ERMENİ SORUNU VE ALMANYA
Alman İmparatorluğu 1871-1918
Almanya’yı En Güçlü Devletlerden Biri Haline Getiren Bismarck (Solda), Albrecht von Roon (Ortada) ve Helmuth von Moltke (Sağda)
Almanya’nın Osmanlı Politikası
Çok sayıda krallık, prenslik ve bağımsız şehirlerin hüküm sürdüğü Almanya, ancak XIX. yüzyılın son çeyreğinde Prusya Krallığı’nın önderliğinde ulusal birliğini tesis edebilmiştir. Alman birliğinin Prusya önderliğinde kurulması Avrupa’da mevcut güç dengesini değiştirmiştir. Almanya, bu ortamda, uluslararası rekabet ve çekişmelerden kendini uzak tutma, böylece kuruluş aşamasındaki Alman İmparatorluğu’nun varlığını güçlendirme politikası takip etmiştir. Bu sebeple Almanya’nın dış politikasında uluslararası barışın, diğer bir ifadeyle Almanya’nın güçlenmesiyle ortaya çıkan yeni uluslar arası yapının muhafaza edilmesi önemli bir yere sahiptir.
Almanları Bir Araya Getiren Otto Von Bismarck
Bismarck dönemi Almanya’nın Osmanlı politikası bu çerçevede değerlendirilmelidir. Bismarck, hatıratında, Almanya’nın ihtilaflı doğu meselelerinde hiçbir menfaati olmadığını ve bu sebepten dolayı bu meselelerde taraf olmaması gerektiğini belirtmektedir. Şark Meselesi olarak formüle edilen büyük devletlerin Osmanlı topraklarında yayılma siyasetine Almanya’nın da taraf olması, Bismarck’ın arzuladığı büyük devletler arasındaki barışın korunmasını tehlikeye atabilirdi. Bismarck, bu süreçte Şark meselesine karışmayı hiç düşünmemiş ve Osmanlı politikasını, “İstanbul’dan gelen posta çantasını açmak zahmetine bile katlanmam… Bütün Balkanları tek askerimin kemiğine değişmem” sözleriyle ifade etmiştir. Ancak, 1880 yılının başlarında Bismarck’ın bu politikasında bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Artık doğu sorununa eskisi gibi duyarsız kalmayı yavaş yavaş terk eden Bismarck, şartların imkan verdiği çerçevede bölgeye müdahale etmeye de hazırdı.
Bismarck’tan sonra Almanya’nın Osmanlı politikası büyük ölçüde değişmiş ve II. Wilhelm ile beraber, Osmanlı coğrafyasında Alman menfaatlerini hakim kılma hüviyetine dönüşmüştür. Bu değişiklikte milliyetçi baskı gruplarının ve hızla büyüyen Alman iş dünyasının hoşnutsuz çevrelerinin daha fazla sömürge elde etme ve dünya meselelerinde daha fazla söz sahibi olma yolunda taleplerinin önemli bir payı vardı.
Kaiser II. Wilhelm
Şarkta iktisadî, siyasî ve kültürel nüfuzunu yaymak isteyen Almanya’nın karşısında böyle bir yakınlaşmayı arzulayan Osmanlı Devleti bulunmaktaydı. Batılı büyük devletlerin Kırım savaşından sonra takip ettiği, Osmanlıyı ayakta tutma çabası şeklinde görülen politikanın Berlin Antlaşması ile sona erdiği ve söz konusu devletlerin bilakis Osmanlı topraklarını işgal etme tasavvurunda olduğu açığa çıkmıştır. Avusturya’nın Bosna-Hersek’i, Fransa’nın Tunus’u ele geçirmesi ve İngiltere’nin de Kıbrıs’a yerleşmesi bunu kanıtlamaktadır. Bu gelişmeler, Osmanlı Devleti’nin uluslararası alanda kendisinin tamamen yalnız kaldığını hissetmesine sebep olmuştur. Osmanlı Hükümetine göre bütün güçlü devletler, Osmanlı varlığını tehdit edici politikalar izlemektedir. Devletin güçsüzlüğünün farkında olan II.Abdülhamit, muktedir bir devlete dayanma lüzumunu hissetmiştir.
Avrupa’da Berlin Antlaşması’ndan Sonraki Durum
Alman devlet adamları, Osmanlı ile ilişkileri geliştirmek, Osmanlı coğrafyasında Alman nüfuzunu arttırmak için her fırsatı değerlendirmiştir. Bu gaye ile bizzat II.Wilhelm’in İstanbul’a geldiği bilinmektedir. Alman İmparatoru’nun ilk ziyareti 1889 yılında gerçekleşmiş ve daha bu ilk ziyarette Osmanlı Devleti’nin Almanya ile ilişkilerini birçok alanda sürdürmeye istekli olduğu ortaya çıkmıştır.
The Times, 4 Kasım 1889, s. 5.
İngiltere’nin açtığı Süveyş Kanalına karşılık, Almanya da Doğu’ya Bağdat üzerinden demiryolu ile açılmayı hedeflemektedir ve bu ilk gezide, gerçekleştirmeyi düşündükleri Bağdat demiryolunun Konya’ya kadar uzatılması imtiyazını almışlardır.
Kaiser Wilhelm’in İstanbul Seyahatine Dair Bir Çizim
Le Petit Journal, 6 Kasım 1898
II.Wilhelm’in 1898 yılında ailesiyle beraber ikinci defa İstanbul’a gelmesi, Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfuzunu artıran tarihi bir hadise olarak, değişen Almanya dış siyasetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun özel konumunu göstermesi bakımından önemlidir. II. Wilhelm, bu seyahati esnasında uğradığı Suriye’de tüm Müslümanların dostu ve koruyucusu olduğunu ilan ederek, Osmanlı sultanının dünya Müslümanları üzerindeki nüfuzundan da faydalanmayı düşünüyordu. İmparatorun seyahatinin görünür amacının Almanya’nın Kudüs’te yaptırdığı ve bugün Gotik mimarisinin şaheseri sayılan Germen Kilisesi’ni (Luther Kilisesi) açmaktı, ancak asıl amaç Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Alman nüfuzunun kuvvetlendirilmesiydi.
Kaiser Wilhelm’in Kudüs Ziyareti
The Times, 17 Ekim 1898, s. 5.
Osmanlı kamuoyunun bu gezilere gösterdiği aşırı dostluk, bu geziler esnasında Almanlara verilen imtiyazlar ve II. Wilhelm’in ikinci ziyaretinin anısına Sultanahmet’te yaptırılan Wilhelm çeşmesi Osmanlıların da Alman desteğine verdiği önemi göstermektedir. Bu minvalde I. Dünya Savaşı’na kadar artarak devam edecek iki ülke arasındaki ilişkiler; siyasî, ekonomik, askerî ve idarî alanlarda Alman nüfuzunun kazandığı kesafet ile herhangi iki devlet arasındaki normal bir ittifaktan öte anlamlar taşımaktadır.
Ziyaret Üzerine Sultanahmet’te Yapılan Wilhelm Çeşmesi
I. Dünya Savaşı’na Kadar Almanya’nın Ermeni Politikası
Almanya, Ermeni sorununun uluslararası bir sorun olarak ortaya çıktığı ilk dönemlerde, izlediği Osmanlı politikası ile paralel olarak değerlendirilebilecek bir tarzda, soruna ilgisiz kalmayı tercih etmiştir. Berlin Kongresi’nde özerklik konusunda Bismarck’ın da desteğini almak için onu ziyaret etmeye çalışan fakat buna muvaffak olamayan Ermeni temsilcileri Bismarck tarafından küçümsenmiş ve talepleri dikkate alınmamıştır.
Berlin Kongresi’ndeki Ermeni Heyeti
Bismarck’ın Ermeni meselesine yaklaşımı, Ali Nizami Bey ile yaptığı görüşmedeki samimi açıklamalarından daha iyi anlaşılmaktadır. Bismarck’a göre, Osmanlı Devleti, Ermeni ıslahatında bir iki devlet ile sıkı münasebet gerçekleştirdikten sonra diğerlerinin arzularını kırmıyor görünerek, meseleyi düşünüyoruz, tetkik ve müzakere ediyoruz denilerek vaziyeti idare etmeli ve bu arada devletin ve Türklerin menfaatine uygun ıslahatlar yapmalıdır. İngilizlerin tazyiki ıslahat için birinin atanması noktasında olduğu için, Ermeni ıslahatına biri tayin edilmeli; ancak bu kişi Türk ve sadık olmalıdır. Ali Nizami Bey, Ermeni meselesinin Türk devleti için büyük bir gaile olarak ortaya çıkmasında, bu meseleden menfaati olan İngiltere’nin Anadolu’daki konsolosların her hususta Müslümanları itham edip Ermenileri haklı göstermelerinin ve bu konsoloslara itibar eden İngiliz basının taraflı yayınının neden olduğunu düşünmektedir. Bismarck, bunun önünü almak için matbuatın yardımına başvurulmasını ve İngiltere’de kamuoyunun hükümet üzerinde tesirinin çok olmasından dolayı İngiliz gazetelerinin önemlilerinden bir ya da ikisinin kazanılmasını tavsiye etmiştir. Osmanlı Devleti’nin bu türlü bir tedbire teşebbüs ettiğine dair herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Dönemin koşulları dikkate alındığında, Osmanlı Devleti’nin Bismarck’ın makul görünen tavsiyesini uygulama imkan ve gücünden yoksun olduğu söylenebilir.
Almanya, Ermeni sorununa kayıtsız kaldığı izlenimi veriyorsa da bu sadece görünürde böyledir. Esasen, Alman politikası, Şark’taki menfaatlerinin korunması ve Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzu sayesinde yeni imtiyazların elde edilmesi çerçevesinde belirlenmiştir. Bu bakımdan, Ermeni meselesinde Osmanlı toprak bütünlüğünü tehlikeye koyacak girişimleri Almanya desteklemeyecek; bu konuda vuku bulacak gelişmeleri, Almanya’yı da etkileyeceği için dikkatle takip edecektir.
Osmanlı Devleti’ni Paylaşma Hesabı Yapan Avrupalılar
İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Ermenilerle meskun vilayetlerde adlî ve idarî ıslahat konusunda ısrarcı politikalarına karşılık Almanya, bu noktada Osmanlı menfaatine yakın bir politika izler. İngiltere’yi Ermeni politikasında desteklemediği gibi bu meselede Osmanlı Devleti’nin yanında yer alır. Tehlikeli bulduğu İngiliz reform girişimlerinin geri çekilmesi isteğini bildiren Almanya, reformun Türkiye’de imparatorluğu güçlendirmek değil tam aksine parçalamak anlamına geldiğinin farkındadır. Ermeni meselesinin Girit hadisesinde olduğu gibi İngilizlerin tesiri ile ortaya çıktığını düşünen Alman imparatoru II. Wilhelm’e göre, Osmanlı Devleti için, İstanbul’da görev yapan ecnebi sefirlerce tanzim edilmiş Islahat layıhası kadar münasebetsiz bir şey tasvir olunamaz.
Osmanlı Hükümetine Baskı Yapılması Gerektiğini belirten George Goschen
İngiliz Büyükelçi Goschen, 16 Kasım 1880’de bakanlığına gönderdiği telgrafta, ıslahatla ilgili olarak müşterek hazırlanmış önceki notaya cevap verilmediğini ve bu yüzden Babıâli nezdinde yeni bir girişimde bulunulmasının faydalı olacağını yazıyordu. Gladstone Hükümeti’nin düşüncesi de aynı doğrultuda olmakla beraber Almanya ve Avusturya’nın Osmanlı Devleti’nin sıkıştırılmasını doğru bulmamasından dolayı düşünülen ortak girişim gerçekleşmemiştir. Bu dönemde Ermeni sorununda diğer batılı devletlere göre çok daha ısrarcı bir politika izleyen İngiltere, Osmanlı Devleti üzerinde baskı kurulmasını sağlayacak benzer teşebbüslerine uzun bir süre daha, 1886 yılına kadar, devam etmiş; ancak özellikle Almanya’nın birlikte harekete destek vermemesinden dolayı söz konusu teşebbüslerden istenilen netice alınamamıştır.
İngiltere’nin birlikte hareket etme girişimlerini hoş karşılamayan Almanya, Türkiye’nin iç meselelerine müdahale edilmesinin, Avrupa barışı için önem arz eden Padişahın güveninin devamını tehlikeye atacağı endişesini taşımaktaydı. Almanya’nın Osmanlıya yakın duruşunu diğer devletlerin aksi yöndeki teşvik ve girişimlerine rağmen Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam ettirdiğini söyleyebiliriz. Tabii Almanya’nın diğer büyük devletleri niçin karşısına aldığının izahı, Almanya’nın Doğu’daki siyasal ve ekonomik yatırımlarının tehlikeye atılmamasının Osmanlı yönetimiyle kurduğu iyi ilişkilerin devamına bağlı olması olmalıdır. Bunun için Alman devlet adamları, Osmanlının tepkisini çekecek girişimlerden uzak durmaya özen göstermişlerdir.
“Ermeni Meselesi’nde Batılıların Müdahalesine Fırsat Verilmemelidir.” Theobald von Bethmann Hollweg Alman Dışişleri Bakanı 1909-1917
Ermeni Islahatı ve Almanya
Ermeni meselesinin Avrupa gündeminde tekrar ağırlık kazandığı 1913 yılında Alman dışişleri bakanı, Osmanlı Devleti’nin Berlin sefirine konu ile ilgili görüşlerini bildirmiştir. Alman dışişleri bakanına göre, Ermeni meselesinde galeyana gelmeden hareket edilmeli ve Batılı devletlerin müdahalesine fırsat vermeden acilen bir şeyler yapılmalıdır. Fakat şu bir gerçek Almanya’nın dış müdahaleden duyduğu endişe kendi ulusal çıkarlarından kaynaklanmaktaydı.
Rusya, İngiltere ve Fransa’nın çalışmalarıyla 1913 yılında hazırlanan “Rus Islahat Tasarısı”, Doğu Anadolu’daki altı ilin (Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Harput ve Sivas’ın bir kısmı) “Ermeni Vilayeti” ismiyle tek bir vilayet konumuna getirilmesini öngörmekteydi. Uygulandığı takdirde bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması anlamına gelen bu ıslahat tasarısının Osmanlı yönetimince kabul edilmesi kolay olmamıştır. Almanya’nın da telkinleriyle Osmanlı idaresi bu tasarıyı ilk anda reddetmiş; ancak 1913 yazında uzun pazarlıklar yapıldıktan ve üzerinde birçok değişiklik gerçekleştirildikten sonra 1914 yılında kabul etmiştir.
1914 Yılında Kabul Edilen Rus Islahat Tasarı’na göre Ermenilerin Görmek İstediği Anadolu
Bâbıâlî’nin ıslahat tasarısını kabul etmesinde Almanya’nın da devreye girmesinin önemli bir payı vardı. Tasarı ilk teklif edildiğinde, Osmanlı Hükümeti’ne destek veren Almanya, daha sonra bu tutumunu değiştirmiştir. Osmanlı Devleti’nin Berlin Büyükelçisi Tevfik Paşa, 13 Haziran 1913’te Alman Hariciye Bakanı ile görüştükten sonra, Bulgaristan örneğinde olduğu gibi Ermenilerin yaşadığı bölgelerin de Osmanlı idaresinden ayrılması neticesini vermesinden endişe ettiği ıslahat tasarısının Alman hükümeti tarafından da destekleneceğini İstanbul’a haber veriyordu.
Almanya’nın Tavır Değişikliği Haberini Babı Aliye Bildiren Berlin Büyükelçisi Tevfik Paşa
Alman desteğinin sınırlı olduğunu anlayan Osmanlı Hükümeti, artan baskılar neticesinde uzun görüşmelerden sonra ıslahat tasarısını kabul etmiştir. Ancak, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile ıslahat programı kağıt üzerinde kalmıştır.
Avrupa Uyumu: I. Dünya Savaşı Öncesinde Bir Fransız dergisinde çıkan karikatür. Alman imparatorluğu ve müttefikleri arka planda sağda, Fransa ve müttefikleri solda arka planda aracılık yapmaya çalışıyor, ön tarafta küçük ve yaramaz çocuklar olarak Balkan milletleri, ortada kolu sargılı ve bastonla yürüyen Osmanlı Devleti.
Türk Karşıtlığı ve Almanya
Farklı dinlere mensup olma, Hıristiyan milletlerin Türkler hakkındaki görüşlerini etkileyen önemli faktörlerden biridir. Hıristiyan tebaanın ayrılıkçı hareketlerin görüldüğü dönemde, Batının Osmanlıya bakışında ırksal ve dinî ön yargılar had safhadadır. Söz konusu olan Ermeni meselesi ise bu durum daha sarih bir şekilde kendini göstermektedir. Ermeni ayaklanmalarının Avrupa kamuoyuna aktarımında, kasıtlı olarak dinî duyguların ön plana çıkarılması ve olayların “barbar Türklerin Şark’ın ilk Hıristiyanlarına yaptığı kötülükler” olarak takdim edilmesi, Avrupa’da, tabii olarak Almanya’da da, anti-Türk havanın oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Dönemin Türk Düşmanlığını Gösteren Bir Karikatür
Hıristiyan Ermenilerle ile ilgili haberler Batı kamuoyunda ilgi gören popüler bir konu olduğu için Ermenilerle alâkalı çok fazla yayın yapılmış ve bu yayınlar Türk düşmanlığı üzerine inşa edilmiştir. Tek taraflı, ön yargılı ve hakikatlerden uzak bir biçimde yürütülen yoğun propaganda ile oluşturulan Türk karşıtı kamuoyunun hükümetleri üzerindeki baskısı, Batılı devletlerin Ermeniler lehinde müdahale etmek üzere harekete geçmeleri sonucunu doğurmuştur.
Türk Düşmanlığını Gösteren Bir Çizim Chicago Daily Tribune
Çıkarları kamuoyunun talepleri doğrultusunda olan hükümetlerin tersine, Alman nüfuzu altındaki Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunmasını ve bu sayede imparatorluk topraklarında Alman menfaatlerinin yaygınlaştırılmasını Osmanlı politikasının nirengi noktası olarak benimsemiş Alman hükümeti için, Ermeni meselesinde hareket tarzını tayin etmek kolay olmamıştır. Alman hükümeti, Ermeni meselesinin Batı kamuoyunca yakından takip edildiği 1880’li yıllardan itibaren, Alman menfaatlerini esas alan devlet politikası ile Alman kamuoyu üzerinde etkili olan Türk karşıtı Ermeni propagandasının oluşturduğu Hıristiyan hissiyatına dayalı politika arasında tercih yapmak durumunda kalmıştır.
Almanya’da Türk Karşıtlığının En Ünlü Siması Johannes Lepsius
Alman aydınları da Ermeni konusunda iki farklı gruba ayrılmıştır; bunlar, Türk karşıtı ve Türk taraftarı olanlardır. Hıristiyan dayanışması, “Ermeni Hıristiyan kardeşlere yardım”, “Şarkın Hıristiyanlarının kurtuluşu” gibi Hıristiyan hissiyatına hitap eden söylemlerle hareket edenler ilk grubu meydana getirmiştir. Başını Lepsius, J.E. Jörg gibilerin çektiği Türk karşıtları, Ermeni meselesinde Türkleri en ağır şekilde suçlamışlar; Türklere karşı yeni bir haçlı seferi düzenlenmesini ve Türklerin yok edilmesini isteyecek kadar tarafgir bir tutum içinde bulunmuşlardır.
Tarafsız Bir Göz: Friedrich Naumann
Ermeni sorununa tarafsız gözle bakabilen Türk taraftarları ise yaşananları ölüm-kalım savaşında Türklerin meşru müdafaası olduğu yönünde görüşleriyle, ilk grubun tam karşısında yer almışlardır. Türk taraftarları arasında Naumann gibi öncelikli olarak Alman çıkarlarını düşünen milliyetçilerin yanı sıra Hans Barth gibi gerçekliliği esas alan, ön yargılardan uzak kalem sahipleri de vardır.
Hans Barth’ın Türkçe’ye Çevrilmiş Eseri “Türke, wehre dich”
II. Wilhelm’in Kudüs seyahatine Alman basının verdiği farklı tepkilerde, Ermeni meselesinde ikiye ayrılmış Almanya fotoğrafı kendini göstermektedir. Bir Alman gazetesi, Osmanlı Sultanını kastederek, elleri Ermeni kanına bulaşmış birinin elini İmparatorun nasıl sıkacağını sorarken; diğer bir Alman gazetesi, Ermenilerin suçlu olduğunu, Sultanın Türkiye’yi ayakta tutan akıllı devlet adamı kişiliğinden dolayı bu ziyaretin önemini vurguluyordu.
Türk Yanlısı Bir Tavır, Teltower Kreisblatt, 30 Kasım 1895, s. 1.
Alman Hükümeti, devlet politikasının yürütülmesinde sıkıntıya düşürecek Türk karşıtı kamuoyunun oluşumunu engelleyecek girişimlerde bulunma kaygısını da taşımaktaydı. II. Wilhelm’e göre, Alman hükümetinin takip ettiği Osmanlı politikasında zorluklara neden olacak ve Alman menfaatlerini dikkate almayacak kamuoyu oluşumu, hem Osmanlı Sultanı’nın dostluğunu hem de buna bağlı olarak imparatorluk üzerindeki Alman nüfuzunu kaybetme tehlikelerinden ötürü doğru bulunmamıştır.
Almanya’nın Çıkarları İçin Türkleri Savunan II. Wilhelm
Avrupa’nın Ermenilerle ilgili haber kaynaklarının başında Türkiye’de görev yapan elçi ve konsoloslarının raporları gelir. Halbuki, elçi ve konsolosların gönderdikleri raporların büyük bir çoğunluğu gerçek dışıdır. Bu kişiler, Ermenilerle ilgili bilgileri Müslümanlar aleyhinde bulunan birtakım Ermenilerle münasebette bulunan tercümanlardan almakta ve tercümanların kendilerine bildirdikleri her haberi araştırmadan gerçek olarak kabul etmektedirler. Bu yanlışlığı gören II. Wilhelm, bundan önceki İstanbul sefirinin gönderdiği raporlarda daima tercümanların ihbarına dayanan malumatların şüphesini çektiği için bundan sonra Almanya sefirinin tercüman ifadesiyle yetinmeyip kendi özel soruşturmasını ve görüşünü de ilave etmesini emretmiştir.
Alman hükümetinin bu tutumuna rağmen diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da Ermeni konusunda Türkler aleyhinde neşriyat devam etmiştir. Doğal olarak bu yayınlardan Alman yöneticileri de etkilenmiştir. Berlin Sefareti’nden Hariciye Nezareti’ne gönderilen 1893 yılına ait bir telgrafta, Ermeni fesat komitesinin Türkler aleyhindeki yayınlarının Almanya’da yayıldığı haber verilmektedir.
Batılı devletlerin dikkatini çekmek isteyen Ermeniler, türlü yöntemler denemişlerdir. Ermenilerin uyguladıkları en etkili metot ise şiddete başvurmak olmuştur. Ermeni komitelerinin tertip ettikleri kanlı olaylar Batı kamuoyunda fazlasıyla karşılık bulmuştur. Günümüzde de şiddete dayalı terör eylemlerinin toplum ve devletler üzerindeki tesirleri katî surette görülmektedir. Batı basınında Ermenilerle ilgili yayınların bir hayli fazlalaştığı dönemin Ermeni isyanlarının sıklıkla görüldüğü 1890’lı yıllara rast gelmesi tesadüf değildir.
Ermeni hadiselerini tetkik ettiğimizde; ayrılıkçı Ermeni komitelerinin tedhiş hareketleriyle ülkede anarşi ortamı yarattığını, ardından, bir devletin en tabii hakkı ve görevi olarak, Osmanlı Hükümeti’nin ülkede dirlik ve düzeni sağlamak için bu hareketleri bastırdığını ve sonunda Batılı güçlerin Ermeniler lehinde müdahale ettiğini ve Osmanlı hükümeti üzerinde baskı kurduğunu görüyoruz. Osmanlı Devleti, bu mücadeleye ek olarak Alman ve Avrupa basınının ekserisi yalan ve iftiralarla dolu neşriyatı ile de uğraşmak mecburiyetinde kalıyordu. Avrupa’da Ermeni meselesi hususunda Türk karşıtı havanın oluşmasında basının çok önemli payı olmuştur. Hıristiyanlık hissiyatından kaynaklanan Türk düşmanlığına kendi ulusal menfaatleri de eklenince Avrupalı yazarlar Osmanlı idarecilerine ve Türklere karşı en ağır ifadeleri kullanmışlardır.
Bir Propaganda Resmi Le Rire, 29 Mayıs 1897.
Ermeni komitelerinin sebep olduğu tedhiş hareketlerine Alman basını fazlasıyla ilgi göstermiştir. Alman gazetelerinin bu olayları nasıl değerlendirdiğini ve Bâbıâlî’nin yapılan neşriyata ne yolda tepki verdiğini Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki Hariciye Nezareti kataloglarında yer alan belgelerden tespit edebilmek mümkündür.
İngiltere’de Protestan din adamlarının kamuoyunu aleyhimizde kışkırtmak için çok çalıştıkları ve kamuoyunu Türkler aleyhinde etkiledikleri bilinmektedir. İngiltere’de din adamları gibi gazeteler de Ermeni meselesinin revaç bulmasını kendilerine görev addetmişlerdir. İngiliz gazeteleri, Ermenilerle ilgili yayınlarını “mazlum birtakım Hıristiyanların himayesi” gibi takdim ederek İngiliz halkını etkilemiştir. Alman gazeteleri, çoğu zaman İngiliz gazetelerinin neşriyatını tercüme edip, aynen kendi sütunlarına taşıdıkları için, Alman gazeteleri de Hıristiyanlık hissiyatında onlara eşlik etmiştir.
Almanlar doğrudan İngilizlerden aldığı haberleri yayınlıyorlardı.
Teltower Kreisblatt, 30 Ağustos 1896, s. 1.
Diğer Avrupa ülkelerine kıyasla Türkleri hedef alan yayınların daha az olduğu Almanya’da dahi gazeteler Ermeni propagandasının önemli araçlarından biri olmuştur. Osmanlı Devleti, taraflı ve yalan neşriyatın tesirini azaltmak için Berlin Sefareti vasıtasıyla bir takım tedbirlere başvurmuştur. Bu tedbirlerden en sık başvurulanı, gazetelerde yayınlanan bu tür haberleri tekzip ve tashih etmektir.
Ermenilerin Sasun isyanı ve isyanın devlet tarafından bastırılması Avrupa’da hayli tepki uyandırmıştır. Fransız ve İngiliz gazeteleri gibi Alman gazeteleri de Sasun hadisesi akabinde Osmanlı hükümeti aleyhinde birtakım şiddetli bentler yayınlamışlardır. Alman gazeteleri Osmanlı kuvvetlerinin meşru harekâtını “kabul edilemez bir hareket” olarak vasıflandırdıkları gibi Avrupa devletlerinden bu mezalime nihayet verilmesini talep etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin Berlin Sefiri, bu babda neşrettirdiği tekzibin heyecanda bulunan kamuoyunu teskin edeceğini düşünmektedir. Bu ve buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Urfa’da meydana gelen Ermeni ayaklanması hakkında Alman gazetelerinde yer alan haberlerde kullanılan ifadeler de Türkiye karşıtı özelliktedir. İngiliz gazetelerinde çıkan mübalağalı ve yalan haberleri içeren neşriyatın bazı Alman gazetelerince de araştırma lüzumu hissedilmeden aynen nakledilip yayınlanması üzerine, bu gazetelere tekzibname gönderilmiş, ancak gazete tarafından bu tekzibin ancak bir kısmı yayınlanmıştır.
Alman Gazetelerinde Tekzipler yayınlatmaya Çalışan Dönemin Büyükelçisi Tevfik Paşa
Alman gazetelerinin İngiliz gazetelerine dayanarak Türkleri tahkir eden bir diğer yayını Trabzon’da Ermenilerin çıkardığı olaylar ile ilgilidir. Ermenilerin yaptıklarına değinilmeden Osmanlı kuvvetlerinin meşru hareketini “Ermenilere Yapılan Katliam” olarak değerlendiren Frankfurt gazetesi, bu haberi İngiliz Daily News gazetesinden iktibas etmiştir. Şam’daki Fransız ve Rus konsoloslarına Osmanlılarca hakaret edildiği iddiası da İngiliz Daily News gazetesinden aynen Frankfurt gazetesine aktarılan bir diğer haberdir. Ermeni sorununa ön yargılı yaklaşan İngiliz basınında çıkan haberlerin Alman gazetelerince doğruluğu etüt edilmeden iktibas edilmesi, Almanya’da Türk karşıtı havanın oluşmasında son derece etkili olmuştur.
Ermeni konusunda Türk karşıtlığının prestij sağladığı ortamda, şöhret bulmak için hareket edenlere de rastlamak mümkündür. Bu kişilerden biri de Alman Meclisi üyelerinden Eduard Bernstein’dir. 1901 tarihli bir belgede, Alman Meclisi’nin sosyalist üyelerinden olan Bernstein’in, Ermenilerin gördüklerini iddia ettiği mezalimin sona erdirilmesinde ve Berlin Antlaşması’nın Ermenilerle ilgili maddesinin uygulanmasında Alman hükümetinin aracılık etmesi için müzakere yapması gerektiğini ifade ettiği anlaşılmaktadır. Aynı belgeden öğrendiğimize göre, bu zat birkaç hafta önce Sosyalist gruba katılmış ve şöhret kazanmak için böyle bir teşebbüste bulunmuştur. Ayrıca, bu girişimin Alman yetkilileri arasında her hangi bir ehemmiyeti haiz olmadığı ve Bernstein’in sosyalist gruba mensup olmasından dolayı hükümete teklifte bulunmaktan sakınacağı kaydedilmektedir.
Ermeni taraftarı Alman Meclis Üyesi Eduard Bernstein
Berlin Sefareti’nden gönderilen bir telgrafta, Ermenilerin yaşadığı Sasun’a bağlı bir köyde Osmanlı ordusunun Ermenilere zulüm yaptığına dair 11 ve 12 Ağustos 1900 tarihlerinde Alman gazetelerinde çıkan yalan havadisin padişahın emri üzerine tekzip ettirildiği haber verilmektedir. Berlin’deki Osmanlı büyükelçisi Tevfik Paşa, telgraf metninin sonunda “… şayet bundan böyle Almanya gazetelerince bu şekilde asılsız yayınlar yapılsa bu tür haberlere meydan verilmeyerek, bahsi geçen haberler resmi ve gayri resmi olarak yeniden tekzip edilmeye çalışılacaktır” ifadelerini kullanmıştır. Bu ifadeler göz önüne alındığında, kamuoyunu yanıltan yalan haberlerin tekzip edilmesine rağmen devam edebildiği, buna karşılık Berlin’deki Osmanlı Sefarethanesinin de türlü yollarla ve süratle bu yayınların tekzip edilmesine gayret gösterdiği anlaşılıyor.
Ermenilerin amacı, çıkardıkları olaylar ile Avrupa kamuoyunun dikkatini üzerlerine çekmektir. Avrupa kamuoyu da Ermenilerle ilgili her hadiseye Hıristiyanlık hissiyatı ile yaklaştığı için Ermeniler bu noktada kendi hedeflerine ulaşmışlardır, diyebiliriz. İstanbul’daki bir hadiseye binaen Alman basınında İslamiyet ve Türkler aleyhinde çeşitli yazılar neşredilmesinden sonra, Berlin Sefareti Alman Hariciye Nezareti’nin resmi gazetesinde bu tür yayınların sona erdirilmesi maksadıyla bir beyanname yayınlatmak durumunda kalmıştır.
Yeni Ermeni Patriğinin Kumkapı Genel Meclisi’nde (Ermeniler için) muhtariyet idaresinden söz ettiği bazı Alman gazetelerince iddia edilmiştir. Bu haber üzerine Berlin Sefarethanesi’ne gönderilen talimatta zikredilen haberin tekzip edilmesi hususunda gereğinin yapılması istenmiştir. Bu belgedeki asıl dikkat çekici bilgi ise, Almanya Devleti’nin Ermeni meselesi ile ilgili Osmanlı Devleti aleyhinde neşriyata müsaade etmeyeceğine dair vaadinin hatırlatılmasının istenmesidir. Nitekim, Berlin Sefarethanesi’nden ertesi gün gönderilen cevapta, Osmanlı’nın Berlin sefiri, bu konuyu Almanya Hariciye Nazırı ile görüştüğünü ve Ermenilerle alâkalı Alman gazetelerinde Türkler aleyhinde yayınların önlenmesine dair vaadi hatırlattığını yazmaktadır. Alman bakan ise, İmparator ve Alman hükümetinin, adaletli Osmanlı padişahının ülkesinde bütün milletlerin refah içinde olacaklarına itimatlarının tam olduğunu belirttikten sonra bazı Alman gazetelerinin kaleme aldıkları suçlamaların yabancı kaynaklardan iktibas edildiğini ve çoğunun Ermeni komitecilerinden alındığını ve bunların kesinlikle Alman siyasetine tesir etmeyeceğini söylemiştir.
Dönemin Alman Dışişleri Bakanı
Adolf Hermann Freiherr Marschall von Bieberstein
Görüldüğü üzere, Osmanlı idaresi Almanya’daki Türk karşıtı yayınları tekzip etmek dışında çeşitli önlemler de almıştır. İki devlet arasındaki yakın ilişkilerden faydalanarak, Alman basınındaki Türk karşıtı yayınlara engel olmak maksadıyla Alman hükümetinin desteğini kazanmaya gayret etmiştir. Şark’taki yatırımlarının devamı Osmanlı padişahının ve hükümetinin iyi niyetine bağlı olan Alman hükümeti de, Türk tarafının bu tür taleplerini dikkate aldığı gibi Ermeni meselesinde İstanbul’u memnun edecek bazı girişimlerde de bulunmuştur.
Bu girişimlerden biri, Ermenilerin yaşadığı vilayetlerin durumları ile ilgili İngiliz gazetelerinde Ermenilere zulüm yapıldığı iddiasının Alman resmi gazetesince tekzip edilmesidir. Alman gazetesinin haberinde Sultan Abdülhamid Han’ın saltanat döneminde zulüm, cinayet, gasp gibi hadiselerin görülmeyeceği belirtilmiştir. Alman resmi gazetesinin üslubu, Alman milletinin Devlet-i Âliyye’ye duyduğu adil hissiyatın delili olarak kabul edilmiştir. Keza aynı belgede, Alman gazetelerinin Osmanlı padişahına kötülük isnat etmemeye özen gösterdikleri ve onu müdafaa ettikleri yazmaktadır. Alman gazetesinin bu özelliğinden dolayı, Almanya’nın Osmanlı devletinde mümtaz bir konuma sahip olduğu belirtilmiştir. Alman hükümetinin beklentisi tam da buydu, Osmanlı hükümeti üzerindeki prestijini arttırmak.
Alman Resmi Gazetesi’nin Bir Nüshası
Alman hükümetinin diğer bir girişimi, İsviçre basınında Ermeni konusunda çıkan Türk karşıtı haberlere engel olunması hususundadır. Berlin’deki Türk sefiri, Alman Hariciye nazırı ile bu mevzuyu görüşmüş ve İsviçre hükümeti nezdinde etkili olacak yardımlarını talep etmiştir. Alman bakan, İsviçre devletinin bir cumhuriyet olduğunu, iç işlerinde serbestliğin hakim olması dolayısıyla müdahalede bulunulamayacağını ancak imkan dahilinde İsviçre hükümeti nezdinde girişimde bulunulacağını söylemiştir. Nitekim, bu konu hakkında Almanya’nın Bern sefirine talimat gönderildiği gibi, İsviçre’nin Berlin sefiri ile de görüşme planlanmıştır.
Almanya’nın olumlu yaklaşımına Osmanlı Devleti de benzer şekilde karşılık vermiştir. Hayrenik isimli Ermeni gazetesi, Alman imparatorunun Ermeni meselesindeki yaklaşımından memnun değildir. Yayınladığı bazı yazılarda imparator hakkında uygun olmayan ifadeler kullandığı için Matbuat İdaresi tarafından süresiz olarak kapatılmıştır. Gazetenin imtiyaz sahibi, iki buçuk ay süren cezadan sonra, kendisinin ve gazetesinin sefalet içinde olmasından ve cezasının uzamasından dolayı tekrar yayın ruhsatı verilmesine dair arzuhalini sunmuştur. Dahiliye Nezareti tarafından, her halde geçen süredeki cezanın yeterli olduğu düşünülerek, tekrar ruhsat verilmiştir.
Almanya’da Türklere Karşı Lehte ve Aleyhte Neşriyat
Almanya’da Türkler lehin de yayınlar yapıldığını görüyoruz. Bunlardan biri, Volter Zihe tarafından kaleme alınan ve Post gazetesinde yayınlanan makaledir. Zihe resmi bir görevle iki yıl Mersin’de ikamet etmiş ancak vaktinin çoğunu Ermenilerin yaşadıkları iç bölgelerde geçirdiği için hem Türkleri hem de Ermenileri çıplak gözle inceleme şansına sahip olmuştur. Alman hükümetinin Ermenilerin özerkliğinin gerçekleştirilmesi için yardımda bulunmasını isteyen Paul Rohrbach, propagandanın tesirinde kalan Almanların Türkleri yakından tanıyınca Türk dostu olmalarını ve Ermenilere duydukları sempatinin yerini düşmanlığa bırakmasına tahammül edemiyordu.
Ermenilere Özerklik İsteyen Paul Rohrbach
Doğuyu tanıdıktan sonra fikirlerinde mühim değişim meydana gelen Volter Zihe, Lepsius ve yandaşlarının Protestan cemiyetlerin İngiltere’de sürdürdükleri fesat hareketlerine gayretle destek vermelerini teessüfle karşılamaktadır. Almanya’nın dostu olan bir ülkeye, hakikatlerle bağdaşmayan masal ve hikayelerle hücum etmelerini insaniyet dışı bulmaktadır. Lepsius’un Müslümanların Hıristiyan dinine taarruz ettiği ve bu dini büsbütün ortadan kaldırmak istediği iddialarının yalan olduğunu, tam tersi Şark Hıristiyanlarının Müslümanlar aleyhinde bulunduğunu düşünmektedir. Zihe’ye göre, Ermeni meselesi asla dinî bir mesele değildir. Devletin isyan eden Ermeni milislerin isyanını bastırması siyasi hususa ait bir meseledir. Osmanlı ülkesinde farklı dinlere mensup herkesin inançlarını serbestçe yaşadıklarına işaret eden Zihe, Ermenilerin ticaret ahlâkını da beğenmemektedir.
Türkler ve II. Abdülhamid’e karşı hisleri dostane olan bir diğer Alman Grumbkow Paşa’dır. “Paşa” unvanını dört yıl görev yaptığı Türkiye’de almıştır. Grumbkow, Local Anzeiger ve Post gazetelerinde yayınlanan mülakat ve makalesinde Ermeni meselesine dair açıklamalarda bulunmuştur. Grumbkow, birtakım olayların araştırılmadan neşredilmesini eleştirmektedir. Mülakatın yapıldığı zaman gündemde olan İstanbul hadisesi ile ilgili olarak, Ermenilerin isyanının bastırılma şeklini doğru bulmamakla beraber, olayda Ermenilerin sorumluluğunun fazla olduğunu ifade etmiştir.
Türk Dostu Grumbkow Paşa
Almanya’da Ermeni Propagandası
Almanya’da yaşayan Ermeniler, Alman halkının desteğini kazanmak için çeşitli propaganda faaliyetleri icra etmişlerdir. Diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Almanya’da da Ermeni propagandasının önemli araçlarından biri Ermenilerin çıkardıkları gazetelerdir. Berlin’de, tek gayesi Türkleri ve Osmanlı yönetimini hicvetmek olan “Truşak” isimli Almanca gazete Ermeniler tarafından çıkarıldığı gibi aynı amaçla yayın yapan bir Fransızca gazete dahi bulunmaktadır. Ermenilerin propaganda çalışmalarında ne kadar ileriye gittiklerini bu örnekte görüyoruz. Berlin’de sınırlı sayıda insana ulaşacak Fransızca gazete hazırlanması bunun kanıtıdır. Aynı zamanda, Fransızlar üzerinde Ermeni tesirinin, ya da tam tersi, Almanlardan daha çok olduğu da anlaşılıyor.
Almanya’da basın yoluyla Türklere saldıran Çalıkyan namında bir Ermeni, neşrettiği yazılarla Alman kamuoyunu etkilemeye çalışmıştır. Çalıkyan, hedefini şu sözleriyle açıklamaktadır: “Ben zat-ı şahanenin (Osmanlı padişahı Sultan Abdülhamid) ve Türkiye’nin en birinci düşmanlarındanım, elimden geleni icra edeceğim ya ben öleceğim yahud Türkiye’yi öldüreceğim”. Aslen İstanbullu olup, bilinmeyen bir sebepten ötürü önce Fransa’ya giden, oradan da Berlin’e gelen Çalıkyan’ın zararlı faaliyetlerinin önlenmesi için Almanya’dan çıkarılması, mümkünse Türkiye’ye gönderilmesi hususunda Osmanlı Devleti’nin Berlin’deki sefirine talimat verilmiştir. Türk sefiri, Alman Hariciye nazırı ile görüşmüş ve Alman nazırdan Çalıkyan’ın Almanya’dan sürülmesi hakkında Berlin Polis Nezareti’ne emir verileceği cevabını aldığını İstanbul’a bildirmiştir.
Almanya’daki Ermenilerin gerçekleştirdikleri propaganda faaliyetlerinden biri de “Ermeni Birliği Kongresi”nin tertip edilmesidir. Uluslararası kamuoyunun dikkatini çekme amacını güden bu kongrede Ermeniler için bağımsız bir idarî yapıdan söz edilmiştir. Ermeni nüfusunun Osmanlı coğrafyasının farklı bölgelerinde dağınık ve en yoğun olduğu yerlerde dahi çoğunluğu teşkil edemeyecek hâli göz önüne alındığında, Anadolu topraklarında bağımsız Ermeni devletinin imkan dahilinde olmadığı anlaşılır. Bunun idrakinde olan Ermeniler, bu kongre örneğinde olduğu gibi çeşitli girişimlerle büyük devletlerin desteğini elde etmeye çalışmışlardır. Kongreye daha çok Fransız ve Belçikalılar ilgi gösterirken az sayıda Alman kongreye katılmıştır. Kongrenin Almanlar üzerinde tesiri de doğal olarak çok olmamıştır.
The Times, 18 Temmuz 1902, s. 3.
Batılı ülkelerde gerçekleştirilen Ermenilere yardım toplama faaliyetleri, Hıristiyan kamuoyunun dinî hissiyatını tahrik etmeye yönelik girişimlerdir. Bu tür sosyal faaliyetler daha çok Lepsius gibi din adamlarının ve bu kişilerin kurdukları dernekler öncülüğünde yürütülmüştür. Bu nevi çabalar dinî olmaktan ziyade politikti. Din adamlarının etkin rol oynaması, dinin zamanın en etkili aracı olmasının ve propaganda faaliyetlerinin doğası gereğiydi. Çünkü, Ermeni meselesi ilk gündeme geldiği andan itibaren, Batı kamuoyuna “Hıristiyan-Müslüman” çatışması temelinde aksettirilmiştir.
Sayfanın Alt Kısmında Hıristiyanların Katliamı dikkati çekiyor. Le Petit Journal, 2 Mayıs, Paris 1909
Almanya’da gerçekleştirilen Ermenilere yardım kampanyalarından biri de İncil Cemiyeti tarafından 1896 yılında tertip edilmiştir. İncil Cemiyeti’nin yardım toplamak maksadıyla hazırladığı beyanname, Türkiye’deki Ermenilerin durumu hakkında yalan ve iftiralarla doludur. Berliner Tageblatt ve Gazette de la Croix’de yayınlanan beyanname, Berlin’deki Türk elçiliği tarafından “Gazette de l’Allemagne du Nord” gazetesinde tekzip edilmiştir. Aşağı yukarı 1896 yılının Nisan ayında başlatılmış olan Ermenilere yardım kampanyası, aynı yılın Eylül ayında hâlâ devam etmekteydi. Ancak, Alman halkı bu kampanyaya fazla ilgi göstermemiştir.
Berliner Tageblatt
Doğulu Hıristiyanlar üzerinde İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika’nın önemli bir nüfuzu olduğu bilinmektedir. Fransa Katoliklerin, İngiltere Protestanların ve Rusya da Ortodoksların hamiliğini üstlenmiş ve bu azınlıklar üzerinden kendi devlet politikalarını sürdürme imkanına sahip olmuşlardır; Almanya ise koruyuculuğunu üstlenebileceği her hangi bir gayrimüslim millet bulamamıştı. Bu devletler gerek misyonerlik faaliyetleri gerekse bölgedeki konsoloslarının girişimleri ile gayrimüslim cemaatler arasında nüfuzlarını arttırmışlardır. Almanlar da bölgedeki Ermenilere yönelik çeşitli sosyal yardım faaliyetlerine girişerek, onlar üzerindeki kontrollerini tesis etmeye çalışmıştır. Almanya’nın misyonerlik ve sosyal yardım faaliyetleriyle ulaşmak istediği hedef, diğer batılı güçlere kıyasla Doğulu Hıristiyanlar üzerinde sınırlı seviyede olan etkinliklerini arttırmak ve böylece Alman menfaatlerini bölgede hakim kılmak adına onları kendi taraflarına kazanmaktır. Lepsius ve diğer Alman misyonerlerin faaliyetleri bu amaç doğrultusunda olmuştur.
Kudüs’teki Alman Yetimhanesi
Almanlar, eğitim, barınma, sağlık alanlarındaki faaliyetleriyle Ermenilere Alman yardımını sağlamışlardır. Kudüs’teki Alman yetimhanesi ve hastanesi, Ermeni çocukların sağlık ve barınma hizmetinden faydalandıkları Alman kurumları arasındadır. Dahiliye Nezaretinin Kudüs’teki 21’i erkek ve 11’i kız olmak üzere 32 Ermeni yetiminin bölgedeki Alman hastanesinin hizmetinden faydalanmaları ve bunlarla beraber 50 Ermeni yetiminin dahi Alman Yetimhanesine yerleştirilmeleri hakkındaki tezkiresi 10.12.1899 tarihinde Meclis-i Vükela’da müzakere edilmiş ve uygun görülmüştür.
Almanya’nın Ermeni sorununa hangi amaçla yaklaştığını, olaya nasıl baktığını anlayabilmek için Osmanlı Devleti’ne hangi şartlarda yakınlaştığını ve Osmanlı toprakları üzerinde hangi emellere sahip olduğunu iyi kavramak gerekir. Osmanlı Devleti’nde etkili olan iki parti; İttihat Terakki ile Hürriyet ve İtilaf kurtuluşun ancak yabancı devlet yardımı ile olabileceğini düşünmekteydiler. İttihatçılar Almanya’ya bel bağlarken, İtilafçılar İngiltere’den medet ummaktaydı. Genç Türk iktidarının karşılaştığı siyasal sorunlar ve ekonomik güçlükler onları Sultan II. Abdülhamit’ten daha koyu Alman dostu olmak zorunda bırakmıştır.
Almanya Bismarck sonrası, İngiltere’nin tersine Osmanlı topraklarını anlaşma masalarında paylaşarak değil; imparatorluk kaynaklarından barışçı yollarla istifade etmeyi amaçlayan politika izlemiştir. Almanlar, koloniyolist emellerini gerçekleştirmek için Yakındoğu’nun kendilerine tarih tarafından bahşedilen bir alan olduğunu savunuyorlardı. Tanınmış Alman yazarı Paul Rohrbach Alman kaynaklarında “Armanische Hochland” yani “Dağlık Ermeni Arazisi” olarak geçen Doğu Anadolu’nun Alman politikasında önemli bir yeri olduğunu söylemekte ve buraya sahip olanın hem Doğu Anadolu hem de Yukarı Mezopotamya’ya sahip olabileceğini belirtmektedir. Türkiye’deki Alman misyonerler arasında yer alan; Alman-Ermeni Cemiyeti ve Alman Doğu Misyonunun yöneticisi olan Dr. Johannes Lepsius, Ermeniler üzerindeki diğer ülkelerin baskılarını kırıp onlar üzerinde Alman nüfuzunu arttırmak için çalışmıştır. Ona göre Mezopotamya Almanya’nın çıkar alanıdır. Paul Rohrbach’a göre de Almanya’nın geleceği Doğu’da yani Türkiye Mezopotamya ve Suriye’dedir.
Kaiser Wilhelm ve Weltpolitik’e Dair Bir Karikatür
Almanya I. Dünya Savaşı öncesi Rusya’nın direnmesine karşı, Güney Kafkasya üzerinden İran’a yol açmaya çalıştığı gibi, Orta Asya doğrultusunda sıçrama görevini yerine getirecek Alman yanlısı bir Kafkasya devleti edinmek için çok paralar harcamıştır. Almanlar Bakü ve Batum petrollerine şu veya bu şekilde sahip çıkmayı da hedef edinmişlerdir. 14 Aralık 1913’te Liman Paşa başkanlığındaki 42 kişilik askeri heyet İstanbul’a gelmiş ve çalışmalarına başlamıştı. Enver Paşa Anlaşma Devletlerinin tek askeri yönetim altında toplanması fikrine sahip olduğundan kendi isteği ile Alman sevk ve idaresini kabul etmişti. Osmanlı Başkomutan Vekili Bronsart’ın savaş planı; yapılacak ani bir baskınla Karadeniz’deki Rus donanmasını imha ederek Karadeniz üstünlüğünü ele almak, cihad ilan edilmesi, Rus kuvvetlerinin Kafkasya’da oyalanması, Mısır’a saldırı yapılması şeklinde idi. Enver Paşa bu planı kabul ederek Alman genelkurmayına da onaylattı.
Liman Von Sanders’in İstanbul’a Gelişi
Görüldüğü gibi I. Dünya Savaşı’nın temelinde sömürge yarışında geç kalmış güçlü bir Almanya’nın Asya’ya doğru yayılma emelleri yatmaktadır. Savaş başladığı dönemde, Vangenhein isimli etkin bir büyükelçi liderliğinde; Genelkurmay Başkanı önce Bronsart, sonra Won Seect Paşa; Genel Kurmay ikinci başkanı Won Metren; Boğazlar Komutanı Amiral Won Usedom; Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Şuson ve Mareşal Liman von Sanders Paşa gibi Alman komutanların karar mekanizmasında Enver Paşa’yı etkilemiş olabilecekleri uzak olmayan bir ihtimaldir. Almanlar, bu bölgede; Rus, İngiliz, Fransız ve Amerikan çıkarlarını kendi çıkarları gibi savunan Ermenileri ister miydi? Bağdat demiryolu çevresini kolonizasyon alanı yapan Almanlar kendi çıkarlarını ön planda tutmuşlardır.
Liman Von Sanders (ortada) ve Maiyetindeki Askerler
Ancak savaşın başlaması ile birlikte Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne ve Ermenilere olan tutumu değişecektir. Doğu’da Rus ordularına yardım eden ve Osmanlı şehirlerini Rus askerlerine teslim eden Ermeniler, Çanakkale Savaşları devam ettiği esnada Anadolu’nun çeşitli yerlerinde isyanlar çıkarmışlar ve savunmasız halkı katletmeye başlamışlardı. Ermeni Delegasyonu başkanı Boghos Nugar Paşa, Rus ordusunda yer alan 150 bin kişilik Ermeni ordusundan ve Erivan’da bekleyen 40 bin kişilik ihtiyat kuvvetinden bahsederken, Dzadour Aghayan ise Rus ordularında yer alan 5 bin Ermeni gönüllü ve 200 bin Ermeninin varlığından bahseder. Osmanlı Devleti durumun daha da kötüleşmesi üzerine özellikle Doğu ve İç Anadolu’da Protestan ve Katolik mezhebine mensup olmayan Ermenileri 26–27 Mayıs 1915 tarihinde aldığı bir kararla savaş bölgesine uzak olan Suriye’ye nakletme kararı almıştır. Tehcir kararı olarak da bilinen Osmanlı Devleti’nin aldığı bu sevk kararı ülkedeki tüm Ermenilere uygulamamıştı. Hasta ve ama Ermeni aileleri, Protestan ve Katolik Ermeniler ve 10 yaşından küçük Ermeni çocukları tehcir kapsamı dışında bırakılmış, hatta Osmanlı Devleti bu Ermeni çocuklarının talim ve terbiyesi ile de ilgilenmiştir.
Ermenilere uygulanan göç sırasında gerek askeri, gerekse ekonomik birtakım imkânsızlıklar, iklim ve taşıma şartlarının zorlukları ve salgın hastalıklar nedeniyle kayıplar meydana gelmiştir. Ordunun savaşta olması nedeniyle jandarmanın sağlamaya çalıştığı göç kafilelerinin emniyeti, mevcut asker kaçakları ve Kürt çetelerinin saldırıları dolayısıyla çok zor şartlarda gerçekleşmişti. Kayıpların bir kısmı da Ermeni çetelerinin göç kafilelerine saldırıları sonucu olarak ortaya çıkmıştı.
Ermeniler cephe gerilerinde ayaklanmak, ordunun gerilerini ve beslenme yollarını tıkamak, savunmasız halkı katletmek ve düşman saflarında görev almak gibi fiilleri işlemişlerdir. Ermenilerin bu hareketleri Türk dostu olmayan yazarlarca da dile getirilmiştir. Örnek olarak; Fransız Binbaşı Larşe, eserinde Ermenilerin yukarıda sayılan fiilleri gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Diğer taraftan tehcirin yapıldığı dönem dikkate alındığında; Osmanlı ordularının en sıkışık döneminde bu uygulama gerçekleşmiştir ki, hiçbir hükümet kendisi tehlikelerle kuşatıldığı bir zamanda kendi isteği ile Ermeni tehciri gibi son derece zor bir kararı almayacaktır.
I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar özellikle cihat müessesini kullanmak için Osmanlı Devleti ile ittifaka girmişler ve Müslümanlar üzerinde Almanya’nın rolünü pekiştirmek için Kral Wilhelm’in gizlice Müslüman olduğu haberini yaymışlardı. Aynı amaç doğrultusunda cihat propagandasını desteklemek için Arapça, Urduca ve Hintçe yayım yapan “El-Cihad” gazetesini çıkarmışlardı.
Almanların Yayınladığı El-Cihad Gazetesi
Alman Konsolosluk raporlarına bakıldığında Ermenilerin İtilaf Devletlerine yardımını engellemek için ve Alman genelkurmayının yoğun ısrarı ile tehcir kararının alındığı iddia edilmektedir. Scheubner 2 Haziran 1915’te Alman büyükelçiliğine gönderdiği raporunda; Ermenilerin göç ettirilmesi hususunda Enver Paşa ile yaptığı görüşmenin olumlu sonuçlandığını ve Erzurum’daki Ermenilerin Zor Sancağı’na göç ettirileceğini bildirmekteydi. Diğer yandan İstanbul’daki Alman Büyükelçi Vekili Neurath, 20 Haziran 1915 tarihli raporunda “Türk Hükümeti, Doğu Anadolu’daki Ermeni halkını, yoğun oldukları bölgelerde ihtilal çıkarmalarını engellemek için askeri sebeplerden dolayı sürgün etmiştir” demektedir. Yusuf Hikmet Bayur, eserinde yukarıdaki ifadelerden farklı olarak, Alman Hükümeti’nin genel bakımdan tarafsız kaldığını, 1915’te Amerikan Hükümeti’nin Osmanlı Devleti’ne baskı yapma isteğine kayıtsız kaldığını hatta Alman Katolik ve Protestan ileri gelenlerinin Alman başbakanına yaptıkları şikâyetlerin tehcir olayının sebebinin siyasi olması nedeni ile geri çevrildiğini belirtmektedir.
Erzurum’daki Alman Konsolos Yardımcısı Max Erwin von Scheubner-Richter
İstanbul’daki Alman Büyükelçi Vekili Konstantin von Neurath
Yukarıda görüldüğü gibi, Alman yetkililerin açıklamalarından da Almanların tehcirdeki rolü görüldüğü halde; Osmanlı Devleti’ndeki en yüksek rütbeli askeri yetkililerden olan Liman von Sanders anılarını yazdığı Türkiye’de 5 Yıl isimli kitabında askeri heyetin ısrarla siyasi gelişmelerden uzak durduğunu belirtir ve Ermeni sorunundan ayrıntılı olarak bahsetmez. Hatta bahsettiği kısımlarda da Türk tarafını suçlayan bir tavır takınır. Örneğin, tehcir sırasında birçok haksızlık yapıldığından şüphe olmadığını, buna yukarıdan gelen emirler ve kararlar dışında şahsi kin ve çapulculuk hırsının da neden olduğunu belirtir. Hatta Doğu’da görev yapan askerlerin Avrupa medeniyetinden uzak olduklarını iddia eder. Doğuda lekeli humma hastalığından birçok Türk askerin ve doktorun ölmesini Ermenilere yapılanlardan sonra kaderin bir tecellisi olarak görür.
Liman Von Sanders’in Anıları
Liman Paşa diğer taraftan hatıratında Ermeni tehcirine detaylı olarak değinmemiş, Türklere ithaf edilen suçlamaların çok haklı olmadığını, çünkü o dönemdeki yöneticilerin Ermeni siyasetini kurgulayan kişiler olmadığını, hükümete düşman unsurları uzaklaştırmayı vatana hizmet olarak gördüklerini, kapitülasyonların kaldırılması sonrası “Türkiye Türklerindir” sözünün yürekleri ateşlendirdiğini belirttikten sonra Ermeni tehcirine sebep olarak Ermenilerin Ruslarla işbirliği yapmasını ve Türklere yaptıkları zulümleri gösterir. Liman Paşa, Almanların tehcir olayındaki iddia edilen rollerini kesinlikle kabul etmez. Tehcir bölgelerinde zaten çok az Alman görevli olduğunu, bunlarında askerlerin yetiştirilmeleri ve iaşeleri ile ilgilendiklerini, zaten Türklerin Alman askeri görevlilerine askeri bilgileri bile tam vermezken iç politika konusunda onları haberdar etmelerinin mümkün olmadığını belirtir. Liman Paşa kendisinin suçlanması konusunda da, bu durumun savaşın kaybedilmesi ile meydana gelen psikoloji nedeniyle olduğunu ve bulunduğu komuta merkezinin tehcir sahasına çok uzak olduğunu söyler.
Liman Von Sanders
ABD Başkanı Wilson’un Amerika’nın savaşa katılımını meşrulaştıracak ve bunun için kamuoyu oluşturacak olaylar bulunması talimatı ile Amerika’nın İstanbul Büyükelçisi Morgenthau Ermeni tehciri meselesini ele alarak, göç sırasında meydana gelen bazı ölüm olaylarını katliam propagandasına dönüştürmüştür. Bu propaganda kervanına bilgilerinin çoğunu Amerika elçisinden alan İngiliz Bryce ve Alman papazı Johannes Lepsius ve İngiliz tarihçi Arnold Toynbee de katılmıştır.
Katliam Propagandası Yapan Henry Morgenthau
Tehcir sırasında meydana geldiği iddia edilen katliamların Suriye’ye ulaşan Ermeni sürgünler de göz önüne alınacak olursa, istismar edildiği ve bir savaş dönemi propagandasının eseri olduğu ortaya çıkmaktadır. Göç olayı başladıktan 6 ay kadar sonra 21 Aralık 1915’te Berlin’de yayınlanan “Ermeni Sorunu” adlı kitapta Ermeni sorununun Rus ve İngiliz entrikalarının bir sonucu olduğu, Ermenilerin kendilerine gösterilen iyi muameleye nankörlük ettiği, hiçbir zaman Ermeni katliamı olmadığı ve Ermenilerin başına gelenin temel nedeninin kendi davranışları olduğu ifade edilmektedir.
Von C. A. Bratter, Die armenische Frage, Berlin:Concordia Deutsche Verlagsanstalt, 1915
Almanya’nın Washington elçisi Kont Brenstorf 6 Haziran 1915’te Wolf ajansına yaptığı açıklamada Ermenilere yapıldığı iddia edilen tüm zulüm hikâyelerinin tamamen uydurma olduğunu, Ermenilerin öldürüldüğüne dair haberlerin asılsız olduğunu ifade eder. 17 Mayıs 1915’te Ruslar Van’ı işgal ederken Ermeniler de onlara yardım ederek Müslümanları katletmeye başlarlar. 80 bin Müslüman Bitlis’e doğru kaçmaya başlar. İşgalden önce de Van Ermenileri şehirdeki Türk garnizonuna ağır kayıplar verdirip şehri ele geçirdikleri Alman Dışişleri belgelerinde de sabittir. Bu belgeler İstanbul Alman Büyükelçisi Wongenhaim’in raporlarıdır ve Lepsius tarafından “Almanya ve Ermeniler” kitabında yayımlanmıştır.
Anadolu’daki Alman Konsolosları, Ermenilere uygulanan göçe, hazırladıkları raporlarında sıklıkla değinirler: Erzurum Konsolosu 3 Mart 1915’de Bitlis ve Kayseri’de Ermenilerin zararlı faaliyetler içerisinde olduklarından bahseder. Erzurum Alman Konsolosluğundan Alman Dışişlerine gönderilen raporda, Van çevresinde Ermeni isyanları çıktığı, bölgede silah depoları bulunduğu ve Ermeni zulmünden kaçan binlerce Türk’ün bölgeyi terk etmeye çalıştığı belirtilir. Trabzon konsolosu Bergfeld, 25 Temmuz 1915 tarihli raporunda, ABD Konsolosu ile birlikte Ermenilerin katledildiği iddialarını araştırdıklarını ancak bu iddiaları kanıtlayacak delil bulamadıklarını ifade eder. Erzurum Alman Konsolosu da tehcirin sorunsuz devam ettiğini söylerken kanıt ortaya koymadan yolda bazı aksaklıklar olabileceğini iddia eder. Halep Alman Konsolosu, bölgeye gelen bir Ermeni’den aldığı bilgi ile yollarda Ermenilerin katledildiğini iddia ederken, bir başka raporunda bölgede salgın hastalılar nedeni ile ölümler meydana geldiğini belirtir. Görüldüğü gibi Alman konsoloslarının raporlarında ancak kulaktan dolma bilgiler ya da Ermenilerden alınan haberler söz konusu olunca katliamlardan bahsedilebilmekte, ancak yapılan incelemeler ve gözlemler söz konusu olduğunda böyle bir sonuca ulaşılamamaktadır.
Lepsius, Türkiye’den kaçan 250 bin Ermeni’nin Rus taarruzunun başarılı olması için Rus ordusuna katılması ve 750 bin Ermeni’nin Mezopotamya çöllerine tehcir edilmesinin Alman menfaatlerine zarar verdiğini belirtmiştir. Lepsius, bu söyleminden birkaç ay sonra yayınladığı “Almanya ve Ermeniler” isimli kitabında tehcir edilenlerin sayısını 1.500.000 olarak vermiştir.
Yüzbaşı Noradi adlı bir subayın 1917 yılında verdiği bilgilere göre Ermeniler, Türkiye ve Rusya Ermenilerinden oluşturacakları 150 bin kişilik bir ordu ile doğuda bağımsız bir Ermenistan kurma mücadelesine girişeceklerini Müttefiklere haber vermişlerdir. Bu haberden kısa süre sonra Ermenilerin Erzurum havalisinde harekete geçtikleri görülür. İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Kühlmann’ın Dışişlerine gönderdiği telgrafından da Rusların geri çekildiği yerlerde Ermeni gönüllülerinin Erzincan çevresinde çok sayıda Türk’ü katlettikleri, Sivas Alman konsolosuna dayanılarak belirtilmektedir. 3 Mayıs 1918 tarihli raporunda Sivas Alman konsolosu, Ermenilerin Erzincan’da 600 Türk’ü katlettiklerini bildirmekte ve Sivas, Erzincan ve Kelkit’te Ermeni gönüllü birlikleri ile Türk askerleri arasında şiddetli çarpışmalar olduğunu haber vermektedir.
Alman Büyükelçi Richard von Kühlmann
İnsaf sahibi müşahitler, Ermeni çetelerinin 1915 Nisan’ında işgal ettikleri Van’da ve daha başka yerlerde Müslüman halka yaptıkları katliamları dehşetle anlatırlar. Alman generali Bronsart, 24 Temmuz 1921 tarihli Deutcshe Allegemenie Zeitung gazetesindeki makalesinde, “Eli silah tutan Müslümanların hepsi Türk ordusunda bulunduğu için Ermeniler tarafından savunmasız kalan halk arasında korkunç bir katliam yapmak kolaydı. Çünkü Ermeniler, cephede Ruslar tarafından bağlanmış olan Doğu ordusunun yanlarına ve gerilerine sarkmakla yetinmeyerek bu bölgedeki Müslüman halkı silip süpürüyorlardı. Tanık olduğum Ermenilerin zulümleri, Türklerin yaptığı iddia edilen zulümlerden çok daha kötüydü.” demektedir.
Alman General Bronsart von Schellendorf
Lepsius ve Ermeni Meselesi
Ermeni soykırım iddialarının dünya gündemine yerleşmesinde ve günümüzde Türkleri suçlayan tüm çalışmalarda Lepsius’un görüşleri ilk sırada yer almaktadır. Ünlü eski Mısır tarihi uzmanı Richard Lepsius'un (1810–1884) oğlu olan Johannes Lepsius (1858–1926) teoloji öğreniminden sonra önce Kudüs'te (1884), daha sonra Friesdoıfta (1887) papaz olarak çalıştı. Bu tarihten itibaren Lepsius'un tüm mesaisini Ermeni meselesine ayırdığını görüyoruz. Lepsius 1895'te "Alman Doğu Misyonu"nu (DOM) kurdu. "Osmanlı imparatorluğu'nda ezilen Ermenilerin durumunu incelemek amacıyla" 1897'de papazlıktan istifa etti ve Berlin'e yerleşerek DOM'un müdürlüğüne getirildi. Kuruluş amacı "Müslümanlar arasında İncil’i yaymak" olarak belirtilmesine rağmen, DOM'un asıl faaliyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki -özellikle Protestan- Ermenilere "maddî ve manevî destek" sağlamaktı. Bir adı da "Ermenilere Yardım Örgütü" olan DOM'un, Mezopatomya'daki "Sevgi Hizmetleri" (hastahane ve atölyeler) örgütü hem Protestan Ermenileri Almanya'ya "kazandırıyor", hem de hayır hizmetleriyle bölgenin Müslüman ahalisi nezdinde Almanya'nın itibarını yükseltiyordu.
Johannes Lepsius
Modern bir Protestan olan Lepsius'un Ermeniler arasındaki faaliyetleri de, dinî olmaktan çok, politikti. Papazın amacı, Ermeniler arasında etkin olan Batılı ve Doğulu diğer Hıristiyan güçlerin nüfuzunu kırmak, "pasta"dan Almanya'ya da pay koparmaktı. Zira Mezopotamya, Lepsius'un ifadesiyle, “Almanya'nın Türkiye'deki menfaat alanıydı”. Avusturya'yı yıllardır Türkiye'de Alman ırkı için hiçbir şey yapmamakla suçlayan Lepsius, Alman zenginlerinden yardım isterken, konunun "ruhanî" olmaktan çok, "dünyevî" bir programı olduğunu itiraf etmekteydi. Zira "millî menfaatleri savunmak, illâ hükümetlerin vazifesi sayılmamalıydı. İncil’den çok, Türkiye'de Alman dilinin yayılması için didinen papaz, Kürt hastalara, özellikle aşiret ileri gelenlerine sunulan tıbbî hizmetlerin de bölgede Almanya'nın itibarını yükselttiğine işaret etmektedir. Bizzat kendi ifadeleri, papazın Alman menfaatlerinin bir elçisi olduğunu ele vermektedir.
Lepsius’u Alman Ajanı Olarak Tasvir Eden Grigoris Balakyan
Rus diplomatlarından Mandelstam, Lepsius'un Türkiye'deki fonksiyonunu, "Ermenileri, Rusya'nın hazırladığı reform plânından vazgeçtirip Almanya çizgisine çekmek" olarak tanımlamıştı. Katolik Ermenilerin önde gelen simalarından Vardapet Grigoris Balakyan'a göre Lepsius, Alman imparatorluğu'nun bir ajanıydı. Lepsius'un olay mahalline adım atmadığı halde "görgü şahidi" olarak kaleme aldığı ve bugün "soykırım" literatüründe "birinci elden kaynak" muamelesi gören kitaplarının ilki 1897, ikincisi 1916, üçüncüsü ise 1919 tarihlidir. "Ermenistan ve Avrupa. Hristiyan Devletlere Karşı Suç Duyurusu: Hristiyan Almanya'ya Çağrı" başlığını taşıyan birinci kitap hakkında, Hans Barth, “Papaz Lepsius'un pespaye romanı” ifadesini kullanır. Kitap, Türkler tarafından "diri diri yakılan; kolu bacağı kesilen yaşlı Ermeni papazlarının, karnı süngüyle yarıldıktan sonra balta darbeleriyle parçalanan hamile Ermeni kadınlarının, şişte kızartılan Ermeni bebekleri"nin öyküleriyle doludur. Barth’ın ifadesiyle, "Bölüm başına elli ölü" içerecek tarzda sipariş üzerine kaleme alınmış adî bir roman örneğidir. Papaz'ın ikinci önemli eseri 1916'da bastırdığı "Türkiye'de Ermeni Halkının Durumuna Dair Rapor" başlıklı kitabıdır. Matbaasının adı, basım tarihi belli olan ve on binlerce adet dağıtılan kitabın üzerindeki kopya edilmesi ve basında kullanılması yasaktır. Çok gizli mührü dikkat çekmektedir. Gizli hiçbir yanı olmamasına rağmen kitabın böyle bir mühür taşıması, Türk devletine hakaret dolu kitabın, Osmanlı yönetimini rahatsız edeceğini bilen Berlin idaresinin bir tedbiri olması gerektiğini akla getirmektedir. Papaz'ın üçüncü ve son monografisi, "Almanya ve Ermenistan 1914–1918" başlıklı olanıdır. Kitap, Alman Dışişleri Bakanlığı arşivinde 1914–1918 yıllarına ait Ermenilerle ilgili diplomatik yazışmaların bir derlemesidir. Lepsius, bu derlemeyi Alman Dışişleri Bakanlığının siparişi üzerine hazırlamış olup, "Kitaba alınacak belgelerin seçimi, tamamen bana bırakıldı" demektedir. 1913 ve Temmuz 1915 tarihli İstanbul seyahatlerinde olduğu gibi, papazın bu son eseri de Alman menfaatlerini korumak amacıyla sunduğu bir hizmettir. Savaşı kaybeden Almanya, galip güçlerin "Türkiye'de Ermenilere karşı Alman zulmü" propagandasını, karşı atakla Türklere yöneltmek amacıyla kurnaz bir metoda başvurmuştur. Papaz Lepsius'un seçtiği diplomatik belgelerden beklenen, Ermeni katliamlarının vuku bulduğunu, fakat bunun sadece Türkler tarafından işlendiğidir. Alman subayları ise, biçare Ermenileri kurtarmak için ellerinden geleni yaptıkları ispatlanmaya çalışılmaktadır.
Lepsius’un Yalanlarla Dolu Raporu
Tehcir Sonrası Gelişmeler ve Almanya
Kuruluş amacı Müslümanlar arasında İncil’i yaymak olsa da Doğu Misyonu Osmanlı Devleti’nde yaşayan Protestan Ermenilere maddi manevi destek sağlama görevini üstlenmiş fakat yaptığı hayır işleri ile de Türklerin güvenini kazanmıştır. İlk başlarda yardım kuruluşları olarak kurulan Alman Misyonları gittikçe siyasallaşmaya ve kendi politikalarını üreterek siyasi bir güç haline gelmeye başladılar. 1 Mart 1918’de Lepsius’un başında olduğu Alman Ermeni Cemiyeti Alman Dışişleri’ne başvurarak Alman askeri birliklerinin Doğu Anadolu’daki Ermenileri koruması gerektiğini vurguladı. Aynı cemiyet Nisan 1918’de Türkler, Ermeniler için genel af ilan ettiği ve Ermeni göçmenlerin geri dönmelerini sağladığını ilan ederse Taşnaklar ile silah bırakma konusunda arabuluculuk yapabileceğini belirtmekteydi. Cemiyet ayrıca Kars, Ardahan ve Batum’da “self determination” uygulanması ve Sovyet Ermenistan’ının Türkler tarafından işgalinin engellenmesini Alman hükümetinden istemekteydi.
Alman Parlamenter Dr. Mum ve Dr. Paul Rohrbach, Brest-Litowsk sonrası Rusların çekildikleri bölgede Ermeni Devleti kurulması yönündeki isteklerini Alman Hükümeti’ne bildirmişlerdir. Brest-Litowsk sonrası Osmanlı ordusunun askeri harekâta geçmesi ile Ermeniler panikle Almanya’dan yardım istemişlerdir. Bunun üzerine Almanya Ermenilere misillemede bulunulmamasını Osmanlı Devleti’nden istemiştir.
Bağımsız Ermeni Devleti’nin Kurulmasını İsteyen Paul Rohrbach
Talat Paşa’yı 15 Mart 1915’te Berlin’de öldüren Tehleryan isimli Ermeni göstermelik bir mahkemede yargılanmış ve yalancı şahitlerin ifadeleri ile uydurma belgeler sonucu ceza almamıştır. Savaş sırasında Osmanlı ordusunda görev yapmış olan General Bronsart mahkemeye davet edilmeyişi karşısında bildiklerini bir gazeteye verdiği röportajda anlatır. Bronsart bu mütalaasında, Ermenilerin Doğuda Ruslara karşı savaşan Osmanlı ordusunu arkadan vurduğunu, halkı katlettiklerini ve binlerce Türk’ün Ermeni zulmünden kaçmak için göç etmek zorunda kaldığını belirtir.
Talat Paşa’nın Katili Tehleryan
Ermenilerin iddialarına dayanak göstermek için 1920 yılında Aram Andonian isimli Ermeniye yazdırılan “Naim Bey’in Anıları: Ermeni Tehcir ve Katliamına İlişkin Resmi Türk Belgeleri” adlı kitabın orijinalliğini tetkik için Lepsius’un aracılığı ile savaş sırasında Almanya’nın Halep Konsolosluğu görevinde bulunan Dr. W.Rössler’den yardım istenmiş; Rössler yazdığı raporunda yazarın objektif olamayacağını ve Talat Paşa’ya atfedilen telgrafların gerçek olduğunun saptanmasının çok zor olduğunu belirtmiştir.
Andonian’ın Yazdıklarının Objektif Olmayacağını Belirten Dr. W. Rössler
Alman Büyükelçi Johann Henrich Alman Dışişlerine gönderdiği telgrafta Erzurum’daki Ermeni çetelerin 600’den fazla insanı öldürdüğünü, birçoğunun ise kayıp olduğunu ve şehrin tahrip edildiğini söylemektedir. Erzincan’ın 1916 Temmuzu’ndan beri devam eden Rus işgalinden 13 Şubat 1918’de kurtulduğu müjdeleyen Kazım Karabekir burada 20 bin Türk’ten geriye bir avuç insan kaldığını ve Ermenilerin Türkleri yakmak suretiyle vahşice öldürdüklerini anlatmaktadır. Yine 12 Şubat 1918’de 3. Ordu karargâhından gönderilen tahriratta Ermenilerin 1500’e yakın kadın, çocuk ve erkeği katlettikleri bildirilmektedir. Doğu Anadolu’ya gönderilen gözlemci heyetinde tarihçi Ahmet Refik Bey, Alman savaş muhabiri Paul Weitz, Avusturyalı gazeteci Stefan Steier, Yüzbaşı Fahri Bey ve Almanya’nın Erzurum Eski konsolosu Edgar Anders bulunuyordu. Bu heyet 17 Nisan–20 Mayıs 1918 tarihleri arasında doğu vilayetlerini dolaştı. Heyette bulunan Ahmet Refik Bey bu seyahat ile ilgili anılarında Doğu Anadolu’nun işgal sonrası durumunu gözler önüne sermektedir.
Paul Weitz, Ermenilerin, Rusların çekilmesi ile Ocak-Mart 1918 tarihleri arasında Erzurum’u işgal ettiklerini, Fransız subay Marel idaresindeki Ermenilerin Türklere vahşice saldırılarda bulunduğunu, içinde 700 Müslüman’la evleri yaktıklarını ve kömürleşmiş insan cesetleri gördüğünü söylemektedir. Aynı gezide yer alan Almanya Erzurum Eski Konsolosu Edgar Anders, eskiden bulunduğu güzel mahallerin nasıl harabe haline geldiğini, şehirlerin adeta mezarlığı andırdığını, Ermenilerin Murat Paşa önderliğinde yaptıklarını ve Erzurum’da meydana gelen katliam ve tecavüzleri anlatmaktadır. Justin Mc. Carthy içinden Ermeni asker ya da çetelerin geçtiği Müslüman yerleşimlerinin yakılıp yıkıldığını söyler ve Steiner’e atıfta bulunarak Trabzon’dan Erzurum’a kadar tüm köy ve şehirlerin yakılıp yıkıldığını ve Türklerin vahşice öldürüldüklerini belirtir.
Brest-Litowsk sonrası Kafkasya’daki Türk ilerleyişi Almanya’yı rahatsız etmiştir. Almanya Türklerin Kafkas bölgesinde genişlemesinden ya da nüfuz kazanmasından yana değildi. Buna rağmen Enver Paşa Brest-Litovsk öncesi Ermeni mezalimi nedeniyle işgal altındaki toprakları bir an önce kurtarma arzusundaydı. Nitekim 12 Şubat 1918’de başlayan askeri harekâtla Nisan sonunda Türk kuvvetleri 1878 sınırına ulaşmışlardır.
Brest-Litovsk Antlaşması
Güney Kafkasya toplumları ile Brest-Litowsk’un onaylanması konusunda Trabzon’da yapılan konferansa Gürcüler Almanların da katılmasını istediler. Almanlar zaten Kafkas petrolünden dolayı ve diğer yeraltı zenginlikleri sebebi ile bu bölge ile yakından ilgilenmekteydi. Onlar Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’da dilediği gibi hareket etmesini istemediği gibi, Bakü’nün Osmanlı kontrolüne girmesini de istememekteydiler. Almanya ve Osmanlı Devleti Bakü’yü paylaşamazken İngiltere’de burayı bırakmak niyetinde değildi.
Rusya’da meydana gelen ihtilal sonrası Kafkasya’da olan boşluğun etkisi ile Ermeni, Gürcü ve Azeriler 14 Kasım 1917 tarihinde merkezi Tiflis olan Mavera-yı Kafkas Hükümeti ve 26 Nisan 1918’de de Transkafkasya Cumhuriyeti kurulmuştu. Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’da egemenliğini istemeyen Almanlar kendi kontrollerinde bir Gürcü devleti ya da Gürcü egemenliğinde bir konfederasyon için çalışmaya başladılar. Almanya Kafkasya’daki; manganez, bakır ve petrol kaynaklarına ilgi duyuyor ve Osmanlı Devleti’nin eline geçmesini istemiyordu. Almanlar Kafkasya konusunda Osmanlı Devleti ile anlaşamayacaklarını bildiklerinden Kafkas Cumhuriyeti hatta Rusya ile anlaşma yolunu tuttular. Almanların Gürcistan’a duydukları ilginin temel sebebi ihtiyaç duydukları hammadde gereksinimi idi. Batum özellikle petrol ve diğer zenginlikleri nakledebileceği önemli bir limandı. Almanlar bağımsız bir Gürcistan’ı kendileri için daha olumlu buluyorlardı. Transkafkasya Cumhuriyeti’nin kurulması ile faaliyetlerini arttıran Almanlar bu dönemde Ermenileri bu planın dışında tutmuşlardır. Türk kuvvetlerinin Doğu’ya ilerleyişi Almanları rahatsız etmiş, Batum’daki Alman temsilci Lossow, Türklerin ilerleyişi ile Ermeni halkının umutsuz durumunu anlatan telgraflar göndermiştir. 26 Mayıs’ta Almanların kışkırtması ile Transkafkasya Cumhuriyeti dağıldı ve bağımsız Gürcistan kuruldu. Ardından 28 Mayıs’ta Azerbaycan ve 30 Mayıs 1918’de Ermenistan kuruldu. Bu gelişmeler sonrası Türk-Alman ilişkileri iyice gerginleşti ve Osmanlı Devleti bölgedeki Alman birliklerinin yakalanıp silahsızlandırılmasını istedi. Osmanlı Devleti Brest-Litowsk sonrasında Gürcü, Azeri ve Ermenilerle yaptığı anlaşmalar sonrası Kafkasya sınırlarını 1828 dönemindeki durumuna getirdi.
Tüm gelişmelere rağmen Almanlara güvenen Enver Paşa’nın görüşleri, meydana gelen gelişmelerle değişime uğramıştır. Vehip Paşa Batum Konferansından çektiği telgrafta Almanların Gürcü ve Ermenileri cesaretlendirdiği yönünde Enver Paşa’yı uyarmıştı. Almanlar Ermeni Devleti’nin ilanı sonrası Erivan’a dönen heyetin yanına iki subaylarını görevlendirmişler, ardından 24 Ağustos 1918 tarihinde Ruslarla anlaşma yaparak, bölgeden uzaklaşmış olan Rusya’yı Türklere karşı tekrar Kafkasya’ya soktukları gibi, Bakü petrollerinden alacakları pay karşılığında Azerbaycan’ı Ruslara bırakmaktan çekinmemişlerdir. Evliye-yi Selase’nin Türk kuvvetlerince ele geçirilmesi karşısında da Alman matbuatında tenkit yazıları çıkmıştır. Alman Meclisi’nde de Brest-Litovsk sınırını geçen Türk tarafına baskı uygulanması tartışılmıştı. Bu olaylardan da anlaşılacağı üzere Almanya, bölgeye Rusya’yı sokma pahasına bile olsa Kafkasya’da Türk hâkimiyeti istememektedir. Nitekim Türkiye’nin Bakü Harekâtı Almanlara rağmen başlamıştır. Almanlar bu sırada Osmanlı Ordusunun ikmal yollarını kapadıklarından, Tebriz üzerinden gelen yardımla Bakü alınabilmiştir.
Almanlar Konusunda Enver Paşa’yı Uyaran Vehip Paşa (x)
Almanlar Kafkasya’da müttefik olarak kendi kuvvetlerine yakın ve stratejik öneme haiz olan Gürcüleri seçerken, Gürcüler gibi kendilerinden himaye isteyen Ermenilerle fazla ilgilenmemişlerdir. Bunun sebebi Ermenistan’ın kömür dışında bir zenginliğe sahip olmaması ve Almanların Kafkas politikasında Ermenilerin başarısızlık sebebi olabileceği düşüncesi önemli rol oynamıştır. Ermeniler bundan dolayı İngiltere ve Rusya’ya yakınlaşmışlardır.
Almanlar Osmanlı Devleti ile savaşan Ermenileri destekleyip Türklerle olan ilişkilerinin de tamamen kopmasını istememişlerdir. Türk ilerleyişini durduramayınca el altından Ermenileri desteklemişlerdir. Yine Almanlar Osmanlı Devleti’nin Bakü seferini bir Ermeni seferi olarak göstermekte ve bu harekâtı Hıristiyanlık adına protesto etmekteydiler. Hatta Ermenilerin Bakü petrollerinden yararlanmasını bile istemişlerdir. Alman askerlerinin Ermenilerle meydana gelen çatışmalarda Ermeni saflarında yer aldığı 10 Haziran 1918 tarihli Osmanlı karargâhından Almanlara gönderilen telgraflardan anlaşılmaktadır.
Savaşın sonuna doğru ve bitişinden sonra Almanların Ermenilere karşı daha himayekar davrandıkları görülür. Alman postalarının kendi çuvalları içerisinde İstanbul’dan bazı Ermeni ve Rumları kaçırdıkları anlaşılmış ve tedbir alınması istenmiştir. Bazı Ermenilerin Alman askeri seyahat vesikası ve Alman pasaportu ile Bulgaristan’a gidip geldiği tespit edilmiştir.
Yahudi soykırımı suçlarını paylaşarak tarihi ortaklar arayan Alman-Fransız çevrelerin soykırım iddialarını desteklemeleri ve Ermenilerin de Yahudiler ölçüsüne bunu kabul ettirebileceklerini düşünmeleri sorunu farklı mecralara çekmiştir.
Lozan’dan Günümüze Ermeni Meselesi ve Almanya
Savaş sonrası Almanların Türkleri suçlayan yaklaşımları olmakla birlikte, Alman Basını Milli Mücadele sırasında kazanılan başarılardan övgü ile bahsetmiştir; örnek olarak, Ermeni ve Rum basınının Türklere şiddetli düşmanlık yaptığı, onların gerçek yüzünün görüldüğü ve Ermeniler ile Rumların İngilizlere güvenerek Türklere çok acılar çektirdikleri ifade edilir.
Germania Gazetesi’nde Şark uzmanı Herlt; “Doğuda İtilaf Devletlerinin Yenilişi” adlı yazısında Türklerin Ermenilere özerklik verilmesini kabul etmediğini, İtilaf Devletlerinin de bunları koruyamayacağını, dolayısıyla Türk isteklerinin kabul edilmesi gerektiğini belirtir. Frankurter Zeitung gazetesi barış görüşmelerinde Türklerin Ermeni ve Kürt problemini kabul etmediğini, Londra kararları ile de bir gelişme sağlanamadığını ifade etmektedir.
Germania Gazetesi Nüshası
Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 23. maddesi gereği Almanya ile her türlü ilişkisini kesme yükümlülüğüne girdi. Zaten ilişkiler savaşın sonlarına doğru Kafkasya’daki problemler nedeni ile bozulmuştu. Lozan Antlaşması sonucu Almanya ile ilişki kurmasını engelleyen kısıtlamalardan kurtulan Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler yaklaşık altı yıllık bir kopukluktan sonra 3 Mart 1924’de Ankara’da imzalanan Türk-Alman Dostluk Antlaşması ile tekrar başladı. Yeni kurulan Türk Devleti, birçok alanda Almanya’nın tecrübesinden faydalanmak istedi. Bu bağlamda sanayi alanında Alman uzmanlar davet edildi. Alman askeri uzmanlar orduda görev aldı. İlişkiler özellikle ekonomik alanda etkili oldu. Almanya ile ekonomik alanda meydana gelen gelişmeler siyasi gelişmeleri de hızlandırdı. İki Devlet arasındaki iyi ilişkiler sonucu, Ermeni olaylarını hikaye eden, Franz Werfel isimli Çek yazarın yazmış olduğu Musa Dağı’nda Kırk Gün isimli eserin Almanya’ya girişi ve dağıtımı 1935 yılında yasaklanmıştır.
Musa Dağında Kırk Gün’ün Yazarı Franz Werfel
Hitler’in iktidarı sonrası Almanya’nın revizyonist bir politika izlemeye başlaması ile Avusturya’yı ilhak edip, Çekoslovakya’yı işgal etmesi; Almanya’nın müttefiki İtalya’nın Habeşistan ve Arnavutluk’u işgal etmesi üzerine ilişkiler bozulmuş ve Türkiye II. Dünya Savaşının başlaması ile Almanya karşısında yerini almıştır.
Alman kamuoyunda soykırım iddialarında Lepsius’tan sonra vazgeçilmeyen bir kaynak da Heinrich Vierbücher’in 1930’da yayınladığı “Ermenistan 1915: Uygar Bir Halkın Türkler Tarafından Boğazlanışı” isimli kitabıdır. Bu kitap hiçbir belge içermeyen ve içinde Türklere karşı bol miktarda hakaret bulunan, ırkçı zihniyetle hazırlanmıştır. Alman yayımcılığı 1920’lerden sonra Lepsius’un propaganda çalışmalarının da etkisi ile kamuoyunda olumlu Ermeni imajı oluşturmaya koyulmuştur. Dini yayınlarda da Ermenilerin yeryüzünün en eski halkı olduğu vurgulanmıştır. Almanya açısından dikkate değer bir nokta da Alman Ermeni yayıncılığının “Dönemin ruhu”na göre, geçirdiği evrimdir. Lepsius ve arkadaşlarının Türk düşmanlığı güdümlü Ermeni sempatisini bir tarafa bırakırsak, 1930'lu yıllara kadar Alman Doğu yayıncılığında Ermeniler lehine bir eğilim görülmemektedir.
Irkçı Zihniyetle Yazılmış Vierbücher’in Kitabı
Aradan uzun yıllar geçtikten sonra 1965 yılından itibaren tekrar tırmanışa geçen Ermeni olayları, Türk diplomatların öldürülmesi, İstanbul’da Kapalıçarşı ve Ankara Esenboğa Havalimanının bombalanması ile kendini şiddetli bir şekilde hissettirmiştir. Doğrudan kiliselere bağlı, ve ekonomik kaynakları devlet tarafından sağlanan kilise akademilerinin, “Kürt” ve “İslâm sorunu”ndan sonra, medya/politika ve üniversite çevreleriyle birlikte şimdi de "Ermeni sorunu”na eğilmeleri, Almanya'nın Türkiye gündeminin tepeden belirlendiğini bir kez daha göstermektedir.
“Ermeni sorunu”nun Almanya’da ele alınış biçimi ve işlevi, bu konunun Fransa’da ya da ABD’de taşıdığı boyut ve yüklendiği işlevden oldukça farklıdır. Fransa ve ABD'nin aksine, Almanya'da bir Ermeni lobisi bulunmamakta aksine ülkede iki buçuk milyon Türk yaşamaktadır. “Ermeni sorunu” ve “soykırım” iddiası, hem Türkiye'nin AB'ye girmeye ehil olmadığını, hem de Almanya Türk toplumunun “ulusal azınlık” sayılamayacağını kanıtlama işlevi görmektedir. Türk toplumunun ulusal bir azınlığa dönüşmesini önlemek amacıyla Türk ulusunun “yapaylığı”nı, “mozaikliği”ni kanıtlamaya çalışan çevreler, “soykırım” tezini gündemde tutmakla, Alman kamuoyunun ülkedeki Türklere karşı önyargılarını perçinlemektedir. Özellikle eğitim düzeyi yüksek Almanya Türkleri arasında “soykırım” tezini savunanların çoğalması, o nedenle doğal karşılanmalıdır. Zira “soykırım” tezini sorgulayan bir Türkün, ne medyada, ne politikada, ne de akademi çevrelerinde iş bulması mümkündür. Politik kariyer yapabilen “Türk” kökenli bir Alman milletvekilinin şu tuhaf ifadesi bu gerçekler ışığında değerlendirilmelidir: “Ben iki soykırımdan sorumluyum: Bir Alman olarak Yahudi soykırımından, menşei Türk olan biri olarak da Ermeni soykırımından” Musevîlerin imha edildiği “gaz odaları”nı Türklerin icat ettiğini söyleyenler de vardır. Balkanlar'daki “etnik temizlik”in ilk kez Türkler tarafından başlatıldığını öne süren Prof. Rainer Münz'e göre, Türkler “Adolf Hitler'i de ayartmışlardır”.
Türk Düşmanı Profesör Rainer Münz
Almanya’da Heidelberg Üniversitesinde bulunan Alman-Ermeni Kültür Topluluğu Almanya’daki önemli bir lobi örgütü olarak Türkiye aleyhinde çalışmalarına devam etmektedir. 1995 yılı sonu itibarıyla Almanya'da yaşayan Ermenilerin sayısı 9202'dir. Eski Sovyet cumhuriyetlerinden gelen mülteciler, Almanya Ermenilerinin büyük bir kesitini oluşturmaktadırlar. Mülteci Ermeniler, Avrupa diasporası Ermenilerinin aksine, Türkiye aleyhine organize edilen "soykırım" etkinliklerine -şimdilik- ilgi göstermemektedir. Bir başka deyişle, "Almanya Ermeni lobisi" sadece birkaç yüz Ermeni’den oluşmaktadır.
Almanlar Ermeni Sorununu Musevi Soykırımı ile karşılaştırıp, Yahudi Soykırımına Ermeni soykırımının öncü olduğunu söylerken, Prof. Rainer Münz gibi bazıları daha da ileri gidip gaz odalarının Türk icadı olduğu ve Balkanlar’da etnik temizliğin Türklerce başlatıldığını ileri sürmektedirler. Alman literatüründe sıklıkla Talat Paşa’ya atıfla “Ermeni sorununu Ermenileri yok ederek çözmek gerekir” sözünü söylediği iddia edilir. Ancak bu sözün sahibi Alman doğubilimcisi Ewald Banse’dir.
Ewald Banse’nin Yağlı Boya Resmi
II. Dünya Savaşı'ndan sonraki dönemde, özellikle 1970'li yıllarda azgınlaşan "yabancı (Türk) düşmanlığına paralel biçimde, Ermeni sorununun Alman yayıncılığında yeniden keşfedildiğine tanık oluyoruz. Bu dönem Türklerin Almanya'dan püskürtülmesini amaçlayan resmî (yasal/kurumsal) ve gayrıresmî (Neonazi saldırılar) ırkçılığın, Almanya'da günlük yaşamın bir parçası olduğu yıllardır. Ermeni terör örgütü ASALA'nın Türk diplomatlarına karşı işlediği cinayetler, Alman medyasında Ermeni terörünün değil, "Ermeni soykırımı" iddiasının gündeme getirilmesine vesile yapılmıştır. Musevî soykırımında Türklerin Almanlara sözde öncülük ettikleri yalanı, Almanya'nın en ünlü "Ermeni uzmanı" Tessa Hofmann tarafından çok daha tuhaf ayrıntılarla "zengin"leştirilmiştir. Bayan Hofmann'a göre, “gaz odaları”nı ilk kez Türkler kullanmıştır.
Ermeni Yanlısı Tessa Hoffman
Almanya’da soykırım iddialarını en fazla savunan ve Lepsius’un izinden giden Tessa Hofmann “Türkiye geçmişi ile hesaplaşmalıdır.”diyerek Türkiye’yi suçlamaktadır. Diğer taraftan Hofmann, Bernard Lewis, Heaty Lowry gibi Ermeni iddialarını yalanlayan ilim adamlarını da suçlamaktadır. Dr. Tessa Hofmann 2–22 Kasım 2002’de Ermeni sorununu meclise taşımak için imza kampanyası başlatmış ve Berlin’de “1915 Soykırım Etkinlikleri” düzenleyerek Alman kamuoyunu yanıltmaya çalışmıştır.
Almanya’da Federal Meclis Nisan 2001’de, Dilekçe Komisyonu’nun “sözde Ermeni soykırımının tanınması için karar önerisi”ni yıldırım hızıyla görüşmüş ve Dışişleri Bakanlığı’na havale edilmesini kararlaştırmıştır. Ermeniler ile ilgili Alman Federal Meclisine gelen metinde, dünyada ilk soykırımı Türklerin yaptığı, Lozan Antlaşması öncesi 5 milyon Hıristiyan’ın öldürüldüğü gibi iddialar ve Türkiye’nin soykırımı kabul ederek AB’ye üye olabilmesi şartını taşıyan istekler vardır ki bu metin ABD temsilciler meclisine gelen metinle büyük benzerlik içerir. Osmanlı Devleti, savaşta yenilince Mondros ve Sevr anlaşmaları ile Doğu Anadolu’nun kuzeyinde Ermenistan ve güneyinde Kürdistan kurulmasını kabul etmek zorunda kalmıştır. Bugün ABD, Fransa ve Almanya gibi batılı devletlerin ülkemize dayattığı Ermeni politikalarının da Sevr ile aynı amaca hizmet edebileceği ihtimali çok ta uzak değildir.
Sözde Ermeni soykırımının 100. yıldönümünün yaklaştığı bu günlerde Avrupa’da özellikle de Almanya’da diaspora faaliyetleri hareketlenmeye başlamıştır. Son günlerde sık sık Alman basınına yansıyan sözde Ermeni soykırımı ibaresinin ders kitaplarından çıkarılması, Almanya Ermeniler Merkezi Kurulu organizatörlüğünde faaliyet gösteren diaspora Ermenilerini adeta ayağa kaldırmıştır. Dr. Raffi Bedikyan başkanlığındaki Almanya Ermenileri Merkezi Kurulu daha Türkiye’nin AB’ye tam üyelik müzakereleri öncesinde Ermeni-Alman kültürel ilişkilerinin geliştirilmesi ve sözde Ermeni soykırımının tüm Avrupa’da tanınmasına yönelik olarak Almanya’nın Dinslaken kentinde 17–19 Aralık 2004 tarihlerinde Uluslararası Ermeni Gençlik Konferansı düzenlemiştir. Bu vesileyle Ermenistan-diaspora ilişkilerinin güçlendirilmesi ve özellikle sözde Ermeni soykırımının tanınmasına yönelik çalışmaların aktifleştirilmesine ilişkin gayretler, 17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Parlamentosu binası önünde Türkiye’nin üyeliğine karşı yapılan yürüyüş tartışılmıştır. Ayrıca Almanya’daki diaspora Ermenilerinin faaliyetlerinin diğer Avrupa ülkelerindeki diaspora Ermenilerinin faaliyetlerine oranla etkinliğinin daha az olduğu ve bunun arttırılması bu tür toplanmaların ana konusunu oluşturmaktadır.
Almanya’da okul kitaplarında sözde Ermeni soykırımından söz eden tek eyalet olan Brandenburg’ta bu konu ilk kez 2002 yılında ders müfredatına Eyaletin Eğitim eski Bakanı Steffen Reiche tarafından konmuştur. Alman basınında bu konunun gündeme gelmesinin ardından, politikacılar, Almanya’nın bu konuyla ilgili olarak devlet politikasını belirledikten sonra ders kitaplarında işlenmesi yönünde fikir beyan etmektedirler. Tartışmaların bu kadar yankı bulmasının nedeni ise, bu konunun Türkiye’nin AB’ye tam üyelik görüşmeleri sırasında Almanya’da gündeme getirilmemiş olmasıdır. Bu vesileyle 3 Ekim 2005’te başlaması öngörülen müzakere gündeminin yeniden hareketlendirilmesi amaçlanmaktadır. Nitekim Almanya’da sözde Ermeni soykırımı konusu yeniden ders müfredatına alınmıştır. Almanya’da yaşayan Ermeni nüfusunun Türk nüfusuna oranla daha etkili olduğu bu olaylarla bir kez daha kanıtlanmış ve diasporanın talepleri Almanya’daki Türk nüfusuna daha ağır basmıştır.
Berlin Göç ve Uyum Dairesi 13 Haziran’da sözde Ermeni soykırımını anlatan bir kitabın dağıtımına başlamıştır. 1.5 milyon Ermeni’nin sistematik bir şekilde yok edildiğini öne süren kitabın yayın tarihinden yaklaşık iki ay önce basıldığı, ancak Berlin Eyalet Başbakanı Wowereit’in Türkiye ziyareti nedeniyle dağıtımın ertelendiği öğrenilmiştir. Berlin Senatosu’na bağlı Göç ve Uyum Dairesi tarafından Berlin’de yaşayan göçmen kültürleri tanıtmak için hazırlanan ‘Ermeniler ve Berlin-Berlin’deki Ermeniler’ adlı kitapta baştan sona sözde soykırım anlatılıyor. Ermeni diasporasının bilinen iddialarının yer aldığı kitapta Osmanlı, Jön Türkler ve Talat Paşa katil ilan edilerek “1,5 milyon Ermeni bilerek ve sistematik bir şekilde yok edilmiştir. Bu da Ermeni halkının soykırıma uğradığının en somut belgesidir” denilmektedir. Alman yazar Tessa Hofmann’ın önderliğinde hazırlanan 104 sayfalık bu kitapta Türklerin Ermenileri nasıl göçe zorladığı, ne şekilde katlettiği, bazı Ermeni illerinin sistematik şekilde Türk şehirlerine dönüştürüldüğü ve sistematik şekilde katledilen Ermenilerin açılan toplu mezarlara gömülmesi gibi resimlere yer verilmektedir.
Tessa Hofmann’ın Hazırlattığı Türk Karşıtı Kitap
Almanya Federal Parlamentosu 16 Haziran 2005 tarihinde Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili aldığı kararla İttihat ve Terakki yönetimini, Ermenileri imha etmek amacıyla sürgün yapmak ve kitle katliamları uygulamakla suçladığı gibi Osmanlı Devleti’ni de başkalarının ağzı ile soykırımla suçlamaktadır. Gerekçesi ile birlikte 4 sayfalık bir metin olan bu karar, asılsız ve mesnetsiz suçlamalarla doludur. Kararın gerekçe bölümünde, hiçbir yargı kararına dayanmadan sübjektif kaynaklarla bu sonuca varıldığı görülmektedir. Karar ile ilgili önerge meclise gelmeden medyada tartışılmış ve bu kararın temelinde Türkiye’nin AB yolunu kesmek olduğu açıkça anlaşılmıştır. Yapılan bu adaletsizlik 1921 yılında Alman mahkemesinin, Talat Paşa’yı Berlin’de öldüren Ermeni’yi beraat ettirmesini akla getirmektedir.
Alman Ermeni İlişkilerinin Genel Değerlendirmesi
XIX. yüzyılın ilk yarısında başlayan Türk-Alman ilişkileri gelişerek devam etmiş ve özellikle ilk dönemden başlayarak Osmanlı Ordusunun modernizasyonu ilişkilerin temelini oluşturmuştur. Alman Kralı Wilhelm’in, Bismarck sonrası dünya siyaseti gütmeye başlaması ve aynı dönemde yaşamak için büyük devletlerarasında denge siyaseti yürütmeye çalışan Osmanlı Devleti’nin Almanya ile karşılıklı çıkarlarının uyuşması iki ülke ilişkilerini daha da geliştirmiştir. Bağdat demiryolunun yapılması ve orduda görev alan Alman subayların sayısının artması Osmanlı Devleti’nde Alman etkisinin artmasına neden olmuştur.
Dünya Savaşı’na Almanya ile müttefik olarak giren Osmanlı Devleti’nde, savaş sırasında üst düzey Alman subaylar görev almıştır. Karar mekanizmasında yer alan bu Alman askerler ile Türk Genel Kurmayı’nın Doğu Cephesindeki temel hedefi Rusları Kafkaslarda durdurmaktı. Sarıkamış Harekâtındaki başarısızlık ve Ermenilerin Ruslara yardımı ve isyan girişimleri Sevk ve İskân Kanunu’nun çıkmasında etkili olmuştur. Bu şartlarda Almanların da Ermeni göçünü istemesi mantıklı görülmektedir. Zaten Batı basını Almanları Ermeni tehcirinin planlayıcısı ve uygulayıcısı olarak göstermiş, Amerika’nın İstanbul Büyükelçisi Morgenthau da Almanlara aynı suçlamayı yöneltmiştir.
Savaşın kötüye gidişi ile birlikte, Almanlar kendilerini aklama çabası içine girmişlerdir. Nitekim bu amaç doğrultusunda Lepsius’a “Almanya ve Ermenistan 1914-18” kitabı hazırlatılmış ve tehcirde Almanların bir dahlinin olmadığı ispatlanmaya çalışılırken, Türkler cani olarak lanse edilmiştir. Talat Paşa’yı Berlin’e öldüren Ermeni’nin beraat ettirilmesi de aynı amaca hizmet etmiştir. Lepsius’u kulaktan dolma bilgiler ve seçme belgelerle yazdığı kitaplar Ermeniler için en önemli kaynaklar olmuşlardır.
Temeli 1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskân Kanunu’na dayanan Ermeni soykırım iddiaları, uluslararası arenada yıllardan beri Türkiye’yi zor durumda bırakmak için kullanılan argümanlardan bir tanesidir. Diaspora Ermenileri ve Ermenistan, çeşitli vesilelerle bu konuyu gündeme taşıyarak kendilerini dünyaya mazlum ve soykırıma uğramış bir halk olarak göstermeye çalışırken Türkleri de barbar bir ulus olarak tanıtmaya çalışmaktadırlar. Ermeniler, soykırımı tanıtmaktan başlayarak, toprak tazminatına uzayan istekleri için her türlü yolu denemektedir. Bu yollardan bir tanesi de kendi tezlerine destek vermeyen ilim adamlarını tehditler yolu ile susturmaya çalışmaktır. Türk diplomatlarına düzenledikleri suikastlarla yeterince korku yaratabilmişlerdir.
Almanların Ermeni Sorununa bakışları II. Dünya Savaşı sonrası daha da keskinleşmiştir. Yahudilere karşı yaptıkları soykırımdan sonra yanlarında tarihi ortaklar görme isteği ve Nazilerin yaptıkları katliamların izlerini Ermeni göçünde arama ısrarı, Ermeni Sorununa bakışlarındaki önyargının temelini oluşturur. Tessa Hofmann, daha da ileri giderek Hitler’in gaz odaları fikrini Türkler’den aldığını iddia eder. Almanların Ermenilere ilgi duymalarının bir başka sebebi de artan ırkçılıkla beraber Almanya’da yaşayan Türkleri millet bilincinden uzaklaştırma ve baskı altına alma isteğidir. Günümüzde soykırım iddialarını kabul etmeyen Türklerin akademik ve siyasi alanda yükselme şanslarının olmaması bu savı güçlendirmektedir.
Ermeni Sorunu bir yönüyle, Ermeniler tarafından çözüme ulaşması hedeflenen bir olaydan ziyade dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış Ermenilerin benliklerini kaybetmemeleri, Türk düşmanlığı üzerinden milli duygularını korumaları ve Dünya kamuoyunda mazlum millet görünerek büyük devletlerin maddi ve siyasi yardımlarını elde edebilmeleri için bir araç olmuştur. Ermeni tarafının konuyla ilgili ortak çalışmalardan kaçmaları da çözümsüzlük istediklerinin bir delilidir. Ermeni soykırım iddiaları hiçbir zaman Türkiye ve Ermenistan arasında sorun olarak kalmamış, Güney Amerika ülkelerinden Avrupa’ya pek çok ülke Ermeni tasarısını meclislerinde görüşmek ya da kabul etmek suretiyle bu soruna ortak olmuşlardır.
Ermeni Soykırım iddialarını en son kabul eden ülke Almanya olmuştur. Almanya Federal Meclisi, ilmi incelemeye gerek duymadan, tarafları dinlemeden tamamen siyasi bir karar almış ve Türkiye’yi Ermenilere soykırım uygulamakla suçlamıştır. 16 Haziran 2005 tarihinde alınan bu kararın çıkmasında ilginç olan Almanya’da güçlü bir Ermeni lobisi bulunmaması, buna karşın üç milyondan fazla Türk yaşamasıdır.