri Babıâli tarafından dikkatle incelenerek gerekli müdahaleler yapılmıştır. Mesela Hariciye Nezareti’nden Ankara Valiliği’ne yazılan 14 Mayıs 1856 tarihli bir yazıda, Yozgat’ta Protestanlığa geçenlere oradaki Ermeniler tarafından kötü muamele edildiği, ticaretten men edildikleri, Protestan cemaati liderinin bundan şikâyetçi olduğu ve önlem alınması istenmiştir. Hariciye Nezareti’nden Tekfurdağ Kaymakamlığı’na yazılan 3 Eylül 1856 tarihli başka bir belgede, Protestanlara Ermenilerin sataştıkları ve hakaret ettikleri, Protestan cemaati başı tarafından şikâyet edildiğinden dolayı Sultanın Protestanlara kötü muamele edilmemesi hususundaki emirlerine rağmen bu harekete tevessül edenlerin cezalandırılmasından bahsedilmektedir.

Ermeni “Sorunu”nun Doğuşu: Berlin Antlaşması ve İngiltere

1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilanına ve 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra imzalanan Berlin Antlaşması’na kadar daha çok Ermenileri kendi tarafına kazanmakla ve Protestan yapmakla uğraşan İngiltere, bu tarihten sonra da onları sahiplenmeyi sürdürmüştür. Savaş öncesi İstanbul Konferansının toplanmasına taraftar olmuş, Osmanlı Devleti’nin konferans fikrine sıcak bakmaması üzerine üstü örtülü Osmanlı Devleti’ni tehdit etmiştir.

İstanbul Konferansı’na Katılan Ülkelerin Temsilcileri

Bunun üzerine Osmanlı Devleti konferansın toplanmaması yönündeki ısrarından vazgeçmiş ve konferans yukarıda da bahsedildiği üzere 23 Aralık 1876’da İstanbul’da toplanmıştır. Ancak konferans esnasında Meşrutiyet ilan edilerek Osmanlı devlet adamları “Osmanlı Memaliğinde Müslüman ve Hıristiyan tebaa arasında fark kalmayacağı ve her iki zümrenin de durumunu ıslah için bir takım tedbirler alınacağını” büyük devletlerin temsilcilerine duyurarak onlar tarafından öne sürülecek herhangi bir reform teklifine gerek olmadığını bildirmişlerdir. Başta Rusya temsilcisi olmak üzere konferans üyeleri başta buna yanaşmamış ve konferansa devam etme kararı almıştır. Ancak Osmanlı devlet adamlarının ısrarları üzerine konferans bir müddet sonra dağılmış ve Osmanlı Devleti tarafından yapılacak reformlar beklenmeye başlanmıştır. Ancak Rusya söz verilen reformlardan tatmin olmamış ve bir müddet sonra Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştır. Savaşa pek çok Ermeni, Rusların yanında katılmış, hatta M. T. Loris-Melikov, A. A. Ter-Gukasov ve I. I. Lazerev gibi Ermeni generaller de Rus askeri içinde üst kademelerde hizmet etmiştir. 

Ermeni Kökenli Rus Generali Loris-Melikov

Kars’ın düşmesinde önemli rol oynayan bu Ermeni generaller Anadolu’daki Ermenilerce kurtarıcı gibi karşılanmıştır. Hem Balkanlarda, hem de Doğu Anadolu cephesinde üst üste alınan yenilgiler Osmanlı Devleti’ni, barış istemek zorunda bırakmış ve sonunda Ayestefenos Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmada Osmanlı Devleti büyük miktarda toprak kaybını kabullendiği gibi Ermenilerin durumu ile ilgili de 61. ve 62. maddeleri kabul etmek zorunda kalmıştır. Rusya’nın, Ermenileri antlaşma metnine koymasında pek çok amacı vardı. Hem geçmişe yönelik bir borç veya vefa, hem de geleceğe yönelik onlardan istifade etme gibi sebepler Rusya’yı böyle bir harekete yöneltmiştir.

1804 yılında Erivan bölgesinin Rusya’nın eline geçmesiyle Rusya’nın Ermenilerle ilişkileri başlamış; 1828–1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda da Rusların Erzurum’a kadar gelmeleri Türkiye’deki Ermenilerle Rusya arasındaki ilk yakınlaşmayı başlatmıştır. Kısa sürede Osmanlı topraklarında ilerlemelerinde Ermenilerin kendilerine yardımcı olabileceklerini anlayan Ruslar onlardan faydalanma yoluna gitmişlerdir. Kırım Savaşı sırasında Ermenilerden, başta casusluk olmak üzere pek çok konuda istifade eden Rusya, 93 Harbini kazanınca onlarla ilgili bazı düzenlemelerin yapılması için antlaşma metnine maddeler koymuştur. Az önce de belirtildiği üzere, bu durum, hem Ermenilerin kendilerine sağladıkları faydaya bir teşekkür, hem de ileriye yönelik Osmanlı Devleti’ni parçalama politikalarına bir zemin teşkil edebilecekti. Osmanlı Ermenileri de bu durumun farkında olarak kendi çıkarları doğrultusunda Rusya’dan himaye talep etmişlerdir.

Rusya’dan himaye talep edenler arasında Patrik Nerses Verjebedyan başı çeker. Daha 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı devam ederken Rus karargâhına gidip Rus kumandanı Grandük Nicholas Romanov ile görüşen Nerses, ondan General Melikov ordularının kısmen işgal ettiği Doğu Anadolu’daki vilayetlere idari muhtariyet, otonomi verilmesini istemiştir. Savaş sonrası barış görüşmeleri sırasında da boş durmayan patrik, sıkı bir diplomasi trafiği yürütmüştür. Rusya ile dirsek temasını hiç koparmayan Nerses, İngiliz yetkililerle de (İngiliz elçisi Layard) görüşerek bağımsız Ermenistan davasında haklarını takibe kararlı olduklarını ve bunun için de onlardan yakın ilgi beklediklerini ifade etmiştir.

Nerses II of Constantinople (1874–1884)

Grandük Nikola ile Görüşen Patrik Nerses Verjebedyan

Patrik Nerses’in Görüştüğü İngiltere Büyükelçisi Henry Layard

Ayestefenos Antlaşması’nın yürürlükten kaldırılıp, yerine Berlin’de bir kongre toplanması gündeme gelince Ermeniler kongreye bir heyetle katılmışlar, büyük devletlerden kendileri için bazı taleplerde bulunmuşlardır. Heyet, başta Prens Bismark olmak üzere büyük devlet temsilcilerine birer mektup sunarak Erzurum ve Van vilayetleriyle Diyarbakır’ın Ermenilerin çoğunluk teşkil ettiği bir kısmında oluşturulacak “Ermeni Vilayeti”ne bir Ermeni valinin tayin edilmesini istemişlerdir. Bu valiyi sultanın beş yıl süreyle seçmesini ve garantör devletlerin rızası olmadan azledilmemesini, valinin Erzurum’da oturmasını ve Lübnan’daki valinin yetkilerine sahip olmasını talep etmiştir.

Berlin Kongresi’nde İngiltere’nin desteğini de sağlamak için, Londra İngiliz-Ermeni Derneği (Anglo-Armenian Comittee of London), Westminster Abbey’deki Kudüs Odası’nda bir toplantı yapmış ve bu toplantıya Dean Stanley başkanlık etmiştir. Amaç o dönemdeki siyasi krizde Ermeni Kilisesi ve halkına sempati duyduklarını ifade etmekti. Toplantıya Shafterbury Kontu, Carnarvon Kontu, milletvekili Sir Kennaway, milletvekili Mr. Parker, Prof. Bryce, Papaz Malcolm Maccoll, Cebelitarık Piskoposu ve birkaç Ermeni katılmıştır. Canterbury başpiskoposu ile Westminster Dükü katılmamakla beraber özür beyan ederek sempati mesajları göndermişlerdir. Toplantıda Dean Stanley tarafından Ermenilerin hakları olan bağımsızlık talepleri dile getirilmiş, ayrıca Ermenilerin üstün vasıfları sıralanmış ve Ermeni Kilisesi övülmüştür. Toplantıda oybirliği ile Osmanlı Devleti’nden tamamen bağımsız olmamakla ve Babıâli’ye vergi vermekle beraber Avrupa devletlerinin garantisi altında özerk bir Ermenistan devleti kurulması fikri kabul edilmiştir. Toplantının maksadı Berlin Kongresi öncesinde Ermenileri destekleme girişiminden ibarettir.

İngiliz Ermeni Cemiyeti’nin yaptığı toplantıya Başkanlık Eden 

Arthur Penrhyn Stanley (Dean Steanly)

Ermeni Yanlısı Papaz Malcolm MacColl

Berlin Kongresi esnasında, ne var ki, Ermeniler İngiltere’den umdukları sıcak alakayı bulamamışlardır. Ermenilerin durumu İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury tarafından Ermenilerin ısrarı ile değil, Ayestefanos Antlaşması’nın 16. maddesinin yeniden ele alınması sırasında gündeme gelmiş ve bu madde Rusların Doğu Anadolu’yu boşaltmaları ve buralarda Osmanlı Devleti’nin ıslahat yapması şeklinde bağlanmıştır. Bunda, Ermenilerin Doğu Anadolu’daki altı vilayette nüfusun çoğunluğunu oluşturamamaları etkin olmuştur. Buna rağmen, ne var ki, Ermeni Meselesi büyük devletlerin gündemine kesin olarak girmiş ve onların yaşadıkları bölgelerde ıslahat yapılması şeklinde müdahaleyi getirmiştir.

The Times, Tuesday, Jul 02, 1878, s. 5.

Ermenileri Gündeme Getiren İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury

Aslında Ermeniler Berlin Antlaşması’nın kendileri ile ilgili maddelerde istedikleri sonucu alamamışlardır. Hatta onların davalarında güç kaybettiklerini bile söylemek mümkündür. Çünkü Ayestefenos Antlaşması’nda bizzat “Ermenistan” tabiri kullanılmışken, Berlin Antlaşması’nda sadece “Ermenilerin ikamet ettiği eyaletler” ifadesi kullanılmıştır. Diğer önemli bir nokta da şudur: Dikkatle incelendiğinde, Ayestefenos Antlaşması’nın 16. maddesi ile Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi arasında çok fazla fark yoktur. Ancak, Ayestefenos Antlaşması’nda Osmanlı Devleti sadece Rusya’ya karşı sorumluyken, Berlin Antlaşması’nda imzayı atan bütün Avrupa devletlerine karşı sorumluydu. Bu durum Osmanlı Devleti’nin avantajınaydı. Çünkü önceki antlaşmada Rusya pek çok konuda şahsen tasarruf kullanabilecekken, Berlin antlaşmasıyla diğer Avrupalı devletleri de hesaba katmak zorunda kaldı. Bu durum aslında imza atan bütün devletler için geçerliydi. İmza atan devletlerden biri Osmanlı Devleti’ne bir yaptırım uygulayacağı zaman diğer devletler çıkarlarını öne sürerek buna engel oluyorlardı. Bu da Osmanlı Devleti’ne fayda sağlıyordu ve böylelikle ağır yaptırımlardan kurtuluyordu. Ama yine de başta Nerses Verjebedyan olmak üzere Ermeni ileri gelenleri davalarında önemli mesafe aldıklarını belirtmişlerdir.

Berlin Kongresi’nde istenilen neticenin alınamaması Ermenileri hem basın-yayın alanında, hem de çetecilik faaliyetleri yönünde derin bir radikalleşmeye götürmüştür. Van Valiliği’nden Hariciye Nezareti’ne 3 Ekim 1878 tarihinde gönderilen yazıda, Muş Ermeni Murahhası Karkos Efendi’nin kışkırtıcılık yaptığı, “Berlin Kongresi dağıldı, biz yine esarette kaldık, iki yüz bin kişinin kanına girmemek için istifaya mecbur oldum” gibi sözler sarf ettiği belirtilmiştir. Belgede ayrıca Ermenilerin davranışlarının ve Rus kamuoyunun yavaş yavaş değişmekte olduğu, bunun da kongreden bekledikleri neticeyi alamamalarının etkili olduğu, günlük olayları abartarak yayın organlarına aktardıkları, Bulgaristan örneği bir tavır içine girmek istedikleri anlaşıldığı ilave edilmiştir.

Bununla birlikte yine de Berlin Kongresi’nde Ermenilerin yoğunlukta oldukları bölgelerde ıslahat yapılması maddesinin İngiltere bizzat takipçisi olmuş ve bu konuyu 1890’lı yıllara kadar sürekli gündemde tutmuştur. İstanbul İngiltere Büyükelçisi Sir Layard’dan Sadrazam M. Esat Safvet Paşa’ya gönderilen 19 Ağustos 1878 tarihli bir yazıda, yapılan antlaşmaya binaen Osmanlı Devleti’nin yapmayı yükümlendiği ıslahatın gecikmeden başlatılması istenmiş ve şu hususlara dikkat edilmesi talep edilmiştir:

a) Doğudaki vilayetlerde Avrupalılar tarafından organize ve komuta edilen bir jandarma teşkilatının oluşturulması,

b) Doğudaki mahkemelerde birer Avrupalı hâkimin bulundurulması,

c) Her vilayetin kendi gelirinden sorumlu tutulması ve tahsildarlardan çoğunun Avrupalı olması.

İngiltere’nin pek çok kez gündeme getirdiği Doğu Anadolu’daki ıslahat talebine olumlu cevap veren Babıâli, önerilen ıslahat programını hükümranlık haklarına ve Türkiye’nin şartlarına göre yeniden düzenleyerek uygulayacağını belirtmiştir.

 

Islahat Meselesini Sürekli Gündeme Getiren Henry Layard

Mahmut Nedim Paşa

İngiltere ve Islahat Meselesi

İngiltere Anadolu ıslahatının yakın takipçisi olmuştu. 1879 yılı sonbaharında Anadolu’da yapılacak ıslahat programı ise yine İngiltere elçisi Layard ile Mahmud Nedim Paşa ve Safvet Paşa arasında karara bağlanmıştır. Buna göre, jandarma alaylarına Avrupalı subay ve müfettişlerin tayini; doğu eyaletlerine Avrupalı müfettişlerin tayini; hukuk ve nizamiye mahkemeleri için Avrupalı müfettişlerin tayini; valilerin beş sene süre ile yerlerinde kalmaları ve Sultanın tayin edilecek iki vilayette tatbik edeceği ıslahattan alınacak neticeye göre bütün vilayetleri kapsayacak bir uygulamanın süratle ve tam olarak icraya konulması; Ermenistan ve Kürdistan’da can ve mal güvenliğinin sağlanması; Erzurum Vilayeti’ne bir Hıristiyan valinin tayini; Babıâli’nin icraata müdahalesini azaltacak şekilde valilerin görev ve yetkilerinin genişletilmesi; Kaymakam ve müdürlerin seçimlerinde valilerin reylerinin alınması; komisyonların kendilerine verilen talimatlara göre çalışmalarına engel olunmamasının ısrarla talep olunduğu; Protestan toplumuna ait nizamnamenin bir an evvel şerh edilmesi istenmiştir.

Yukarıda alınan karardan sonra İngiltere yapılan ıslahat programını takip etmiş ve 23 Kasım 1879 tarihli bir yazıyla İngiltere Büyükelçisi Layard, Hariciye Nazırı Safvet Paşa’ya bu konuda görüşünü özetle şöyle belirtmiştir.

Israrlara rağmen, Ermenistan’daki Hıristiyan halkın durumunda bir iyileştirme olmamış, dördüncü kolordu komutanı Samih Paşa bu bölgede asayişi temin etmiş ise de bu durum Kürtlere silah ve rütbe vermekle sağlanmıştır. Oysa reform yoluyla bir ıslahat yapılabilseydi, bugünkünden çok daha emin netice alınabilecekti. Reformların süratle ve vakit geçirilmeden yapılması Osmanlı Devleti için hayati önem taşımaktadır.

İngiltere büyükelçisinin sürekli baskıda bulunması Osmanlı Hariciye Nezareti’ni İngiltere’deki kendi büyükelçisi aracılığıyla İngiliz Hariciyesine bir yazı yazmaya yöneltmiştir. 17 Mayıs 1880 tarihli Hariciye Nazırı Safvet Paşa’dan Londra Büyükelçisi Musurus Paşa’ya gönderilen bu yazıda Berlin Antlaşması’nın yerine getirilmesi için İngiltere Hariciye Nezareti’nin yaptığı tamime ilişik cevabın verilmesi istenmiştir. Ayrıca, Ermeni meselesinin dış entrikalarla yaratıldığı ve Ermenilerin de anayasa çerçevesinde Osmanlı vatandaşı olduğunun iletilmesi ve Ermenistan diye bir yer olmadığı, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinde bu maksatla “Ermenilerin oturdukları vilayetler” dendiği, bu vilayetlerde Ermenilerin nüfus bakımından beşinci geldikleri, Ermenilerin emniyetlerinin diğerleri ile birlikte mütalaa edilmesi gerektiği, yanlış haberlerle 61. maddenin istismar edildiği, konsolosların durumu abarttıkları, Anadolu’da bir Bulgaristan yaratmaya çalıştıkları, orada Hıristiyanların dört, Müslümanların bir nispette olduğunun iletilmesi istenmiştir.

Hariciye Nazırı Mehmed Esad Safvet Paşa

 

Londra Sefiri Kostaki Musurus Paşa

Bundan başka Hariciye Nezareti Berlin Antlaşması’na imza atan devletlerin büyükelçilerine bir takrir göndererek Ermenilerin bulunduğu Van, Diyarbakır, Bitlis, Erzurum ve Sivas’ta toplam nüfusun % 79’unun Müslüman, % 17’sinin Ermeni, % 4’ünün de diğer azınlıklardan olduğunu bildirerek dünyanın her yerinde olan adi adli vukuatın bir takım mevhum cinayetlerle şişirilerek Avrupalılara ve konsoloslara duyurulmasının esef verici olduğu belirtilmiştir. Ayrıca yapılan reformlardan onlara bilgi verileceği de ifade edilmiştir. Doğu Anadolu’daki nüfus oranları hususunda Berlin Antlaşması’na imza atan devletlerin dikkatini çekmek için 5 Temmuz 1880 tarihinde başka bir yazı daha yazılmıştır. Hariciye Nazırı Abidin Paşa’dan Fransa, İngiltere, Avusturya-Macaristan, Rusya, Almanya ve İtalya Büyükelçiliklerine gönderilen bu yazıda Van, Diyarbakır, Bitlis, Erzurum ve Sivas’ta bir nüfus sayımı yapıldığı belirtilmiş, buna göre nüfusun % 17’sinin Ermeni, % 4’ünün diğer gayri-Müslimler ve % 79’unun da Müslüman olduğu ifade edilmiştir.

Gladstone ve Ermeniler

1877–1878 Osmanlı-Rus savaşı Osmanlı Devleti’nin zayıflığını kesin olarak ortaya koymuştur. İngiltere de yıkılması kaçınılmaz olan bu devletin mirasına konmak için daha aktif bir siyaset izlemeye yönelmiştir. Özellikle 1880 yılında Gladstone’nun başbakan olmasıyla birlikte İngiltere, Osmanlı Devleti’ne karşı daha muhalif bir tavır içine girmiş ve Ermeniler de bundan azami derecede istifade etmişlerdir.

Ermeni Yanlısı İngiliz Başbakan William Evert Gladstone

İktidara gelir gelmez Gladstone, Ermenilerin sözcüsü konumuna gelmiş, hemen büyük devletlerin de onayını alarak ve Bab-ı Âliye bir nota vererek, Ermenilerin meskûn olduğu doğu eyaletlerinde ıslahat yapılması konusunda telkinde bulunmuştur. Gladstone’nun bu hareketi Ermeniler arasında yeni ümitlerin doğmasına yol açmış ve bağımsızlık faaliyetlerine güç kazandırmıştır.

Bu amaçla Londra’da oturan Ermeniler, Lord Gladstone ve Lord Granville’e gönderdikleri mektupta, İngiltere’nin baskısı ile bir ıslahat yapılacağını umut etmekte iseler de, kurulacak Ermeni eyaletinin başına bir Avrupalı getirilmesinin uygun olacağını ifade etmişlerdir. Aksi halde bir Müslüman’ın getirilmesinin bu kimsenin Müslümanları koruyacağı ve dolayısıyla tarafsız olamayacağını öne sürmüşlerdir.

Başbakan Gladstone

Lord Granville

İngiltere’de Ermeni Propagandasının Temeli Atılıyor

Ermeniler bir yandan özellikle İngiltere nezdinde ciddi teşebbüslerde bulunurken, bir yandan da Anadolu’da derin radikalleşme sürecine gitmişlerdir. Çünkü yukarıda da değindiğimiz üzere Berlin Kongresi’nde Avrupa devletlerinden yeterli ilgiyi göremediklerinden hedeflerine basın yoluyla propaganda ve daha sonra da isyan çıkarma ve silahlı eylemler düzenleyerek ulaşmaya çalışmışlardır.

Propaganda faaliyeti için İngiltere’de “Ermeni Vatanperver Komitesi” oluşturan Ermeniler faaliyetlerini duyurabilmek ve hedeflerine ulaşabilmek için ilk nüshaları Paris’te çıkan, daha sonra Londra’da çıkmaya devam eden “Hayasdan” adlı bir gazete kurmuşlardır.

Hayastan Gazetesi’nin Editörü Miran Sevasly

James Bryce, 1st Viscount Bryce, by Walter Stoneman, circa 1916 - NPG x166190 - © National Portrait Gallery, London

Ermeni Yanlısı James Bryce

İlk nüshasında beyanname ile Mr. Bryce ve Mr. Emile de Laveleye’nin birer yazısı yayınlanmıştır. Devrimci söylemlerle Türkiye’de bir ihtilal çıkarmayı hedefleyen bu gazetenin basımının durdurulması için Osmanlı Devleti teşebbüste bulunmuştur. Kapatılma isteği konusunda Babıâli gayet mantıklı gerekçeler öne sürmüş ve “bu gazetenin yayınlanması ile Hindistan’da ihtilal çıkarmak amacıyla bir gazete çıkarma arasında bir fark olmadığı” yolunda Salisbury nezdinde girişimde bulunmuştur. Bunun üzerine Osmanlı Devleti’nin Londra Büyükelçisi Rüstem Paşa, Salisbury’ye başvurarak hükümetinin istediğini iletmiş, ancak kendisine verilen cevapta gerek anayasa, gerekse İngiltere kanunlarının Hayasdan gazetesini kapatılmasına izin vermediği “üzülerek” belirtilmiş ve emsal olarak da önceden Rusya, Avusturya ve Fransa’nın benzeri taleplerinin reddedildiği ifade edilmiştir. 

Londra Büyükelçisi Rüstem Paşa

Ayrıca Rüstem Paşa 28 Kasım 1888 tarihli Hariciye Nazırı Said Paşa’ya gönderdiği yazıda, Ermenileri isyana teşvik eden Hayasdan gazetesinin neşriyatının durdurulması için Lord Salisbury ile görüştüğünü belirtmiş, ancak Salisbury’nin gerek anayasa, gerekse basın kanunu nedeniyle hiçbir yetkiye sahip olmadığını ifade etmiştir. Geçmişte bazı dost devletlerin de bu konuda başvuruları olduğunu söyleyerek bir şey yapamadıklarını, hatta kanunun kurbanı bizzat kraliyet hükümeti olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca Hayasdan gazetesinin dışarıda satılmadığını ve tirajının çok düşük olduğunu söylemiştir. Ne var ki, İngiltere’den Osmanlı Hariciye Nazırı Said Paşa’ya gönderilen yazılarda Londra’da basılan Hayasdan gazetesinin tirajının 1.000 adet olduğu ve Batum’da dahi 20 adet abonesi olduğu bildirilmiştir.

Dönemin Hariciye Nazırı Said Halim Paşa

Ermeni Gazeteleri

Bu arada İngiltere Hükümeti 1889 yılı itibariyle Ermenilere karşı tavrını değiştirmeye başlamıştır. Bu değişiklik Sadrazam Kamil Paşa başkanlığında bir heyetin Sultana sunduğu 6 Temmuz 1889 tarihli bir raporla da Osmanlı hükümetinin gündemine girmiştir. Raporda, Rusların İngiltere’yi yenilgiye uğratmak için Hindistan’a ulaşma girişimleri çerçevesinde Kürtlere yaklaşmalarına karşılık olarak İngilizlerin Ermenilere özerklik sözü ile kendi yanlarına çekmesi dile getirilmiştir. Ancak Rusların Afganistan’a yönelmeleri nedeniyle İngilizler bu teşebbüslerinden vazgeçmişlerdir. Bundan sonra bu konu sadece muhalefet milletvekilleri ile bazı ihtilalci Ermenilerin uğraşısı haline gelmiştir.

İngiltere’de muhalefet hükümeti yıpratmak için Ermeni Vatanperverler Komitesinin uydurduğu haberleri yayarak gündem oluşturmaya çalışmıştır. Muhalefetin bu baskısına ve sorularına bazen Hariciye Müsteşarı, bazen de Lord Salisbury’nin bizzat kendisi cevap vermeye çalışmıştır. Verilen cevaplarda, haberlerin yanlış ve abartıldığı, haberlerin kaynağını tespit etmenin güç olduğu, çünkü olayı yapanların İran hududunu geçip gelen Kürtler olup, bunlar takip edildiğinde kaçtıkları belirtilmiştir. Ayrıca Berlin Antlaşması’nın İngiltere ile birlikte diğer devletlerin de sorumluluğunda olduğu ifade edilerek İngiltere’nin kendi başına hareket etmesinin mümkün olmadığı, aksi halde Avrupa uyumunun zedeleneceği vurgulanmıştır. Bundan başka, Ermenilerin dağınık yaşadığı geniş bir ülkede Osmanlı yönetiminin güçlüklerle karşılaşmasının normal olduğu, İskoçya’da bile bu işin daha başarılamadığından bahsedilmiştir. Açıklığa kavuşturulmaya çalışılan bir diğer konu da Osmanlı Hükümetinin Ermenilere hakkaniyetle muamele etmeye ve Ermenilerin yaşadıkları vilayetlerde huzur ve güveni muhafaza etme arzusunda olduğudur.

Lord Carnarvon

Ne var ki, Carnarvon Lordu ile Canterbury başpiskoposu Ermenilerin savunuculuğunu daha da ileri götürmüşlerdir. 28 Haziran 1889 Cuma günü Lordlar Kamarası’ndaki oturumda Carnarvon Lordu Ermenistan’da yapıldığı söylenen zulümleri gündeme getirerek Ermeni halkının Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi ile Babıâli, Avrupa ve İngiltere üzerinde belirgin haklar elde ettiğini dile getirmiştir. Bu maddeyle Osmanlı Hükümetinin Ermeni halkını Kürtlere ve Çerkezlere karşı koruyacağını taahhüt ettiğini söylemiş ve Avrupalı devletlerin de bu maddenin idamesinde garantör olduğunu vurgulamıştır. Ona göre, ne var ki, Ermenilerin malları yağmalanmış, sürüleri götürülmüş, ürünleri mahvedilmiş, kiliseleri tahrip edilmiş, köyleri yıkılmış ve Ermeniler esir edilmişlerdir. Canterbury Başpiskoposu ise yaptığı konuşmada İngiltere’deki ruhban sınıfının ve İngiliz halkının genel düşüncesini dile getirdiğini ifade etmiş ve Ermenilerin çektiği sıkıntıları anlatarak, İngiltere hükümetinin Ermeni meselesi konusunda ne yaptığını ve verdiği taahhütleri yerine getirip getirmediğini sormuştur. 

Canterbury Başpiskoposu Edward White Benson

Sorulara dışişleri bakanı olan Lord Salisbury cevap vermiştir. Konuşmasında yukarıda adı geçen iki şahsın ifadeleri ruhunda acılara sebep olsa da gerçeği yansıtmadığını beyan etmiştir. Bu tip olayları sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde görmenin mümkün olduğunu söyleyerek Osmanlı Devleti’nin söz verdiği reform çalışmalarına nezaret etmek sadece İngiltere’nin işi olmayıp, bütün büyük Avrupa devletlerinin sorumluğunda olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Türkiye’nin İngiltere’nin vesayetinde olmadığını söyleyerek bu konuda herhangi bir sorumluluklarının olmadığını belirtmiştir. Her ne kadar insaniyet ve Hıristiyanlığa karşı pek çok sorumlulukları olsa da, Anadolu’daki halka karşı doğrudan bir sorumlulukları olmadığına değinmiştir. Problemlerin ortaya çıkış nedenini Osmanlı Hükümetinin kötü niyetinden değil yetersizliğinden kaynaklandığı, yani hükümetin yeterli kaynağı olmadığından başaramadığı şeklinde izah etmiştir. Bunun nedenini de Osmanlı Devleti’nin zayıf ve fakir oluşuna bağlamıştır. Bundan başka Carnarvon Lordu ile başpiskoposun Kürtlerle Çerkezlerin fanatizmini ileri sürerek bütün kabahati Osmanlı Hükümeti’ne yüklemelerine de cevap vererek bunda Osmanlı Devleti’nin mesuliyetinin bulunmadığını, bilakis bu milletlerin kendi tabiatlarından kaynaklandığını belirtmiştir.

Lord Salisbury

Görüldüğü üzere Ermeniler ve onların İngiltere’deki işbirlikçileri hemen her ortamda Ermeni meselesini gündeme taşımışlar, hatta parlamentoda dahi konu gündeme gelerek hükümet üzerinde baskı kurulmaya çalışılmıştır. Elbette bu biraz da İngiltere’de muhalefetin güç kazanmaya çalışmasından ve hükümeti yıpratma siyasetinden kaynaklanmaktadır.

Ermeni İsyanları ve İngiliz Kamuoyu

Başta İngiltere olmak üzere Avrupa kamuoyundan bekledikleri desteği alamayan Ermeniler, basın-yayın yoluyla yaptıkları propagandayı yetersiz görmüşlerdir. Bu nedenle onlar çıkış yolu olarak, yani seslerini Avrupa’da daha iyi duyurabilmek için Anadolu’da olaylar çıkarmaya ve silahlı eylemlere başvurmaya başlamışlardır. Bu amaçla komiteler kurmuşlardır. Bunlar içinde özellikle Hınçak Komitesi Anadolu’nun pek çok şehrinde isyan hareketlerini organize etmiştir. Ermenilerin siyasi amaca yönelik çıkardıkları ilk isyan 20 Haziran 1890’da Erzurum’da meydana gelmiştir. Olaylar neticesinde yapılan inceleme sonucunda sekiz Ermeni ve iki Müslümanın öldüğü, 60 Ermeni ile 45 Müslüman’ın da yaralandığı anlaşılmıştı. Ne var ki, olay Avrupa’ya farklı şekilde yansımış ve Ermenilerin katledildikleri şeklinde basında geniş yankı bulmuştur. Konu İngiliz Parlamentosunda da gündeme gelmiş ve Mr. F. Stevenson ile Mr. Schwann hükümete bu konuda soru yöneltmiştir. Bu sorulara Hariciye Müsteşarı Sir James Fergusson verdiği cevapta onların söylediği gibi bir bilginin kendisine ulaşmadığını belirtmiştir. Ayrıca, dünyanın diğer yerlerinde barbarca pek çok olay cereyan ederken ve onlar hiç anılmazken, Osmanlı topraklarındaki olayların abartılarak istismar edildiğini, olayları her yerde olduğu gibi burada da durdurmanın çok zor olduğunu, Ermenistan’ın homojen bir yer olmadığını belirtmiştir. Bir tarafın daima kurt, diğer tarafın ise daima kuzu olduğunu söylemenin uygun olmayacağına vurgu yaparak gazetelerde bu konuda çıkan haberlerin daha çok Ermeni muhabirlerinin söylentileri nakletmekten ibaret olduğuna temas etmiştir.

Steveson’un ve Schwann’ın İddiaları the Times Gazetesinde

The Times, 2 July 1890, s. 6.

İngiltere’deki yukarıda bahsettiğimiz Ermenilere karşı takip edilen siyaset değişikliği basına da belli oranda yansımıştır. New Castle Daily Chronicle gazetesinde “Ermeni Meselesi” başlığı altında çıkan bir yazıda Ermeniler tarafından yapılmak istenen karışıklığın yüzeysel ve asılsız olduğu, örnekleri ile açıkça belirtilmiş ve onların kışkırtmalarının cemaat mensuplarına yayılmadığı ve yabancı ülkelerde oturan ve şahsi menfaat sebebiyle İngiltere’deki muhalif parti üyelerinden bazılarının gazeteleri tarafından yardım gören az miktardaki fesatçıların işi olduğu belirtilmiştir. Bundan başka Times gazetesinin 26 Aralık 1890 tarihli nüshasında Londra, Paris ve Marsilya’da yaşayan kötü fikirli bazı Ermenilerin kışkırtmalara ön ayak oldukları, ancak kök salamamış oldukları ortaya konulmuştur. Onların “Ermenistan” dedikleri bölgenin coğrafi bir tabir olmadığı, “Ermenilerin yaşadığı ülke” tabirinin ise belirsiz bir ifade olduğu, çünkü Tuna’dan Ganj Nehrine kadar Ermenilerin yaşadığı; şayet onların kastettiği Türklerin “Kürdistan” olarak nitelediği Erzurum, Van, Bitlis, Muş vilayetleri olsa bile, burada dahi Ermeni olmayanlara göre onların azınlıkta oldukları belirtilmiştir.

The Times, 26 Dec. 1890, s. 9.

Avrupa’daki bu gelişmeleri yakından takip eden Ermeniler Erzurum Hadisesinde bekledikleri alakayı bulamamaları üzerine İstanbul’da Kumkapı’da olaylar çıkardılar; bundan başka 1894 yılında Sasun’da isyan ettiler. İsyanı müteakip Avrupa kamuoyuna da Ermenilerin Türkler tarafından vahşice katledildiği haberini yaydılar. Bu haber özellikle İngiltere’de etkili oldu ve bütün Avrupa kamuoyu Türklere karşı Ermenilerin tarafında yer aldı. İngiliz hükümeti de oluşan bu atmosferden istifade ederek ve diğer devletlerin de onayını alarak Osmanlı Devleti’ni doğu eyaletlerinde daha büyük ve kalıcı ıslahatlar yapması konusunda uyardı. Hatta karar metnine ıslahatların denetlenmesi konusunda yabancı devletlerin denetçiliğini koydurmak istediyse de diğer devletler, özellikle Rusya buna yanaşmadı. Çünkü Rusya’nın amacı Ermenilerin bağımsız devlet kurmasından ziyade kendisine tabi bir konumda olmalarıydı. Böyle bir müdahale İngiltere’nin bölgedeki nüfuzunu kuvvetlendirebilirdi ve bu da Rusya’nın istemeyeceği bir durumdu. Bu nedenden ötürü denetçilikten vazgeçildi.

İngiltere’nin Ermenilere sağladığı hükümet desteğinin yanında İngiliz basınının da desteği göz ardı edilmezdi. The Times, Daily Telegraph ve Daily Chronicle gibi gazeteler Ermeni yanlısı ve Türk düşmanı yazılarla onların davalarına önemli miktarda katkı sağlıyordu. Gladstone’un Ermeniler lehine ve Osmanlı Sultanı aleyhine söylediği nutuk Ermeniler arasında büyük sevinç uyandırmış ve nutkun metnini kutsal bir yazı gibi uzun zaman yanlarında taşımışlardır.

Gladstone 24 Eylül 1896’da Liverpool’da Konuşma Yaparken

Ancak istediklerini tam olarak elde edemeyen Ermeniler, 1895 yılında, İstanbul’da yine olay çıkarmışlar ve bu olaylar kısa sürede Ermenilerin yoğunlukta oldukları pek çok vilayete de sıçramıştır. Ayrıca yoğun bir propaganda faaliyetine de girişerek Ermenilerin katledildikleri şayialarını ortaya atmışlardır. Bunun üzerine İngiltere hemen duruma müdahale etmek istemiş, ancak yine Rusya’nın muhalefetiyle karşılaşmıştır. Rusya olayların bastırılması ve sorunun çözülmesi konusunda Osmanlı Devleti’ne süre verilmesini önermiştir. Osmanlı Devleti de isyanları kısa sürede bastırınca İngiltere bir şey yapamamıştır.

1897 yılında Türk-Yunan Savaşının başlaması Osmanlı-İngiliz ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu tarihten sonra İngiliz hükümeti Ermenileri destekleme politikasından vazgeçmiştir. Bunun yerine Osmanlı Devleti’ni karşısına almamaya gayret göstermiştir. Bunda kendi imparatorluğundaki Müslüman tebaanın memnun edilmesi etkin olmuştur. Çünkü Osmanlı’ya cephe alması, sömürgelerindeki Müslüman halk tarafından hoş karşılanmayabilirdi. Ayrıca 1904 yılında Almanya’ya karşı Rusya ile bir ittifak içine girmesi zaten tampon bir Ermenistan devleti fikrini gereksiz kılıyordu. Buna ilaveten 1882’de Mısır’ı işgal etmesi Hindistan yolunun tehlikeye düşmesinin de zaten önüne geçmişti.

İngiltere’nin Ermenilere karşı bu mesafeli tutumu, diğer devletlerce de uygulanmıştır. Bu yüzden uluslar arası desteği arkalarına alamayan Ermeni komiteleri Osmanlı topraklarında hızla güç kazanmakta olan Jön Türklere yaklaşmışlardır. Bunun nedeni Ermenilerin, Jön Türklerin özgürlükten yana olmaları, II. Abdülhamid’e karşı olmaları ve geleceğe yönelik planlarını onlarla birlikte daha rahat gerçekleştirebileceklerini düşünmeleridir. Bundan dolayı, Ermeniler isyan hareketlerine ara verip İttihatçıları hareketlerinde desteklemişler. Darbe başarıyla sonuçlandıktan sonra, İttihatçılarla Ermeniler 1908 Seçimlerinde de ortak hareket etmişlerdir. Bu zamana kadar tek amaçları II. Abdülhamid’i tahttan indirmek ve kendilerine göre bir özgürlük ortamı sağlamak olan ortaklar arasında seçimler ertesinde ihtilaflar yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. 1913 darbesi ile idareyi tam anlamıyla üstlenen İttihat Terakki büyük güçlerin Ermeni meselesine müdahalelerini asgariye indirmek için hemen bir reform programı hazırlayarak Ermenilerin yaşadığı Doğu Anadolu’daki eyaletleri Kuzey Anadolu Eyaletleri (Erzurum, Sivas, Trabzon) ve Doğu Anadolu (Van, Bitlis, Harput ve Diyarbakır) ikiye ayırmayı planlamışlardır. Bu reform programı taslağı İngiltere, Rusya, Almanya ve Fransa arasında ciddi münakaşalara yol açmış ve her devlet kendi önemini artırıcı maddeler eklemek istemişlerdir. Bu süreç Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam etmiştir.

Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin, İngiltere’nin karşısındaki blokta savaşa girmesi İngiltere’de tekrar Ermeni meselesinin alevlenmesine yol açmıştır. Ermeniler Türklere karşı özellikle psikolojik savaş alanında yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Bunda da Wellington evi etkin olmuştur. İngilizler Osmanlı Devleti’ni zayıf bırakmak için uydurma belgelerle Türklerin pek çok Ermeni’yi katlettiğine dair yayınlar yapmışlardır.

Propaganda Ofisi Wellington House’un Kurucusu David Lloyd George

 

Son Söz

Ermeni meselesi 1877–1878 Osmanlı –Rus Savaşı’ndan sonra uluslar arası bir mesele haline gelmiş ve zamanla büyük güçler tarafından amacından saptırılarak, onların elinde Osmanlı Devleti’ne karşı kullanılmak üzere bir propaganda ve yaptırım gücü olmaktan başka bir işlev görmemiştir. İnceleme konumuz olan İngiltere göz önüne alındığında ise, Ermeni meselesi Rus yayılmacılığına karşı bir tampon bölge oluşturmak ve yayılmanın önüne geçilmesine katkı sağlamaktan başka bir gayeye hizmet için kullanılmamıştır. Ermeni meselesinin İngiltere’de gündeme gelmesinin bir diğer nedeni de İngiltere’nin çıkarları çerçevesinde Babıâli üzerinde baskı yapılmak istenmesidir. Rusya, İngiltere’nin çıkarlarına ciddi bir tehlike oluşturduğunda veya Babıâli uluslar arası siyasette İngiltere’ye muhalif bir tavır takınacak olduğunda İngiliz Hükümeti Ermenilere sahiplenme ihtiyacı hissetmiş, ancak uluslar arası dengeler değiştiğinde Ermeni meselesi, hükümetin gündeminden düşmüştür.